26 Nisan 2011 Salı

Beyaz, pembe, siyah hayalsiz hayaller

Her kızın bembeyaz bir gelinlik hayali vardır... Her kız muhteşem düğününü düşler...

Benim hiç olmadı...

Gereksiz örf ve adetler... Zaman kaybı, para kaybı, enerji kaybı artı bol stres... Düğün günü; düşüncesi bile stresli, protokol, gergin ve ağlak yüzler... Gereksiz formaliteler...

Diye düşünüyordum ki, bugün bir modaevinin önünden geçerken bir gelinlik görene kadar. Aman Tanrım dedim. Zaman durdu bir an. Sanki hafızamı kaybetmişimde kaybolan anılar bir gelinlikle yerine geliyor gibi...

Benimde gelinlik hayallerim vardı bir zamanlar, varmış. Unutmuşum. Hiç bunların hayalini kurmadım sanıyordum. Hayalimde çizdiğim gelinliği gördüm! Hemde lise yıllarında çizdiğim.

İplerle bağlı, kalçaya kadar daralarak inen bir dekolte... Etek kısmı kabarık, çok kabarık... Prenses gibi... Peri masallarındaki gibi... 19. yüzyıl elbiseleri gibi... İnci küpeler... İnci kolye... Gösterişli bir düğün... Kocamında frak giymesini hayal ediyordum... Parlak bir salon... Işıl ışıl gülen yüzler...





Ayaklarımın daha yere basmaya başladığı üniversite yıllarındaysa beyaz gelinlikten vazgeçip Sarah Jessica Parker'ın giydiği gibi siyah bir gelinlik hayali kurmaya başlamıştım... Ya da Gwen Stefani'nin düğününde giydiği gibi kuyruk kısmına doğru pembeleşen bir gelinlik... Farklı... Farklı olmalıydım... Herkesle aynı olmamalıydım...

Sarah Jessica Parker

Gwen Stefani John Galliano gelinliğiyle

Şimdi mi???

Şimdi, herşeyi "O"nla yapmak isteyeceğim, iyi, kötü, mutlu, mutsuz tüm anlarımızda yanında olmak istediğimiz ilk kişinin birbirimiz olacağı, hayatı birbirimize daha mutlu ve huzurlu hale getireceğimiz, hergün uyanıp dönüp baktığımda iyi ki evlenmişim diyeceğim adamı istiyorum sadece. Herhangi bir gelinlik ve düğün hayalim yok...

23 Nisan 2011 Cumartesi

Şiir Yazdım :) Başlığı da MEGALOMAN olsun :)

Özlediklerim var hayatımda, söylemediğim
Sevdiklerim var hayatımda, hissettiremediğim
Sevmediklerimde var hayatımda,
Gülücüklerimle intikam aldığım...
Gözyaşlarım var, akıtmadığım
Nefretim var, kusamadığım
Hayallerim var, gerçekleşmesi için yaşadığım!
Kahkahalarım var, acımı gizleyen
Sevgi dolu yüreğim var, etrafıma umut saçan
Bitmeyen enerjim var, seni bağlayan...
Ben kimim?
???
Ben aynayım!
Ben ne görmek istersen oyum!
Ben zıttınım
Ben aynınım
Ben dile getirmekten korktuklarınım
Ben olmak istediğinim!
Ben nefret ettiklerinim!
Ben düşüncesi bile korkutanım
Ben, adını koyamadığın herşeyim...
Yoksa ben sen miyim?
Düşünüpte söyleyemediklerin miyim?
Bu yüzden,
Hem nefret eder, hem uzak duramazsın
Kaçmaya çalışsanda, bağlanırsın
Sevmiyorum der, düşüncelerinden atamazsın
Kendinle çelişir, neden ararsın
Anlam veremez ama TAPARSIN!

;))

21 Nisan 2011 Perşembe

Sen Müslümansan ben neyim? Ben Müslümansam sen nesin?

Bir kadınla tanıştım... Kara çarşaflı... 85 yaşında...


İstinye otobüs durağındayım. İstanbul'un en tuhaf semtlerinden biri. En lüksle gecekondunun komşu olduğu tezatlıklar semti.

Durakta kara çarşaflı, sadece gözleri görünen yaşlı bir kadın ve yanında kocası olduğunu tahmin ettiğim yaşlı bir adam oturuyor. Normalde yaklaşmam bu tip "çağ dışı" insanlara. Beni bir şey dürtüyor yanlarına oturuyorum. 10 cm uzağımdaki kadını uzaylı görmüşcesine "utanmadan" baştan aşağı inceliyorum. Çünkü ilk defa bu kadar yaklaşıyorum bu "değişik" insanlardan birine. O benim dış görünüşümle hiç ilgilenmiyor, Taksim otobüsünü soruyor. Onun derdi Taksim'e gidebilmek. Ve ben başlıyorum konuşmaya...

"Bende Taksim'e gideceğim teyzeciğim merak etmeyin, bindireceğim ben sizi. Amca "eşin" mi?"

"Hee evet gocaam! Gözü için hastaneye gidiyoz. Ben gördüm gocaamaaann bir hastane yapmışlar. Benim gıza gidiyoz. Damat randevu aldı bize." Ve amca gözündeki korkunç arpacık benzeri şeyi gösteriyor. Yüzümde iğrenme ifadesi belirmesin diye çok zor bir gülümseme takınıyorum. Gerçi sonradan anlıyorum ki yüzümde öyle bir ifade belirse dahi anlamayacaklardı. Çünkü onlar "tiksindirici" bir yarayı gösterirken yanlış bir şey yapmıyorlar. Ayıp değil, saklamaları ya da "mikroplardan" korumaları gereken bir şey değil. Çok doğal, hastalık neticede!

Ve başlıyor teyze anlatmaya. Ben bir soruyorum. O en ince ayrıntısına kadar hayat hikayesini anlatarak cevap veriyor. "Kaç senedir burdasınız, nerede oturuyorsunuz?" dedim. 45 senedir İstanbul'dalarmış. Erzincan'ın bir köyünden gelmişler. "İstanbul'a neden geldiniz?" diyorum. "40 sene orda yaşadım." diyor gözlerini kocaman açarak. Çok büyük bir fedakarlık yapmış, İstanbul'u hakketmiş anlamında 40'ı üstüne basa basa söylüyor. Kocasıyla yıllarca kapıcılık yapmışlar. Ordan kazandığı paralarla ev yapmışlar, kiracıları bile var! "Belediye yarın öbür gün gelip evinizi yıkmasın" diyorum. "Olur mu öyle şey tapusu var" diyor 85 yaşındaki kadın. Sürekli beni dürtükleyerek, koluma, bacağıma dokunarak, omzuma tutunup kulağıma yaklaşarak konuşuyor. Tabi ne bilsin, insanın "özel(mahrem) alan"ının 50 cm olduğunu. Bu alana sadece insanın eşi, çocukları ve çok yakınlarının girebileceğini! Ben bozuntuya vermiyorum. Belki de saflık düzeyinde cahilliği hoşuma gidiyor. 13 yaşında gelin gitmiş. Ben 13 yaşında ne yapıyordum diye düşünüyorum. "Daha dün annemin kollarında" yaşadığım yaşlarda o hamile kalmakla meşgulmuş! "Ben ne anlarım" diye fısıldayarak, utanarak; yer, yatak bir şeyler söylüyor. Ne dediğini kendinin bile duymadığına eminim. Kendine göre "ayıp" bir şeyler anlatıyor çünkü! Sonra birden sesi yükseliyor. "Amaannn şimdide üstünü örtüyorum" diyor. Ne dediğini duymasamda aklından geçenleri anlıyorum. İçimden, doğal olarak çocuktun diyorum! 6 çocuğu varmış. 4 kız 2 erkek. Oğlanlardan birini yıllar önce araba "çiğnemiş". Birden farklı bir ruh haline bürünüp gözlerini yere devirip, gözleri dolarak bunu söylüyor. 26 tane torunu varmış. Birden "bey"inden şikayetlenmeye başlıyor. "Bu, torunlar hiç uzaklaşmasın, hep dizimizin dibinde olsun istiyor."diyor. Eşide çıkışıyor "hanım"ına. Birden beni unutup aralarında sürtüşmeye başlıyorlar. Teyze; torunlar geliyor, yiyor, içiyor yani çok masraflı oluyorlar diye yakınıyor. Kocası gülüyor. O bu durumdan çok hoşnut. Amca daha modern görünüyor gözüme. Çok enteresan, duygusal mod geçişleri var. O sırada sorayım mı sormayım mi diye düşünüp dururken birden kelimeler ağzımdan dökülüveriyor. Hafif çekingen, kısık bir ses tonuyla "Bunu hayatın boyunca hep mi taktın diyorum." kara peçesini işaret edip, vücudunda görünen tek yeri gözlerine bakarak. "Hııı evet. Ama bazen beyazını da giyiyom. Evde 2 tane daha var. Değiştiriyom." Anlamadı sorumdaki maksadı. Temizlikten dem vurduğumu sandı. Temiz olduğuna beni ikna etmek için evde birkaç tane daha olduğunu kirlendikçe temiziyle değiştiğini anlatmaya çalıştı. Ben gülümsüyorum. Ve o an alıyorum ki benim sitemin arkasında kendi yapmış oldukları binada oturuyorlar, yanyana aynı otobüsü bekliyoruz, o şiveli konuşsa da ikimizde Türkçe konuşuyoruz ama ikimizde farklı dünyalarda yaşıyoruz! Aynı dili konuşmuyoruz! Ben sorularıma devam ediyorum. "Kızlarında mı böyle?" Kara çarşafını işaret ediyorum. "Yok onların sadece başı bağlı." "Açılmak isteseler ne yaparsın?" "Ben garışmam günahları kendi boynuna!!!" Bir kadından bahsetmeye başlıyor birden. "Boyalı", "günahkar" bir kadından! Onla ilgili bir olay anlatıyor. Ben yanında kırmızı ojelerim ve kırmızı dudaklarımla dinliyorum "günahlarımı"! "Teyze sen bunları nerden okudun? Kim sana anlattı? Sen Kuran'ı okudun mu?" diyorum. Boş boş yüzüme bakıyor. Büyük ihtimalle okuma yazması yok. "Teyze sen buna inanıyorsun tamam ama Kuran'da böyle bir şey yazmıyor. Bunu bil." diyorum. Sonuçta 85 yaşında hayatın sonuna yaklaşmış bu "cahil" kadınıda acı gerçeklerle sarsmak istemiyorum! Zaten büyük ihtimal anlatsamda anlamazdı. Kendisi başka bir hikayeye atlıyor birden. O kadar hızlı konu geçişleri var ki yakalarken ben zorlanıyorum, buna nereden geldik diyorum. Kaşlarının ortasını alan kadınlar günahkarmış! Adem'le Havva'yla ilgili çok da anlamadığım bir hikaye anlatıyor. Bunlar günah işledikçe ellerini sürdükleri yerde "gıl" çıkıyormuş. Hikayenin ana fikri bu. Ama kaşla alakası ne bilmiyorum. Neticede kaşının ortasını alan kadın "günahkar" oluyor ve cehenneme gidiyor. Yanında "yay gibi" kaşlarımla gülümseyerek dinliyorum.

Kızlarını anlatıyor. Biri Cennet Mahallesi'nde oturuyormuş. İstanbul'da böyle bir yer mi var diye kafamda bir soru baloncuğu oluşuyor. Acaba "Cennet Mahallesi" dizisiyle alakası var mı diye düşünüyorum. Biri Ümraniye'de "gecekondu"da. Çocukları ev sahibi olduğu için gururlanarak aktarıyor bunları bana. Bir kızıda Mardin'e gelin gitmiş. Sonunda sevindirici bir haber duyuyorum. Torunlarından biri üniversite okuyor! Hem de kız! Eskişehir'de, tek başına! Çok seviniyorum bunu duyduğuma.

15-20 dakikalık bu konuşmanın sonunda otobüs geliyor. Ben geçmiş olsun amcacım, iyi günler teyze diyerek etraftaki "ne yapıyor bu manyak kız" bakışlarıyla kara çarşaflı "beyin"lerden kocaman gözlüklü, kırmızı rujlu ve boyalı tırnaklı bir "günahkar" olarak uzaklaşıyorum.

Şimdi soruyorum; bu ülkede bu adama kimler oy veriyor diyenlere...

Sizce kimler veriyor???

Eğitim düzeyi yükselmedikçe akla, karayı hiçbir zaman ayırt edemeyecek bir toplum olarak kalacak ve kandırılmaya devam edeceğiz...




blogspoRt out blogspot in !

Aylar sonunda blogspotumuza kavuştuk. Uzun bir tatilden sonra en sevdiği oyuncak ayısına kavuşmuş bir çocuk kadar mutlu hissediyorum kendimi! :)

Düşünce ve konuşma özgürlüğümüz bir daha ENGELLENMESİN!