Yüksek topuklar...
Yüksek topuklar...
Yüksek topuklar...
Ah o yüksek topuklar...
Yüksek topuklar eşittir kadın demektir. Kadın gibi kadın demektir. Kadının silahı demektir. Erkeğin kasları vardır. Erkeğin yumruğu vardır. Kadının sivri dili ve sivri topukları vardır.
Yüksek topuklar açılmaz denilen kapıları açar, kalabalıklar içinde fark edilmenizi sağlar. Kadına güven verir, güç verir. Kendini iyi hissettirir, güzel ve dişi hissettirir. Kendinden emin durmanızı sağlar.
Dişi ve güçlü olmak! Her kadına nasip olmaz bu özellikler. Yüksek topuklu dişiler vardır. Ama sadece yüksek topuklu bebeklerdir. Yüksek topuklu güçlüler vardır. Hem hayran olursun, hem korkarsın, hem yanında olmak istersin, hem mesafeli durursun.
Yüksek topuklar kadının duruşunu düzeltir. Vücuduna şekil verir. Zayıf gösterir. Cesur gösterir.
Yapılan araştırmalara göre dünyanın en başarılı kadın ve erkeklerinin kısa boylu olması bir tesadüf değil. Uzun boylular küçüklüklerinden girdiği her ortamda ilk fark edildikleri ve hep öne çıktıkları için kısa boylular kendilerini başka yönde çocuk yaşlardan geliştirmeye başlıyorlar. Ve toplumda zekalarıyla, başarılarıyla, parasal güçleriyle öne çıkmayı başarıyorlar.
Yani yüksek topuk demek; zeka demek, başarı demek, güç demek, kalabalıkların içinde fark edilmek demek...
Ama herkes duramaz o topukların üstünde canı yanmadan. Bir yandan yüktür, ağırlıktır yüksek topuklar... Taşıması için karakter gerekir. Herkes yürümeyi beceremez yüksek topuklarla. Yürüyebilmek için asalet gerekir.
Bilinçaltında belkide daha uzun olma, daha önde olma yarışıdır yüksek topuklar. Gizli bir silahtır belkide... Erkeğe evet dedirtebilen, güçlüyüm, akıllıyım ama aynı zamanda da kadınım unutma mesajıdır yüksek topuklar.
Modern çağın amazonları giyer yüksek topukları... Topuklar üzerinde yükselir kadınlar...
3 Mayıs 2011 Salı
Kalabalık içinde yalnız ruhlar
Birkaç haftadır içimde çok şiddetli bir şekilde köpek alma arzusu var. Sokak köpekleri birden çok masum ve sevimli, dost ve güvenilir görünmeye başladı gözüme. Sanki söyleyecekleri bir şey varmış da anlatamıyorlarmış gibi gelmeye başladı bana. Evde otururken sürekli aynı görüntü gözümün önüne gelmeye başladı. Koşarak kucağıma atlayan sevimli bir köpek. Aynı dili konuşmadan iletişim kurduğum bir canlı...
Hayatım boyunca her zaman hayvanlardan uzak durmuş bir insan olarak yaşadım. Çok küçükken korkardım hatta! Sonra korkmamaya sadece uzaktan sevmeye başladım. Teşhisi konulmuş alerjik bir durumum olmasada çok yeşillik alanda ve tüylü bir canlı yakınımdayken kaşıntı tutmuştur beni. Bir köpeğin başını okşadığım bir tek anıya bile sahip değilim. Hijyen açısından evde hayvan beslemeye şiddetle karşı çıkan bir insan oldum. Hayvan besleyen tanıdıklarımın evlerinde sağda solda tüyler, kıllar gördükçe ben çıldırdım. O evlerden kendi evime döndüğümde üzerimdeki kıyafetleri kapıdan soyunmaya başlardım. Hele o hayvanların, -sahibinin burnuna asla gelmeyen- benimde burnuma zehir gibi gelen kokusu! Hele birde kakasını, çişini yaptığında! Hep aynı soruyu sordum: Neden hayvan besliyorsunuz? Ne gerek var? Sabahın köründe kalk kakasını yaptır. İlgilen. Yemeğini ver. Suyunu ver. Ciddi sorumluluk! Ve hep söylediğim şu 2 cümlem dün söylemişim gibi hala kulağımda: "Yaa deli misin sen! O hayvanın bakımına harcadığın paraya yazık! Onun bakım masrafına harcayacağın parayla kendine 2-3 çift fazladan ayakkabı alırsın!(Benim gibi alışveriş manyağı bir insandan başka bir yorum beklenemezdi zaten!)" Bir de şunu derdim: "Yaa hayvan beslemek ciddi sorumluluk. Ben kendimle baş edemiyorum. Birde onunla mı uğraşacağım! Böyle bir sorumluluk istediğim zaman zaten çocuk yapacağım!" Hiçbir hayvan(bilerek pet demiyorum.çok komik geliyor bana ev hayvanlarına verilen bu isim) sahibi bana, beni tatmin eden, açıklayıcı, mantıklı bir cevap vermediler bugüne kadar. Yalnızca yüzlerinde hepsinin aynı gülümseme oluşuyordu.
Geçmişime bakıyorum. Şimdi içimde alev alev yanmaya başlayan köpek sahibi olma arzusuna bakıyorum. Nerden çıktı şimdi birden bire bu köpek sahibi olma ihtiyacı? Düşündüm. Hayvan sahibi olan tüm tanıdıklarımı gözden geçirdim, hayvan düşkünü ünlülerin profillerini hızlıca aklımdan geçirdim. Etrafı inceledim, kendimi düşündüm. Ve buldum!
Yalnızlık...! Kalabalığın, kargaşanın, sosyalliğin içinde aslında yapayalnız olmak! İnsanlar sosyalleştikçe içlerindeki yalnızlıkları artıyor. Boşuna demiyor bazıları "az, öz çevrem olsun yeter bana!" Belki de onlar doğru söylüyor! Ama kim başarabilir bunu? Dünyanın bu kadar hızlı döndüğü, 1 saati bile kaçırsan kendini eksik hissettiğin şu zamanda? Çok az insan. Kim mutlu olabilir asosyal bir yaşantıyla?
Ünlülere bakın. Hep en popülerlerin köpekleri, kedileri, hayvan arkadaşları var. Hem de bir tane de değil. Neden? Sordunuz mu hiç? Popülarite arttıkça yalnızlaşıyorlar. Tüm ünlülerin meşhur bir lafı vardır: "Kimse beni anlamıyor. İçimdekileri anlamıyor." Milyonlarca hayranı olmasına rağmen içindeki yalnızlığı, kalbine dokunulması ihtiyacını vurguluyor aslında.
Çoğu insan darbe almış bu hayatta. Düşe kalka gelmiş bir yerlere. Düşe kalka, sırtından vurula vurula oturmuş karakterleri. Bu insanın içinde yalnız olmaması nasıl beklenebilir? Dışardan kale gibi durup, içerde çocuk kalbine sahip olması nasıl beklenebilir? Nasırlaşıyor hep kalpler, duygular. Güvensizleşiyor ruhlar...
Büyük şehir insanlarının yüzleri hep güler. Gözleri hep düşünceli, başka yerde. Mona Lisa misali... Herkesin birbirine güvensiz ama iletişimin çok hızlı kurulduğu ortamlar. Herkes içten gibi ama aslında kuruntulu...
Bundan dolayıdır ki insan hayvan besleme ihtiyacı duyar. Kendine muhtaç bir canlının yarattığı duygusal tatmin. Onu hiçbir zaman yarı yolda bırakmayacak olduğunu bilmesi. Ona verdiği sırların hiçbir zaman açığa çıkmayacak olduğunu bilmesi. Önüne yemeğini koyduğu sürece onu her koşulda seveceğini bilmesi...
Hayatım boyunca her zaman hayvanlardan uzak durmuş bir insan olarak yaşadım. Çok küçükken korkardım hatta! Sonra korkmamaya sadece uzaktan sevmeye başladım. Teşhisi konulmuş alerjik bir durumum olmasada çok yeşillik alanda ve tüylü bir canlı yakınımdayken kaşıntı tutmuştur beni. Bir köpeğin başını okşadığım bir tek anıya bile sahip değilim. Hijyen açısından evde hayvan beslemeye şiddetle karşı çıkan bir insan oldum. Hayvan besleyen tanıdıklarımın evlerinde sağda solda tüyler, kıllar gördükçe ben çıldırdım. O evlerden kendi evime döndüğümde üzerimdeki kıyafetleri kapıdan soyunmaya başlardım. Hele o hayvanların, -sahibinin burnuna asla gelmeyen- benimde burnuma zehir gibi gelen kokusu! Hele birde kakasını, çişini yaptığında! Hep aynı soruyu sordum: Neden hayvan besliyorsunuz? Ne gerek var? Sabahın köründe kalk kakasını yaptır. İlgilen. Yemeğini ver. Suyunu ver. Ciddi sorumluluk! Ve hep söylediğim şu 2 cümlem dün söylemişim gibi hala kulağımda: "Yaa deli misin sen! O hayvanın bakımına harcadığın paraya yazık! Onun bakım masrafına harcayacağın parayla kendine 2-3 çift fazladan ayakkabı alırsın!(Benim gibi alışveriş manyağı bir insandan başka bir yorum beklenemezdi zaten!)" Bir de şunu derdim: "Yaa hayvan beslemek ciddi sorumluluk. Ben kendimle baş edemiyorum. Birde onunla mı uğraşacağım! Böyle bir sorumluluk istediğim zaman zaten çocuk yapacağım!" Hiçbir hayvan(bilerek pet demiyorum.çok komik geliyor bana ev hayvanlarına verilen bu isim) sahibi bana, beni tatmin eden, açıklayıcı, mantıklı bir cevap vermediler bugüne kadar. Yalnızca yüzlerinde hepsinin aynı gülümseme oluşuyordu.
Geçmişime bakıyorum. Şimdi içimde alev alev yanmaya başlayan köpek sahibi olma arzusuna bakıyorum. Nerden çıktı şimdi birden bire bu köpek sahibi olma ihtiyacı? Düşündüm. Hayvan sahibi olan tüm tanıdıklarımı gözden geçirdim, hayvan düşkünü ünlülerin profillerini hızlıca aklımdan geçirdim. Etrafı inceledim, kendimi düşündüm. Ve buldum!
Yalnızlık...! Kalabalığın, kargaşanın, sosyalliğin içinde aslında yapayalnız olmak! İnsanlar sosyalleştikçe içlerindeki yalnızlıkları artıyor. Boşuna demiyor bazıları "az, öz çevrem olsun yeter bana!" Belki de onlar doğru söylüyor! Ama kim başarabilir bunu? Dünyanın bu kadar hızlı döndüğü, 1 saati bile kaçırsan kendini eksik hissettiğin şu zamanda? Çok az insan. Kim mutlu olabilir asosyal bir yaşantıyla?
Ünlülere bakın. Hep en popülerlerin köpekleri, kedileri, hayvan arkadaşları var. Hem de bir tane de değil. Neden? Sordunuz mu hiç? Popülarite arttıkça yalnızlaşıyorlar. Tüm ünlülerin meşhur bir lafı vardır: "Kimse beni anlamıyor. İçimdekileri anlamıyor." Milyonlarca hayranı olmasına rağmen içindeki yalnızlığı, kalbine dokunulması ihtiyacını vurguluyor aslında.
Çoğu insan darbe almış bu hayatta. Düşe kalka gelmiş bir yerlere. Düşe kalka, sırtından vurula vurula oturmuş karakterleri. Bu insanın içinde yalnız olmaması nasıl beklenebilir? Dışardan kale gibi durup, içerde çocuk kalbine sahip olması nasıl beklenebilir? Nasırlaşıyor hep kalpler, duygular. Güvensizleşiyor ruhlar...
Büyük şehir insanlarının yüzleri hep güler. Gözleri hep düşünceli, başka yerde. Mona Lisa misali... Herkesin birbirine güvensiz ama iletişimin çok hızlı kurulduğu ortamlar. Herkes içten gibi ama aslında kuruntulu...
Bundan dolayıdır ki insan hayvan besleme ihtiyacı duyar. Kendine muhtaç bir canlının yarattığı duygusal tatmin. Onu hiçbir zaman yarı yolda bırakmayacak olduğunu bilmesi. Ona verdiği sırların hiçbir zaman açığa çıkmayacak olduğunu bilmesi. Önüne yemeğini koyduğu sürece onu her koşulda seveceğini bilmesi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)