Çok değil, 1 sene öncesine kadar şu cümleyi kullanıyordum: "Bana moda kadar hiçbir şey heyecan vermiyor!"
Bugünse, modanın bana heyecan vermekten çok uzak olduğunu söyleyebilirim. Garip değil mi, 1 sene sonrasında kendimle böyle çelişmem?
İstanbul Fashion Week dün başladı. Benim katıldığım 4. fashion week. İlk üçünde öyle heyecanlı ve mutluydum ki. Sanki işim gereği ordaymışım gibi elimde kağıtlar, kalemler, fotoğraf makinası pür dikkat izliyordum tasarımları. Tüm gözlemlerimi de sanki bir görevmişcesine blogumda paylaşıyordum. Ve gerçekten inanılmaz yorucu oluyordu, onlarca tasarımcının defilesini izleyip, sonrasında detaylarını inceleyip, bunları bloga dökmek. 4 günün sonunda resmen bitap düşüyordum, dinlenme ihtiyacı hissediyordum. Yani o kadar büyük bir tutkuydu benim için "fashion".
Bu sefer baştan kendime söyledim, sadece keyif almak için gideceğim IFW'ye diye. Not almak yok! Fotoğraf yok!
Dün moda haftamızın ilk günüydü. Artık seyircilerde bile kemikleşmiş bir kadro var. Herkes birbirini tanıyor. İtkib ekibinden tutun, basına, seyircilerden tutun, tasarımcılara... "İlk seferi" olan izleyicilerin heyecanı gözlerinden okunuyor. Çünkü gerçekten farklı bir ortam...
Merhabalaşmalardan, yeni tanışılanlarla kartvizit değiştokuşlarından sonra, ifw çadırını incelemeye koyuldum. Fark ettim ki, her geçen sezon fashion week ekibi de hatalarından ders çıkarıyor ve kendini yeniliyor. Tabi ki yine aksaklıklar vardı; güvenlik görevlilerinin show esnasında podyuma çok yakın durmaları, basının yine yolu kapatması gibi... Uluslararası standartlara gelmemize daha çok var ama net bir şekilde söyleyebilirim ki, son moda haftasıyla kıyaslandığında büyük gelişme kaydedilmiş.
Nedir bu gelişmeler? Bir kere defile alanında seyircilerin oturumuyla ilgili büyük bir düzen sağlanmış, pr ekibi bu sefer birbirinden haberdar ve koordineliydi. Lounge kısmı oldukça geniş ve rahattı. Yiyecek, içecek bu sefer ikram değil menüyle satılıyordu ve bence çok daha iyi oldu. İkram olduğunda içecek bir su bile bulunamıyordu bazen, "şıkır şıkır" giysilerle İstiklal sokaklarına dökülüp bir suyun peşine düşmek zorunda kalınabiliyordu. Tuvaletler yine seyyar karavanlardaydı, içlerinde sabit duran birer temizlik görevlileriyle. Karavanları hemen çadır çıkışına konumlandırmaları soğukta yürümek zorunda kalmamak için akıllıca verilmiş bir karar. Tuvaletler kilolu insanların rahat kullanamayacağı ölçülerde olsa da, ordaki en kilolu insanın benim ölçülerimde olduğunu baz alırsak ve ben de rahatlıkla sığdığımı söylersem, tuvaletlerden de artı puan alıyorlar. Temizdi, en önemlisi de bu sanırım!
Ve sırasıyla defileleri izlemeye başladım... Defileleri ve etrafımı... Kimse kırılmasın, yalan bir dünyada yaşayan, maskeli insanlar! İzleyiciler arasındaki stil sahibi, marjinal gayleri tanımayanlar her birini birer "Dolce" veya "Gabbana" sanabilirler. Tanıyanlarsa, after partylerden sonra tanımadığı (!) insanların peşine takılıp, bedava eğlence peşinde olan, parasız çocuklar olduğunu bilirler. Zavallı (!)kızcağızlardan söz etmiyorum bile. Peki o seyircilerden, o tasarımları satın alan kaç kişi var? Seyirci dediğimiz grup zaten yönetim kurulu, yönetim kurulunun misafirleri, yabancı basın, bloggerlar, dergiciler, tasarımcıların eşi, dostu, ahbabı, hatta ne yazık ki (!) bazı tasarımcıların konu komşusu ve müşterileri ve o saydığım "looser" grup. Müşteriler ne kadar küçük bir grubu oluşturdu fark ettiniz mi? Burdan şu sonuç çıkıyor ki, Türkiye'de fashion week basın ve reklam için yapılıyor. Eleştirmiyorum, ne olması beklenebilirdi ki? Bloggerların bu kadar önem kazanmasının başka ne nedeni olabilirdi ki?
Neden defileleri ilk defa etkilenmeden izledim? Çünkü hep aynı nakarat! Farklı olarak, yeni bir tasarımcının kürk ve deri koleksiyonunu izledik. Onda da yüreğim ağzımdaydı "Tanrım bunlar gerçek olamaz değil mi?" diye. Sonra "gözümü belertip" bakınca gerçek olmadığını anladım ve rahatladım. İşin ticari boyutunu da bildiğim için neden bunları satın alıyor insan dedim. Maliyeti ortada, konfeksiyonun kalitesi ortada, tasarımın çok da bir "tasarım" olmadığı ortada, o zaman neden bu kadar parayı veriyor insan?
1 sene öncesinde biri bana bunu söylediğinde, "ama onlar tasarııııımmmm, emeğe veriliyor o paraaaa" diye ben (!) cevap veriyordum. Şimdiyse diyorum ki, o kadar fakir insan var, mutsuz bir ülkeyiz, hayat Türkiye'de mücadeleden ibaret, refah düzeyimiz o kadar aşağılarda ki; "bana ne senin tasarımından!"
Tasarımcılara lafım yok, onların ekmeği bu. Bu işten para kazanıyorlar, tabi ki ne gerekirse yapacaklar! Olması gereken bu! Seçim de müşteri ve izleyiciye ait.
Ben de seçimimi yaptım, artık moda beni cezbetmeyen bir şey! Moda zaten bana göre doğru giyim ve kurallarından ibaret bir şeydir. Yani bana göre zaten, modayı takip etmek değil, stil sahibi olmaktır önemli olan. O zaman artık moda benim için kalbim çarpmadan, sadece bir film, tiyatro, sergi ya da sanat eseri izlediğim gibi izleyeceğim bir şey!..
Kral der ki: Bu kadar şey yazdım, korktum şimdi. Hadi beni bugün "sen bizim sırlarımızı ifşa ediyorsun" diye içeri almadılar? ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder