24 Nisan 2012 Salı

Türkiye'deki Boardwalk Empire Kahramanları

Amerika'nın, Martin Scorsese imzalı, son dönemlerde en meşhur dizilerinden Boardwalk Empire'ı duymuşsunuzdur.

Dizide 1920 Amerika'sındaki içki yasağı, politikacıları ve haliyla mafyası anlatılıyor. Tamamen gerçek ve yaşanmış bir hikaye. Hatta isimler bile aynı ya da küçük değişikliklere uğramış.

Başrol kahramınımız Enoch 'Nucky' Thompson (gerçek hayattaki ismi Enoch Lewis "Nucky" Johnson), Atlantic city'nin hazinedarı denilen bir görevde. Şehrin en tepesindeki adam, bizim vali gibi bir şey oluyor. 2. kahramanımız James 'Jimmy' Darmody de, Atlantic City'nin gerçek kralı denilen, şehri kurmuş olan, Amiral lakaplı, eski hazinedar, eski toprağın oğlu. Nucky, Amiral'in elinde büyümüş. Jimmy'de Nucky'nin. Nucky bildiği her şeyi Amiral'den öğrenmiş. Nucky, şehri Amiral'den devraldıktan sonra yıllarca en tepede hüküm sürüyor. Nucky'nin Amiral'den farklı olarak sahip olduğu sağduyusu (!) sayesinde boynuz kulağı geçiyor. Şehirdeki tüm yasadışı işler Nucky'den geçiyor. Nucky'den habersiz kimse nefes alamıyor dense yeridir. Nucky'nin bu kadar öne çıkıp, kendisini hiçe saydığını düşünmeye başlayan Amiral, Nucky'nin başarısını (?!) hazmedemiyor ve Nucky'i devirme planlarına başlıyor. Oğlu Jimmy'i Nucky'nin yerine koyacaktır. Yani bir devri kapatıp bir devri açacak...

Jimmy toy... Nucky feleğin çemberinden geçmiş. Amiral yaşlı, hatta felç geçirdi bir ayağı çukurda. Size de bu 3'lü tanıdık gelmedi mi?

Jimmy, politikayı yeni öğrenen, etrafında bir sürü akıl vereni olan, daha kendi sistemini oturtamamış ama hırslı, Kemal Kılıçdaroğlu! Nucky, tabiki de "büyük patron (?)" Recep Tayyip Erdoğan! Amiral'se, Tayyip Erdoğan'ın dizlerinin dibinde büyüdüğü Necmettin Erbakan!

Dizide Jimmy'nin yaşadığı tüm zorluklar, politikayı ve işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmeye çalışması, oturduğu koltuğun yükünün ne kadar ağır olduğunu oturduktan sonra anlaması vs. bana hep Kılıçdaroğlu'nu hatırlatıyor. Nucky'ninse kendinden eminliği, yılların verdiği tecrübe ve sağduyuyla (!) herkese meydan okuması, Tanrı'yı oynaması; Tayyip'i izliyor gibi oluyorum. Amiral'e gelince, kim bilir Erbakan yaşasaydı taraf değişip Kılaçdaroğlu'na kaymayacağını. Tayyip'le oklar tersine dönmemiş miydi? Sonuçta siyaset değil mi? Her zaman şaşırtıcı gelişmelerle dolu...

Dizinin sezonunun sonunda ne mi oluyor? Jimmy ortalığı sallayacak gibi görünürken, Nucky kimsenin onun zekasıyla başedemeyeceğini kanıtlıyor ve krallığını yeniden devralıyor hem de arkasında her hangi bir tehdit bırakmadan; Jimmy'i öldürüyor!


soldaki Jimmy, sağdaki Nucky




Bu fotoğraftaki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e de, Boardwalk Empire'da bir rol verecek olursak, öz kardeşi ve patronu olan Nucky'i satıp, Jimmy'le işbirliği yapan, şehrin şerifi, Eli Thompson rolü uyar sanırım. Kendi başına bir güç olmamakla beraber, tarafını bile belirleyemeyen, rüzgara göre yön değiştiren, aslında sadece kendi çıkarını düşünen, kaybedince mızmız bebek gibi davranan bir teşkilat...

Kral der ki: Dilerim ülkemizdeki Boardwalk Empire'ın sonu dizideki gibi olmaz ve ülkemizin birlik, beraberlik, refah ve laikliği için hayırlı olanı olur.

17 Nisan 2012 Salı

Konuşma sanatı

Ne kadar konuşmaya meraklı bir toplumuz biz, değil mi? Konuşacak konu olsun yeter ki bize, bir fikrimiz olmasa da konuşur dururuz biz. "Ali ata bak"ı öyle bir söyleriz ki, dinleyen zanneder aruz vezninde şiir yazmış da okuyor! Bülent Ersoy misali...

Türk insanı dinlemeyi bilmiyor derler... Çünkü o kadar çok boş konuşan var ki, gerçekten dinlenmesi gereken biri konuştuğunda da kulaklarımızı tekrar açmayı unutuyoruz bence. Yoksa dinlemeyi bilmediğimizden değil!

Oldum olası boş konuşan insanlara tahammülüm yoktur. Öyleleri var ki,  lafı allıyorlar, pulluyorlar, döndürüyorlar, dolaştırıyorlar, sakız yapıyorlar ki, kendileri bile neyi anlattığını unutuyorlar. "Ne diyordum ben?!" Çok tanıdık bir cümle bu size de, değil mi?

Gereksiz uzunlukta konuşan insanların hep, mutsuz veya evlerinde sorunları olan insanlar olduğunu düşünmüşümdür. Asıl sohbet etmeleri gereken insanlarla diyalog (!) kuramadıkları için, yerli yersiz içlerinde biriktirdiklerini döküyorlar.

Tuhafıma gidense, böyle geveze insanların karşısında sıkılanların suratı bin şekle girer, elleri ayakları oynamaya başlar. Kısacası beden dili hemen ele verir, sıkıldığını ve konuşmayı sürdürmek istemediğini ama ben daha bu sıkılma mimiklerinden anlayanını ve konuşmasını sonlandıranını görmedim. Bu kadar ben merkezli insanlar var işte! Kendilerini o kadar önemsiyorlar ki karşısındakinin onu dinlemek istemediğine ihtimal bile vermiyorlar! Bir de susturulunca sinirlenir, bozulur bu tipler, Amerika'yı baştan keşfetmiş, anılarını anlatıyor ya!..

Gevezeler nasıl susturulur?

Araya girmenize müsade etmeden konuşan insanları susturmak için, birden alakasız sorular yöneltin. Mesela siyasetten mi konuşuyor, dan diye "burcunuz ne" diye sorun. İlk denemede yılmazlar büyük ihtimalle, ikinci sefer de "ceketinizi nerden aldınız" deyin. Baktınız hala pes etmiyor koşarak ordan uzaklaşın! İşin espirisi bir yana böyle insanların sadete gelmesini sağlamanın tek yolu sizin konuyu toparlamanızdır; "yani şöyle mi demek istiyorsun", "demek istediklerini çok iyi anladım" gibi cümlelerle konuyu toparlayıp, saatlerce kendinizi prangalara bağlı hissetmekten kurtulabilirsiniz.




Kral der ki: İyi bir dinleyici olmak terbiyenin ve eğitimin göstergesiyse konuşmak da bir sanattır.

Yarım kalan aşklar

"Ben seninle dost kalamam!" "Dost olalım diyen kim?! Bunca yaşanmışlığın ardından hiç olmamış gibi davranacağımıza, arkadaş kalsak yeter! Bize de bu yakışmaz mı?"

Dostla arkadaş çok başka kavramlar. Tabiki de ayrılmış 2 insan dost kalamaz. Birlikte sinemaya, bara, alışverişe gidecek halleri yok, ama arada sırada, birbirlerinin akıllarına geldiklerinde -her insanın eski sevgilisi aradan 10 yıl geçmişse de mutlaka ara sıra bir şekilde aklına gelir- birbirlerini aramalarının, hal hatır sormalarının nesi yanlış? Korkuyorsa biri eski sevgilisini ararken, seviyordur işte hala onu!

Ayrılan iki sevgili arkadaş kalamıyorsa eğer, yarım kalan bir şeyler vardır orda. Yoksa neden arkadaş kalamasınlar? Neden facebook, twitter, msn, telefon vs.den silsinler? Neden karşılaşmamaya özen göstersinler?

Ayrıldıktan sonra arkadaş kalabilenlere şaşırır bazıları. Elini tuttuğun, öptüğün kişiyle nasıl arkadaş olur insan derler. Neden olmasın ki? Bir şeyler yaşanmış ve bitmişse iki kişinin arasında, birbirlerine o gözle bakmazlar ki! Hatırlamaz bile insan, eskiden sevgilisi olan insanın ona dokunduğunda duyduğu heyecanı. Yani en azından kızlar öyledir. Her kız yeni ilişkisine bakire duygularla başlar. Erkeklerse öncekilerin bıraktığı yarayı asla kapatmazlar tekrar aynı acıyı çekmeye korktukları için. Zaten genelde ayrıldıktan sonra arkadaş kalamayan taraf da erkekler olmaz mı? Belki de bu, erkeklerin duygusal kapasitelerinin kızlarınki kadar güçlü olmamasından kaynaklanıyordur.

Biten değil de yarım kalan aşklar üzer insanı... En önemli nokta işte budur, gözyaşlarının sebebi arandığında! Kimse miyadı dolmuş ilişkinin ardından ağlamaz, çok çok el sallar. Ama yarım kalmışsa eğer o aşk, yaşanamamışsa eğer o ilişki layıkıyla, o zaman üzülür işte insan. O zaman arkadaş kalmak istemez işte insan! Çünkü o zaman hep bir "acaba" olur aklında. Her şeyin altında bir şey arar. Her şeyi beklentilerine göre yorumlar. Sonunda da çoğunlukla duvara toslar! Çünkü çoğunlukla tek taraflı yarım kalır aşklar. Yoksa neden giden gitsin ki? Aşkta engel mi vardır ki?

İnsan aslında hep kendine ağlar da fark etmez hiçbir zaman... Kendi çaresizliğidir o gözyaşlarını akıtan...

14 Nisan 2012 Cumartesi

Yağmur

Aşırı sıcakların ardından, aniden bastıran ysğmurlu bir günde doğmuşum ben
Ekim...
Hava elementi...
Belki de o yüzdendir havanın durumuna göre psikolojik durumumun değişmesi
Yaz hariç hiçbir mevsimi sevmem ben
Baharı bile!
Dengesizdir bahar...
Kendimden dengesiz olan hiçbir şeye tahammülüm yoktur benim
Enteresan, yazı severim, 4 mevsim yaz olan yerde yaşamak isterim ama tüm yaz bronzlaşmamak için denize girmem
Beyaz ten takıntım vardır benim
Böyle de dengesizim
Gökyüzünden düşen suyun tüm halleri, yoksa benim biriktirdiklerim mi?
O yüzden mi, bulutların güneşin önüne geçmesiyle içime kapanmam, kapılarımı kapatmam?..
Mitolojide yağmur için Tanrı'nın gözyaşları denir...
O ağlarken benim niye içim kararıyor?
Benim niye güneşim kapanıyor?
Niye gidip sessizce bir köşede ağlamıyor?!
Kimisi sever yağmurda yürümeyi...
Su elementi olanlar mı onlar da?..
Önceki hayat denilen bir şey varsa eğer
Kesin soğuk ve kasvetli bir yerde yaşadım...
Hatta donarak öldüm...
Başka nasıl bir açıklaması olabilir; kardan, yağmurdan, soğuktan bu kadar nefret etmemin?..
Akdeniz insanıyım ben
Bir yağmur bile keyfimi kaçırır hemen
Vazgeçirir neşeli cumartesi gecesinden...




11 Nisan 2012 Çarşamba

Kral. ben ve deniz

Daha dün bir arkadaşım, "ne kadar hızlı bir hayat yaşamışsın" demişti... Tabi şimdi anlatacağımın hızla bir ilgisi yok ama bu da (!) başıma geldi!

1 hafta önce uçağımın gününü şaşırdığım için uçağımı kaçırmamın ve de bunu havaalanına gidince fark etmemin çevremde yarattığı şok etkisi daha geçmemişken bugün olanlardan sonra kesin tescilleneceğim!

2 haftadır oğlumdan uzakta olmanın hasretiyle, gelir gelmez sahilde biraz dolaşalım demiştim. Ben nerden bilecektim başıma gelecekleri...

Fazla meraklandırmadan direk söylüyorum: Kral'la birlikte denize düştük!!! Evet evet, ciddi, bildiğiniz denize düştük; kafamıza kadar da battık! Emirgan sahilinde!!

Her zamanki gibi İstinye sahilinden Bebek'e doğru yürüyüşe çıkmıştık. Kral'la başedemediğim için sahile iner inmez tasmasını çıkarırım. Dönüşte, eve varmamıza 10 dakika kala, sen benim salak, martıyı yakalayacağım diye koş, yosundan kay, denize uç. Tabi ben Kral'dan salak, köpeği kurtaracağım diye peşine koşarken hoooppp kaydım ve boğazın buz gibi sularında buldum kendimi!

Şansımıza, her zaman iğne atsan yere düşmeyecek olan Emirgan sahilinde bugün in cin top oynuyordu.

Bizi kurtarmayaysa gele gele bir amca ve 2 tane halıcı -evet halıcı! O sırada sahilden arabasıyla geçmekte olan yakışıklı prensim değil, halı teslimatına giden 2 halıcı- geldi. Tabi doğal olarak insan insanı kurtarmak ister. "Hanımefendi elinizi uzatın" diyor çocuk. Bense hala Kral'ı koruma ve kurtarma derdinde "köpeği çıkarın köpeği" diyorum! Normalde 5 kg lık yağ tenekesini taşıyamayan bana bir güç geldi, 20 kg luk Kral'ı kaldırdım adama verdim! Zavallım neye uğradığını şaşırmıştı. Tabi aldı beni bir gülme krizi. Sırılsıklam ve ağzımdan burnumdan yosunlar çıkar vaziyette Kral'ın ve "kurtarıcılarımızın" korku dolu bakışları karşısında deli misali gülüyorum. Kendi kendime kahkahalar atmamdan olsa gerek, iyi olduğumu düşündü heralde adamlar ve "geçmiş olsun" deyip bizi orda öylece bırakıp gittiler!..

Aklıma gelen başıma geldi...

Evden çıkmadan da annemi aramıştım, "telefonumu yanıma almıyorum ararsan merak etme" diye. Annem de "al telefonunu kızım, n'olur n'olmaz bir şey mişey olur" demişti. Bana da malum olmuş gibi "yok ya almayacağım. Şimdi Kral denize falan düşer soyunup atlamak zorunda kalırım, telefonum çalınır" dedim! Ne yazık ki soyunamadan, üstümde başımda ne varsa düştüğüm için, ıslanmış montun yarattığı, artı 10 kg ağırlıkla evime yürümek zorunda kaldım! Yalnız, Allah yüzüme bakmış da annemi dinleyip telefonumu almamışım. Bir de, daha taksiti bile bitmemiş, bozulan telefonla uğraş dur!

Peki sorarım ben "evrene"; yıllardır bu çekim yasasını uygulamaya çalışır dururum, neden, mütemadiyen aklımdaki ve dilimdeki beyaz atlı prensimi karşıma çıkarmamakta, peri masalı aşkını bana yaşatmamakta ve mutlu sona erdirmemekte ısrar ediyorsun da, bir anlık denize düşmeden söz ettim diye kendimi buz gibi sular içinde, kucağımda şapşal köpeğimle debelenip dururken buluveriyorum?



Kral der ki: Demek ki neymiş? Her zaman anne sözü dinlememek gerekirmiş... Hay bin benim akıllı kafam! ;)