4 Kasım 2010 Perşembe

Marc jacobs'la uyanmak!

Marc Jacobs sana nolmuş yaa !!! Nerde o eski göbekli, gözlüklü halin ?

Çirkin kadın da erkek de yoktur.. Bakımsız, doğru giyinmeyi bilmeyen, kendini sevmediği için kendine bakmayan, kendiyle ilgilenmeyen insan vardır!

Kanıtladın bunu bize kesinlikle Marc!

Parfümü marfümü geçtim ben o vücut ne öyle.. Çok doğru bir karar kendi reklam kampanyanda oynaman.. Şahsen fotoğraflarını kesip yatak odama yapıştırdım.. Hergün gözümü açtığımda ilk gördüğüm Marc'ın seksi vücudu oluyor ;)

Marcı'ın söylediğine göre ileri derece koliti varmış. Kendine bakmaya başlamazsa çalışamayacak duruma gelecekmiş. Kendini doktoruna teslim etmiş. Düzenli ve tuhaf şeyler yiyormuş, haftanın 6 günü günde 2 buçuk saat spor yapıyormuş. Vücudu güzelleştikçe kendine güveni yerine gelmiş. ..

Evet gelelim parfüme Marc'cım klasik laflarla açıklıyor parfümünü.. "Direk işin içinde olmak istedim.. Eğer ki bana bir parfüm yapsalar ve benim adımı koysalar kendime ait hissetmezdim. En sevdiğim kokuları düşündüm neler diye... Kendimi en seksi hissettiğim dönemdeyim o yüzden parfüm şişesi de reklam da seksi çağrıştırıyor..." BLA BLA BLA.. Her yeni parfüm çıkaran ünlüyle aynı laflar geçelim lafları fotoğraflara gelelim Marc...












Bilmeyenler için Marc Jacobs'un eski hali :)



8 Eylül 2010 Çarşamba

Fashions Night Out İSTANBUL

Perakende sektörünü canlandırmak için NewYork'tan sonra (16 ülkeyle yakın zamanlarda) 16 Eylülde İstanbul'da gerçekleşecek olan Fashions Night Out İSTANBUL etkiliğinde Nişantaşı, Bağdat Caddesi ve İstinye Park’ta gece 24.00’e kadar açık kalacak bin mağazada alışveriş partileri yapılacak, tasarımcılar mağazalarda müşterileri ağırlayacak, çeşitli süprizler olacak, yeni sezon ürünler indirimli olarak satışa sunulacak.

İstanbul Fashion Week 2010' dan sonra Fashions Night Out İstanbul'a da katılmak istiyorumm.. Ama Ankara'dayım ne yazık ki. Benim ne işim var burda?
Belli olmaz belki bir çılgınlık yapar günübürlik gider dönerim. ;)

3 Eylül 2010 Cuma

Geç kalınmış bir yazı...

Bu yazıyı yazmak tam 1 haftamı alıyor. 1 haftam yazayım mı yazmayım mı diye düşünmekle geçti.
Yazarsam..
Çok kendimi ortaya dökmüş olacağım. Bilmesi gereken gerekmeyen herkes okumuş olacak.

Yazmazsam...
Bu heyecanı paylaşmadığım için içimde kalacak.

Ve sonunda kararımı verdim... Benden bekleneni yapıp yazıyorum :)

Konumuz tabiki İSTANBUL FASHION WEEK...

Bu kadar büyüttüğüm ne peki?

1) Davetiyeleri elde etmenin heyecanı
2) Gideceğinin mutluluğunu yaşarken işyerinden izin alamamanın hayal kırıklığı
3) Son dakika golü atmam ;)
4) Evet istediğim oldu derken sevgili sevgilim yüzünden anca 3. gününe gidebilmem :-|

TARİH: 25.08.10 YER: ANKARA SAAT: 09.30

İşe gitmek için uyanmış fashion weeke gidememiş olmanın üzüntüsüyle yarı ağlak modda laptopun karşısında arkadaşlarımın facebookdan yazdığı "sen salak mısın nasıl bütün davetiyeleri elde etmişken gitmezsin bu senin tutkun" gibi mesajları okuyorum.
Birden gaza geliyorum.. Kızım kendine gel sen bu değilsin hayallerinin peşinden ne pahasına olursa olsun gidersin sen diyorum ve ani bir kararla 11.10 uçağına bileti alıyorum.
Deli dana gibi hazırlanıyorum. Taksiyi arıyorum. Ne giydim, çantama ne koydum bilmiyorum. Evim havaalanına taksiyle 35-40 dk :-|

SAAT 10.55
Esenboğa havaalanında koşan bir deli! check-in imi yaptırmışım ama çıktısını almamışım. Doğal olarak! Yazar veya öğrenci olmadığım için evimde printer yoookkk!!!!

Haydi bir çingenelik yap kızım.. Sizin işyerinde ortalığı ayağa kaldıran müşteriler kazanıyor!
Yok benim çığlıklarım, tehditlerim, isyanlarım sökmüyor burda.. Benim gibi mağdur 15 kişi daha var!
Altı üstü kalkmamış olan bir uçağa yürüyüp 2 dakikada bineceğiz dimi? Yok binemedim!

SAAT 11.15
Havaalanının ortasında valizinin üstüne çökmüş, başı elleri arasında ağlamakla ağlamamak arasında gidip gelen ben!

Bir sinirle kalkıp kağıtları görevlinin suratına fırlatıp, bir yola çıktım ne olursa olsun umrumda değil diyerek AŞTİ yolunu tutan ben!

Saat 12.00
Otobüs yolculuğundan nefret ettiği halde ilk otobüse binen ve akşam 18.00 de orda olup ilk günü kaçırmanın mutsuzluğunu yaşayan yine ben!

TARİH 26.08.10 YER: İSTANBUL :) SAAT: 05.00

İstanbul'dayım. Az sonra süslenip püslenip defileleri izlemeye gideceğim. 12'den 21'e kadar. Müüüüttthhiiiiiiiişşşşşşş :)))

Tabiki değil :-|

Çünkü...

Karakoldayım!...

Çok sevgili arkadaşım çalıntı telefon satın almaktan dolayı göz altına alındığı içiiiinnn!!!

Şaka mı? Bana kaderimin bir oyunu mu bu?

Bütün günüm beklemekle geçiyor.

NOT: Arkadaşım hırsız, yan kesici, dolandırıcı, kaçakçı değildir. Tam tersi işi gücü yerinde önemli bir şahsiyettir.. Daha fazla deşifre etmeden yanlış anlaşılmalarının önüne geçmek için bu bilgiyi verelim ;)

SAAT 18.00

KAVUŞTUUUKKK :)))

Ama fashion week yine yalan oldu :-(

TARİH: 27.08.10 YER: İTÜ TAŞKIŞLA SAAT: 12.00

Bu bir rüya olmalı.. Biri beni uyandırsın lütfen! Evet gelmişim defile izliyorum. Sersem gibiyim ama burdayım.

Sonundaaa :))

Ama yorgunum heşey müthiş ama lütfen dönelim 4. güne kalmak istemiyorum. Daha fazla heyecana kalbim dayanmayacak!


TARİH: 03.10.10 YER: EVİM EVİM GÜZEL EVİM  SAAT: 13.10

Deşmeden, minimum cümlelerle anlatabileceklerim bunlardır. Bu bir rüya mıydı? Yoksa benim hayal ürünüm mü? Orası bilinmez ;)


Vee... Geriye kalanlar....


                                Tuvana Büyükçınar ... T U V A N A M  "Zamana Karşı Keşif"

11 parçalık koleksiyondan oluşan defilede bir masalın içinde kaybolduğunu sanıyor insan.. Tasarımlar tarihten, elbiseler masallardan fırlayıp gelmiş...









favorim!




Niyazi Erdoğan...   PİKSEL

Niyazi Erdoğan defilesi daha başlamadan çok büyük bir alkış alıyor. Ayaklarda kahverengi, deri, gladyatör terlikler (dedemin yaylada giydiği :))

                                                           

                          

                        


                          



                              

Defile çok güzeldi. Tek bir sorum var?

NEDEN GÖBEKLİ MANKEN KULLANILMIŞTI? VE NEDEN BU MANKEN GÖBEĞİNİ HOPLATA HOPLATA YÜRÜYORDU??!


Rana&Berna Canok..... "Yürüyen Heykeller"

Defileye çok doğru bir isim verilmiş. Yürüyen Romalı Heykeller ya da Yürüyen Modernize Edilmiş Antik Yunan Prensesler de denilebilirdi...  Romantizmin kokusu buram buram geliyordu bu defilede..

                                               



                                              


Nejla Güvenç....   "AEON"

Söylenecek tek bir söz var: GİYİLEBİLİR!

Ama sanırım manken kıtlığı çekiliyordu Tuvana Büyükçınarla aynı mankenleri kullanmıştı.











                                                      



SONSÖZ: Bloglardan defilenin profesyonel fotoğraflarını almaktansa kendi acemi orjinal fotoğraflarımı koymayı tercih ettim.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Fashion week AÇMAZI!

İstanbul fashion week fashion week diye öldüm öldüm dirildim. Öyle bir macera yaşadım ki tarifi yok!
İlerleyen günlerde ayrıntılarıyla paylaşacağım ;)




İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar yapabilir! . .   ;)

8 Ağustos 2010 Pazar

Dergide çalışmak...

3 günlük bir dergi macerası yaşadım. Ommedya gruptan çıkan All dergisi ekibine 3 gün misafir oldum ve hiç bilmediğim yayıncılık sektöründe değişik bir tecrübe yaşadım. . .

1. Gün
Ekiple tanışma...
Herkes inanılmaz rahat giyinmiş.. Ayakta flip floplar mı dersiniz, kısacık şortlar mı, bikini üstüne giyilen file bluzler mi. . .
Kızlar çok güzel..
Bende büyük bir şaşkınlık!
Tüm ekibin masalarında ojeler, termoslar, eğlenceli stickerlar, fotoğraflar. . .
Yaratıcı sektörde çalışmak böyle bir şey olsa gerek..

Sabah 09.30
Herkes telefona sarılıyor vee kahvaltı siparişi veriyor...
Nasıl yani?
Tostları, meyve suları geliyor.
Önlerinde bilgisayar, ellerinde tost..
Aaa.. Bunlar çalışmıyor mu? Oh ne güzel bütün gün böyle..
Veeeeeee.. Ne oluyorsa o anda oluyor.
Korkunç bir telefon trafiği. Herkes aylık programından o gün yapacaklarına bakıyor. Herkes birbirine bir şeyler söylüyor. Yayın yönetmeninin odasına arı gibi koşuluyor hızlı bir toplantı yapılıyor. Etrafa müthiş bir enerji yayılıyor!
Ama kahveler hala önlerinde. . .
Herkes inanılmaz bir koordine ve ahenk içinde hareket ediyor. Ekip ruhunu bir yabancı olarak tüm kuvvetiyle hissedebiliyorsunuz.
Birdenbire 3 kişilik bir grup ortadan kayboluyor...
Nerde bunlar? Ne ara nereye gittiler? :-|
Mağazalara gitmişler... Cumartesi günü(07/08/10) Tuğçe Kazaz'la çekim yapılacak, kıyafet toplamaya...
Bende başlıyorum dergileri karıştırıp çalışmalarına bakmaya...
Aman Tanrım bu çekimleri, bu kombinleri bu kızlar mı yapmış? Müthişş...
Yaşları küçük, çalışmaları büyük...

Öğle yemeği
Yemekhane.. Ufak bir yer.. Zaten kimse orda yemiyor. Herkes tabağına yemeğini alıyor, geliyor bilgisayarının başına. Nasıl yani? :-| Neden?
Ben şok üstüne şok yaşıyorum! Neden? Çünkü; yemeğe ayıracak vakitleri yok!! Korkunç bir program, yetişmesi gereken bir sürü iş..

Aradan geçen birkaç saatin ardından kızlar kan ter içinde elleri poşetlerle dolu geliyorlar..
Ama hala enerjik! Yoksa biyonik mi bu kızlar... 

Üst Kat.. Stüdyo.. Saat 17.00
Ben yorgunluktan ölüyorum. Saatlerdir hiçbir kareyi kaçırmamak için algılarım maximum seviyede çalıştığı için beynim dönmüş durumda.
Yukarı çıkıyoruz..
Başlıyorlar kıyafetlerle kombin yapmaya. Çekim yapılacak. Ne zaman? Az sonra! E Tuğçe Kazaz cumartesi gelecekti. Yok bu başka çekim! Nasıl yani?? Siz kaç işe birden yetişiyorsunuz?!...
Başlıyorum bende yardım etmeye. Ama hala bu tempoya ve enerjilerine şaşkınlık içinde bakmaya devam ediyorum. Çünkü hiçbirinde bir yorgunluk belirtisi yok!
Kombinler yapılıyor.. Kıyafetlerin fotoğrafları çekiliyor..
Veeeeeee..... Eve gidiş vaktiiii! :)
Tabiki de HAYIR!
Kızlar Mango'nun defilesini izlemeye gidiyor. :-|

2. Gün
Etrafta müthiş bir çocuk gürültüsü ve koşuşturma.. Yine ben hariç herkes için olağan bir karmaşa bu. All For Kids dergisi için çocuk modellerle çekim var. Bir gece önce 12'ye kadar çalışmışlar. Dün başka halde bıraktığım stüdyoyu bugün bambaşka bir halde buluyorum. Çocuk odası gibi renkli bir ortam yaratılmış. Dolap.. dolabın içinde kalemler.. kitaplar.. Tebrikler!
Çekim başlıyor...
Çocukların aileleri ve stil editörleri çocuklara poz verdirebilmek için türlü şekillere giriyorlar.
Sabırları için bir BRAVO daha!
Biraz uzakta bu gürültüden hiç rahatsız olmayan bir kişi daha önceki çekimlerdeki modelleri bilgisayarda photoshopluyor. Müziğini açmış.. Biraz uzakta kopan bu kıyametten hiç rahatsız olmadan!...
Bugün daha çabuk geçiyor. Ben ortama alışıyorum.. Onlar bana..

3. Gün (Son gün :( )
Yine geliyorum ve stüdyo bambaşka bir halde! 2 yabancı kadın manken.. Catwalk çekimi var. (catwalk: mankenlere podyumda yürüyor gibi yaptırarak fotoğraflarını çekmek ;))
Mankenler hazırlanıyor.. Saç.. Makyaj.. Çekim başlayacak.. Mankenler giydiriliyor, soyduruluyor.. giydiriliyor, soyduruluyor..
Yabancı mankenlerle çalışmak daha kolaymış, kaprissiz oluyorlarmış ;)

Tamam catwalk çekiminide gördüm. Hadi aşağı inelim görseller nasıl yapılıyor görelim. Son günüm zamanı iyi değerlendirmek lazım.

Görsel ekip..
Yaklaşık 10 bilgisayar.. Editör grubu aksine çıt yok burda.. Herkes bilgisayarına gömülmüş oyun oynar gibi çıt çıt mouse sesleri.. Fotoğrafları ekranda bir o yana bir bu yana kaydırıyorlar..
Yayın Yönetmeni Ebru Hanım geliyor. "Kalk Yavuz" diyor ve oturuyor.
İlk yaptığımız kombinlerin fotoğraflanıp dekupeden(fotoğrafların istenilen kısımlarının kesilmesi) gelmesinden sonra nasıl sayfaya yerleştirildiğini gösteriyor bana. İşte o esnada bir daha bir daha şaşırıyorum. Bu kadın her bölümü biliyor!
En iyi kombini de kendi yapıyor, en iyi yazıyı da kendi yazıyor, bilgisayarda sayfa düzenide yapıyor, kıyafetleri fotoğraflanmaya hazır hale getiriyor, hiç ben yayın yönetmeniyim demiyor kolileri açıyor, kapıyor.. Birde bunlar yetmezmiş gibi bir ton toplantıya koşturuyor..
Ayakta alkışlıyorum
Yayın yönetmeni olmak demek oturduğu yerden emir yağdırmak değil birebir işin içinde olarak ekibi oluşturmakmış demek ki. En azından ALL dergisinde böyle!
Burda ekip ruhu olmasında nerde olsun?

Veda..
Tam alıştım gidiyorum.. :(
Yapacak bir şey yok.. Ankara'da işler bekler. . .

NOT: Bana bu fırsatı tanıyan YKM Genel Merkezdeki yöneticilerime ve müthiş temposu ve yoğunluğuna rağmen beni memnuniyetle ağırlayan, dergicilik sektörünün kafamda oturmasına yardımcı olmak adına benide ekipten görerek eğlenceli bir staj tadında beni bilgilendiren Ebru KILIÇOĞLU'na sonsuz TEŞEKKÜRLER. :)

SONUÇ: Müthiş bir enerjisi ve ruhu olan bir ortam. Basın sektörüyle ilgili sanılanın aksine burda kimse kimsenin ayağını kaydırmaya çalışmıyor, aksine herkes birbirine yardımcı olarak, birbirini tamamlayarak tek vücut hareket ediyor. Tam bir ekip yani.. Vee.. Gerçekten çok yorucu, ciddi özveri ve enerji isteyen, yeri geldiğinde sabahların olmadığı bir sektör!
Eee.. sonuçta zamanla yarışılıyor!
5 dakika boş vakitleri olmamasına rağmen sorularımla başlarının etini yerken bıkmadan bana cevap verdikleri için TÜM EKİBE TEŞEKKÜR EDİYORUM!











30 Temmuz 2010 Cuma

Stiller

Klasik: İsminden de belli olduğu gibi modası asla geçmeyecek kıyafetlerdir. Ciddiyeti, sadeliği, zarafeti temsil eder. Klasik stilde giyiniyorsanız hareketlerinizde stilinizle bağdaşmalı.
Çok yüksek sesle konuşmamalı, çok hızlı hareket etmemeli, koltukta zarif bir şekilde oturmalısınız. Aksi takdirde görüntünüzle davranışlarınız arasında bir tezatlık oluşacaktır. Ceket-bluz/gömlek-etek/pantolon, elbise-ceket gibi kombinler, tek renk kumaşlar, zarif aksesuarlar (inci kolye, küpe, orta veya küçük ebatlarda çantalar, fular) bu stili oluşturan parçalardır.



Retro: 70li yıllarda çok tutulan bu stil geçmişin günümüze uyarlaması olarak yorumlanabilir. Bol paça pantolonlar, üste oturan bluzler, büyük gözlükler, ipek fularlar, kloş etekler, yüksek bel alt ünitler, platform topuklar, bağcıklı erkek ayakkabısı stilinde ayakkabılar bu tarzı oluşturan parçalardır. (Bakınız: Türkan Şoray, Filiz Akın Yeşilçam filmleri)










Bohem: Bohem yaşam tarzını yansıtan uzun, bol elbiseler, çiçekli ve renkli kumaşlar, sandaletler, doğal haliyle açık bırakılmış saçlar, büyük aksesuarlar, çokça takılan kemik bilezikler, büyük yüzükler, püsküllü botlar-çizmeler, uzun şallar, atkılar bu tarzı oluşturan unsurlardır. 70’ler de Çiçek Çocuklar’ın yansıttığı hippie stilidir.









Avangart (avant-garde): Fransızca’dan gelmiş aslen askeri bir terimdir. Öncü demektir. Giyimde avangart; uç, herkesin giymeye cesaret edemeyeceği, yenilikçi, modası mutlaka ki geçecek olan stile verilen addır. Bu stili modacılardan en iyi Alexander Mcqueen (17/03/69-11/02/10) anlatıyordu. Müzik dünyasında da en iyi Lady Gaga bu stili yansıtır. İşyerine pek uygun bir tarz değildir. Marka olarakta ilk akla Home Store gelir.






                                             Alexander Mcqueen Tasarımları







Lady Gaga






Eklektik: Bu stil belli kalıplara bağlı kalmadan birkaç farklı tarzın bir arada kullanılmasıyla oluşur. Kısaca kişinin kendi stilini yaratmasıdır. Erkeklerde takım elbise altına spor ayakkabı giymek, şort üstüne ceket giymek; bayanlarda jean-tshirt 2’lisini kürkle tamamlamak, pamuklu kumaş siyah bir elbisenin altına taşlı stilettolar giyerek elbiseyi gece formuna sokmak, gündüz altına sandalet ve üst üste kolyeler takarak bohem bir hava yaratmak örnek olarak verilebilir. Eklektik stil denince akla ilk gelen isim, stilleri birbirine karıştırma ustası Kate Moss’tur.






Sofistike: Klasikin modernize edilmiş halidir. Sofistike stil sahibi olmak istiyorsanız Aşk-ı Memnu dizisindeki Bihter’in annesi Firdevs Hanım’ın (Nebahat Çehre) tarzını örnek alabilirsiniz. Herkesin aynı tarz giydiği geleneksel sektörlerde stilinizle fark yaratıp öne çıkmak istiyorsanız sofistike stil sahibi olmanız gerekir.






Romantik: Fırfırların, tüllerin, ipeklerin, satenlerin, uçuşan elbiselerin, dalgalı saçların, beyaz, krem, pudra renklerin hakim olduğu “havada aşk kokusu var” mesajı veren ya da “cici kız” imajı çizen stildir.















Gotik: Gotik terimi 1100’lü yıllarda Avrupa’da türemiştir. Genelde teenage lerin tercih ettiği bu stil siyah oje, beyaz ten, siyah göz makyajı, düz fönlü koyu renk saçlar ve gülmeyen suratlar olarak özetlenebilir. Giyim parçaları siyah, mor, bordo gibi koyu renklerin hakim olduğu, metal aksesuarlar ve zımba detaylarla tasarlanmış kıyafetlerdir. Tüllü, mini, şirin denilebilecek bir elbisenin altına siyah, uzun çizmeler giyerek gotik stile çevrilebilir.                                                                                                                               


                                                               



Punk: Ünlü tasarımcılar Vivienne Westwood ve Jean Paul Gaultier’in en iyi şekilde yansıttığı stildir. Sokağa döküldüğünde platin, pembe, kırmızı gibi saç renkleri, bol miktarda yıldız desenli, ekoseli, çizgili (enine,boyuna) giysiler, özellikle erkeklerin kullandığı punk modeli saçlar ve neon renklerin bolca kullanıldığını görürüz. Rock gibi düzene karşı bir duruşu vurgular. Ünlüler dünyasından Avril Lavigne ve No Doubt grubu bu tarzı en iyi yansıtan isimlerdir.


Vivienne Westwood Tasarımları



















Neopunk: 90’ların başında türemiş bir kelimedir. Bana göre neo punk, punk’ın daha fashion halidir. Elektrik mavisi pantolon, altına limon sarısı platform topuklu ayakkabı, üstüne siyah dar bluz, kafasında siyah fötr şapka, gözünde rayban renkli wayfarer gözlük, kolunda çingene pembesi çanta. Neo punk denince benim gözümde bunları giymiş bir kız canlanıyor.







Rock: Tahmin edileceği üzere siyahın hakim olduğu asi bir stildir. Metaller, zımbalar, kalın bileklikler, bolca yüzükler, deri kıyafetler, dağınık saçlar, siyah, platin, kızıl gibi vurucu saç renkleri bu stilin unsurlarıdır. Benim aklıma rock stil denince James Dean ve Kurt Cobain geliyor. Kate Moss’u da rock stile feminenlik katarak kullananlara örnek verebiliriz.