29 Ekim 2011 Cumartesi

Ne mutlu Türküm diyene: Bu işte bir "gariplik" var!

Bugün 29 Ekim! Cumhuriyet Bayramı! Cumhuriyet Bayramımız! Hepimizin... Türkiye topraklarında yaşayan herkesin!.. Bugün özgürce yaşayabilmemizin sebebi Atatürk'ü saygıyla anarak bugünü unutmamalı, tek yürek, "hep beraber" kutlamalıyız!..

Terör, şehit, deprem, depremzede... Hepsi bahane oldu birilerine!.. Nerdeyse "depremde de Tayyip'in parmağı var" diyecek duruma geldik ya da ABD'nin mi bilemedim. Bugün Vatan gazetesinde okuduğum haber de bunu doğrular nitelikte! Tık tık Faylar kırılmamış! Bu nasıl iş arkadaş? Bilimin bu noktaya geldiğini bir tek ben düşünmüyorum değil mi? Yoksa ben çok mu film izliyorum?..

Oyun... oyun... oyun... Twitterda okuduğum yazılara gerçekten sinirlenemiyorum bile artık gülüyorum çünkü oyuna iyi niyetli tüm Türk milleti alet oluyor. Gerçi onların suçu ne? Türk milleti safdır, iyidir, vatanı için tereddütsüz canını verir! Bize böyle öğretilmedi mi?.. Biri söylesin bana Van için bu kadar akan para ve yardım nereye gidiyor? Gaddar değil mantıklıyım. İlkokul matematiği bilen herkesin hesaplayabileceği bir durum. 1 çadır 800 TL. 1 kazak 20 TL. 1 battaniye 20 TL. Şimdi benim "zengin" ülkemde birkaç büyük holding bu ihtiyaçları gideremiyor mu? Yapmayın! Bu holdinglerin hepsi yaptıkları yardımları açıkladılar. Bizim halkımız bir biberon için bile seferber olmuş durumda. Bu kadar iyi niyetli bir milletiz işte biz. Peki neden sömürüyorsunuz bizim bu insani duygularımızı. Bu yardımlar "nereye, kimlere" gidiyor?! Her zaman ki gibi "birileri" uzaktan izleyerek gülüyor! Benim ülkem öyle zengin bir ülke ki "istese" vatandaşın cebine elini attırmaz bir biberon,bir battaniye için!..

Sevgili Kürtler... Sevgili Kürt kardeşlerimiz... Atatürk'e "sizin Atatürkünüz" diyorsunuz. Ülkemize, sizler 7 nesildir burda yaşadığınız için "bizim topraklarımız" diyorsunuz. Varsın olsun Atatürk bizim, topraklar sizin ne fark eder! Hepimiz aynı çatı altında birleşmedik mi? Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti kimliği kullanmıyor muyuz? Bunlar küçük hesaplar değildir de nedir? Dünyada sınırlar kalkıyor benim canım ülkemde sınır çizme savaşı nedendir? Gelin bugünü hep beraber kutlayalım. Sevemediğiniz "Atatürkümüz" sayesinde cumhuriyetle yönetiliyoruz, bir ülkenin sömürgesi olarak yaşamıyoruz!.. En azından bunu unutmayalım!..

Ne mutlu "Türküm" demek istemiyorsunuz, biz Kürdüz diyorsunuz. Benim ülkemde zaten Kürt, Arap, Çerkez, göçmenler hep bir arada yaşamıyor muyuz? Hepimizin Kimliğinde TC vatandaşı yazmıyor mu? Bu ülke hiç kimseyi ayırt etmeden, eşit haklarla hepimizin! O yüzden kimsenin bizi "kullanmasına" izin vermeyelim ülkemizde birlik, beraberlik içinde yaşayalım, 1 tane bile "TC Kimlikli" evlat ölmesin! O zaman unutturmaya çalışanlara inay haydi hep beraber söyleyelim:

Ne mutlu Türküm, ne mutlu Türkiyelim diyene!!! Cumhuriyet bayramımız kutlu, mutlu ve daimi olsun arkadaşlar!..

28 Ekim 2011 Cuma

Kız milleti değil mi (!)

Biz kızlar var ya biz kızlaaarrr... Biz çok fenayız. Biz çok tehlikeliyiz. Dedikoduyu en iyimiz (!) bile çok seviyoruz çoookkkk...

Üç beş kız bir araya gelmeyegörsün... Ben ki -kız arkadaş sayısı bir elin on parmağını geçmeyen, kız muhabbetinden pek hazzetmeyen- birkaç kız arkadaşımla buluştuğumda nasılda kulak kabartıyorum kim kimle nerde ne zaman mevzularına, bende nasılda dökülüveriyorum. Ohhh... Terapi gibi geliyor valla...

Dün Nişantaşı'nda harika bir buluşma gerçekleşti. Yıllar sonra üniversite yıllarımdan çok sevdiğim 2 arkadaşımla buluştum. 4 senedir görmüyorduk birbirimizi ama facebook sağolsun hiç birbirimizin "gündeminden" düşmemişiz!

Daha oturmadan "eee var mı hayatında birisi" "hııımmmm ne zamandan beri" "e hadi hayırlısı" "G... noldu yaa" "ohoo o biteli çok oldu S... napıyor? Ya senin B... M... napıyor?" ...

Daha neler neler... Kim evlenmiş, kimin çocuğu olmuş, kim nerde çalışıyor, yaşıyor, kimler görüşmeye devam ediyor, kimleri niye facebookta göremiyoruz?.. Kimlerin elleri kimlerin ceplerindeymiş de haberimiz yokmuş valla...

Sohbetin bir yerinde nasıl bir kahkaha bastık. Sanki hepimiz yıllardır yanyana facebook kullanıyormuşcasına hep aynı şeyleri görmüşüz, birini de ıskalamamışız. Birilerinden bahsederken sürekli "facebook da şöyle yazıyor, facebook da şöyle yazdı sildi" cümleleriyle konuşuyoruz.

Bu eğlenceli görüşmeden çıkarılan 4 sonuç:

  1. Kız milleti dedikodu yapar. Yaparoğluyapar!
  2. Facebook dünyamız olmuş haberimiz yok!
  3. Üniversite yıllarındaki sevgilileriyle hala birlikte olan ya da evlenenlerin sayısı %3!
  4. 17-23 yaş arası "saf saf" sevgilisinin sözünden çıkmayan, onun bir dediğini iki etmeyen, hayatını onlara göre yönlendiren kızlar mutlaka darbe yiyor ve ondan sonra erkeklere değer vermemeye başlıyor! (Yani bizi siz "böyle" yapıyorsunuz erkekleeeerrrrrr! ;))

26 Ekim 2011 Çarşamba

Şimdi nerdesiniz?

Herkesin bildiği gibi nerde ve kimle olduğunu yazmak pek bir moda son zamanlarda. Bunun için bir sürü programlar türemiş durumda. Yazmayanlar asosyal adlediliyor.

Herşeye muhalefet olduğum gibi tabi ki de buna da muhalefetim! Neden arkadaşım neden? Bu görgüsüzlük neden? Ne gerek var? Bize ne nerdesin kimlesin!..

Bana göre bunu anca kısıtlı arkadaş çevresine sahip, "piyasa" yapmak isteyen insanlar yazar. Normal, aklı başında, ağır insan yazmaz.

Enteresan olan bir başka şey de nedense daha bugüne kadar kimsenin Tahtakale'de, Fatih'de, Eyüp'de, Mısır Çarşı'sında yazdığını görmedim. Reina, Anjelique, Bebek, İstinye Park... Hep aynı!

Şimdi bilmeyenler için açıklayayım bu programlar bulunduğu noktaya yakın belli bir çevreyi işaretlemeye müsade ediyor. Mesela Ortaköy'de gayet mütavazi bir şekilde kumpir, waffle yerken kendinizi Anjelique'de diye etiketleyebiliyorsunuz. Eh artık bilemem kaçınız gerçekten ordaydınız!

Bu tip saçmalıklara girip nerde kimle olduğunu yazmayanlar asıl en çok gezenler...

Şimdi yazsanıza "Mng Kargoda, Aras Kargoda" depremzedelere malzeme yolluyor diye. Yazsanıza "Ankara", "İstanbul", "Manisa"dayım şehit cenazesindeyim, hepimiz destek olalım diye. Yazsanıza "Van'da" gönüllü çalışacağım diye!..

Yemez değil mi?..

Bir de, gündüz sosyal paylaşım sitelerinde Van'a yardım "dilenenler", şehitler için "timsah gözyaşları" dökenler akşam "gezme tozma" adreslerini etiketliyorlar o beni büsbütün çıldırtıyor. Sahtelik bu denli olmaz arkadaşlar! Tabiki de hayat devam ediyor. Hepimiz çalışmak, hayatlarımıza devam etmek zorundayız ama gezmelerini tozmalarını yazıyorsan depremden, şehitden bahsetme; bunlardan bahsedeceksen gezmelerini milletin "gözüne sokma!"

Biraz duyarlılık lütfen...

24 Ekim 2011 Pazartesi

Cennet de cehennem de bu dünyada...

Gazeteleri açıyorum içim daralıyor, twittera bakıyorum yüreğim kabarıyor, sokağa çıkıyorum içim bulanıyor...

Gün geçmiyor ki "dünyadan" iç karartan bir haber almayalım. Ülkemizde iç savaş oluyor, evlatlar ölüyor bir "hiç" uğruna. Depremler oluyor, canlar gidiyor, yuvalar yıkılıyor. Bombalar patlıyor masumlar can veriyor...

Duraklarda, cafelerde, orda, burda konu hep aynı. "Bomba ihbarı varmış duydunuz mu?" "Yine bilmem kaç şehit vermişiz." Halk arasında siyasi kavgalar, fikir ayrılıklarının tartışmalara dönüşmesi hepimizin her gün şahit olduğu olaylar arasına girdi.

Bir arkadaşım üniversite yıllarında bana bir söz söylemişti. "Siyaset sokağa döküldü mü iş açmazdadır" diye. Ne kadar doğru! Herkes mutsuz, herkes korku dolu...

Dünyanın hali de bizden parlak değil. Kaddafi'nin "katledilişini" sıradanlaşmış bir Amerikan terörist filmini izler gibi izledim. Tekrar tekrar gözlerim büyüyerek izledim. İnanamadım, bu gerçek olamaz dedim. Hayal gibi geliyor insanın insan canına kıymasının bu kadar kolay olması...

Seviniyorlar PKK'lı öldürdü askerimiz diye. Onların da anası babası var. Onların da bağrı yanıyor. Nerde hümanizm?! Nerde insanlığınız?! Sorunlar mecliste çözülmeyecekse nerde "cumhuriyet?" Sizle aynı ideolojide olmayan hep düşmanınız mı?! Başı kapalıya göre açık "orospu", açığa göre kapalı "yobaz", milliyetçiye göre kürtçü "terörist", kürtçüye göre milliyetçi kendilerini sevmiyor, Pkkli'ya göre kendileri "gerilla"...

Bu mudur?! Ortalama insan ömrünün 70 olduğu şu "boktan" hayatı yaşama biçimimiz bu mudur? Dış dünyayı unutun. Orda bizle ve tüm Orta Doğuyla ilgili büyük hesaplar var. O konuya girdik mi çıkamayız. Dönelim sadece kendimize bakalım. Kardeş kardeş yaşamak bu kadar mı zor?! Onlarca farklı ırkın bir arada toplandığı ülkemde birbirimizi sevmek, kan dökmeden sorunlarımızı çözmek bu kadar mı zor?!

"Operasyon değil katliam istiyoruz", Van'da ki deprem için "zaten teröristleri besliyorlardı iyi oldu" diyenler lafım size; her biriniz birer insan müsvettesisiniz! Hiçbiriniz sakın ama sakın Atatürkçülük'ten ahkam kesmeyin! Siz ne anlarsınız Atatürk'ten Atatürkçülükten! Masumlar ölüyor masumlar! Ne katliamından bahsediyorsunuz!

Hey erkekler! Askerlik yaşınız geldiğinde parası olan olmayan hepiniz doğuya gitmemek için nasıl torpil yaptırırız diye debelenip duruyorsunuz ama. Oturduğunuz yerden "katliam istiyoruz" demesi kolay değil mi?! Hadi gidin siz vurun bir "terörist" dediğiniz insan evladını! Kolay mı zannediyorsunuz siz tetiği çekmeyi?! Orda ki askerlerde sizin gibi hayatında silah görmemiş "anasının kuzusu" evlatlar! Bir insan öldürmenin vicdan azabıyla nasıl yaşanır siz biliyor musunuz? "Krallar" gibi askerlik yapanlar bile işkence görüyor gibi "şafak" sayıyor. Döndüklerinde de sanırsın "seferden" dönmüşler!.. "Askerde insan düşmanını bile özler" demeyen bir erkek var mı çıksın söylesin bana!

Yaa öyle kolay değil işte adam öldürmek. Bir canı yok etmek dünyanın en zor şeyi! O yüzden oturduğunuz yerden her konuda ahkam kesmeyin, anlamsız siyaset yapmayın. Propogandadan öteye gidemezsiniz!

Irak, Suriye, Libya... Taşlar yerine elbette oturacak. Benim, ülkemde de dünyada da tarafım yok. Tek bildiğim hümanizm! "Hayat sevince güzel." Hepsi bu! Benim herkese tavsiyem 70 senelik "değersiz" ömürlerinizi anlamsız şeylerle uğraşarak geçirmeyin, insanların "gazına" gelmeyin. Tek hedefiniz mutlu olmak ve mutlu etmek olursa içleriniz "kokuşmaz", gözlerinize "pislik" yerleşmez!..

Diyorum cennet de cehennem de bu dünyada da kimse inanmıyor bana...

22 Ekim 2011 Cumartesi

Bir "sosyete" modacısının yaşam öyküsü: Celal Çeneci

Enteresan yaşam ve başarı öyküleri her zaman ilgimi çekmiştir. Biriyle tanıştım. Daha doğrusu tanıştırıldım! Arkadaşım "seni bir 'terziyle' tanıştıracağım, onu bir dinle, sadece dinle" dedi. "Peki" dedim, döküldüm Nişantaşı yollarına...

House cafe... Corner olan... Kendini bende vazgeçilmez sanan sade türk kahvemi macchiato'yla aldatıyorum. Güneş, gözlüğümün üstünden vuruyor. En sevmediğim... Güneş koruyucumu sürmemişim. Bembeyaz tenimin rengi değişecek diye stres içindeyim. Paranoyaklaşma kızım diyorum ve kahvemi yudumlayarak İbrahim'le sohbet halinde "ünlü" terzimizi bekliyorum...

"Geliyor" diyor İbrahim. "Hani nerede?.."

Ufacık, tefecik, kel, kravatsız gri takım elbisesiyle, gözlerinde çocuk enerjisi parlayan bir adam görünüyor. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi güven verici bir ifadesi var...

Konuşmaya hazır gelmiş gibi. Belli ki sohbet etmesi en kolay insanlardan. Ortamlarda mutlaka olması gerekli olan, sessizliği kıran, gerginliği yumuşatabilen karakterlerden...

Ben sormadan başlıyor anlatmaya...

11 yaşında evden kaçan bir Kayserili. Derslerinde başarısız, terzinin yanına çırak olarak verilmiş bir çocuk. Bulduğu, buluşturduğu otobüs parasıyla ailesinden habersiz Ankara otobüsüne atlıyor. Gençlik Parkında yatıp kalkarken bir gün güzel giyimli bir bayana iş aradığını terzi kalfası olduğunu söylüyor. Kadın "burda otur ben 1 saate geleceğim" diyor çocuğa bir çay söylüyor gidiyor. 1 saat sonra geri geliyor ve artık terzi bir bayanın yanında iş sahibi oluyor. Parklarda yatıp kalkmaya bir süre daha devam ettikten sonra "patronundan" avans istiyor ev tutacağını söylüyor 50 lira alıyor ve "pııırrrr" taşı toprağı altın İstanbul'a kaçıyor. Dolandırıcılığından ya da art niyetli olduğundan değil bu çocuk kabına sığmıyor...

İstanbul'da Beyoğlu'nda 35 liraya başlıyor işe. Dayıları İstanbul'da yaşıyor. Dayımda kalıyorum deyip sabahlara kadar Unkapanı Mecidiyeköy'de geziyor. Ayağında sivri uçlu ayakkabılar, kısa kollu bir gömlek. Ustası dindar geçinen namaz kılmayanı işe almayan ama yemek yediğinde de bir tabak artırmayan bir hacı! Hergün sabah aynı bakkaldan 1 ekmek, 3 sivri biber, 3 salatalık, 3 domatesi 3 öğüne bölüştürerek yiyor. Havalar soğuyor. Ustasında dükkanında yatmak için izin istiyor. Gömleğini yıkadıktan sonra mankenin üstüne asıyor. Sabah bir bakıyor mankenin kiri komple gömlekte, gömlek sapsarı. Tekrar yıkıyor, ıslak gömleği giyiniyor. 1 ay daha çalıştıktan sonra ustasına işten ayrılacağını söylüyor ve 100 liraya iş buluyor. Sonunda "karnım doymaya başlamıştı" diyor.

10 senede işi öğrenmiş kalfaların yaptığı işi 2-3 senelik çırakken yapmaya başlıyor. Geceleri dükkanda kalırken paltoların kollarını söküyor tekrar dikiyor. Kendini geliştiriyor. Bir gün ustasının karşısına çıkıyor "şuna bir bak ben yaptım" diyor. Geceleri ben bunların kollarını söküp dikiyordum yani ben kalfayım sen beni kandırıyorsun diyor işten ayrılıyor. "Kalfalar 200 lira alıyordu" haklıydım diyor. Ordan bir kadının yanında işe başlıyor. Kendini geliştiriyor da geliştiriyor. Çok zeki... Hakkını aramayı da biliyor... Haftada 3 tane manto dikiyor. Elde! Makina yok bir şey yok! Haftada 300 lira kazanmaya başlıyor. Birlikte çalıştığı kalfanında işini yapıyor, ayda 500 lira cepte. "Kalfa Kemal'e de harçlığını ben veriyordum" diyor. İlk evini tutuyor. Artık 15 yaşında! Ajda Pekkan'ın çıktığı gazinoya giremiyor dışardan Ajdasını izliyor.

Böyle kadına sığmayan bir genç tabiki de aşkla erken tanışır... Apartmanındaki bir kızla bakışıyorlar, birbirlerinden kitap alıp veriyorlar. Kızın babası öğreniyor. Bizim Celal'i aramaya çıkıyor. Celal "pııırrrr" bir daha dönmüyor oraya.

Hergün 1 manto diker oluyor. Ustası hiç çalışmıyor artık. "Ustam hergün 1 şişe rakıyı açıp sabahtan içmeye başlıyordu." diyor. "Onun yanından da ayrıldım" diyor çünkü işçiliği çok iyiydi ustamın ama estetik yoktu öğreneceğimi öğrenmiştim diyor ve artık Celal Nişantaşı'nda bir terzinin yanında işe başlıyor. Bayan ona parasının hesabını öğretiyor. Banka hesabı açtırıyor ona, parasını çarçur etmesin diye.

Yıldırım Mayruk... Manto ceketciyim diye gidiyor yanına. Mayruk "ben manto ceketde zarar ediyorum ben elbiseciyim" diyor. Celal kafaya koymuş ya giriyor damardan "Sen terzi değilsin diyor. Benim eski ustam 5000 6000 kazanıyor. Evi var. Dostu var. Benim de dostum var. Senin neyin var" diyor. Mayruk da diyor "o zaman git içeri şunun bir boyunun ölçüsünü al." Eline verdiği mantoda terslik görüyor, söylüyor ustasına "hata yapmışsın" diyor. Mayruk'un "burnu" kıpkırmızı oluyor. "Sinirlenince onun burnu kızarırdı" diyor. Celal "ben yaparım bunu" diyor ve yapıyor. Mantonun sahibi bayan geliyor mantosunu çok beğeniyor alıyor gidiyor. Mayruk Celal'e "ben seni anlamadım yarın bir daha gel diyor" Ertesi gün Selma Simavi'nin ceketini diktiriyor. O da memnun kalıyor. 3.gün yine ünlü bir müşterisinin ceketini veriyor. Müşterileri  Mayruk'a "sen mantoda bu kadar iyiydin niye yıllardır dikmiyorsun" diye sitem etmeye başlıyorlar. Böylece giriyor bizim delikanlı Celal, Yıldırım Mayruk'un gözüne. Mayruk "aldığın para senin olsun benimle çalış diyor"

Yıldırım Mayruk'un modaevinde ne anılar ne anılar... Gizlice Mayruk'un viskilerini içmesi mi dersiniz, her ay 2 daire parası kazanıp hiç birikim yapmayıp her gece pavyonlarda, gazinolarda yemesi mi dersiniz, 80'lerde Ajda Pekkan'ı tüm "terzilerin" bir dönem boykot edip kimsenin ona dikmeme kararı alması mı dersiniz...

Kendi yanında çalıştırdığı kalfalarının daha çok kazanması için Mayruk'a "15 lira vermek ağır geliyor usta çıkaracağım bunları" diyor. Mayruk "çıkarma ben veririm paralarını" diyor. Aynı zamanda Celal'de veriyor. "Ben kalfayken daha çok kazanıyordum. Onlarda kazansın diye yaptım" diyor.

Mayruk, Celal'e kazandığı paraları pavyonlarda yemeyi bıraksın diye "ben sana Bebek'te ev alayım, ödeyim taksitlerini sen parasız çalış" diyor. Celal'ın iyiliğini düşündüğü için. Celal kabul etmiyor...

Çok iyi niyetli, temiz kalpli bir insan... Herkesin mutlu olmasını istiyor. Gözü hiçkimsenin yerinde değil. Param yok deyin para almaz, sokaktan çingene geçsin söküğünü diker yollar...

Son zamanlarda Mayruk kızgın Celal Çeneci'ye. Birgün bir gazeteye "Yıldırım iş bilmiyor" dediği için. Aslında tüm demek istediği "Yıldırım Mayruk'un tekniği çok iyi, kendisi çok iyi biliyor, gözü çok sağlam ama yanında çalışanların onun tarzını çok iyi bilmesi gerekir yoksa modelistler dikemez" demek istemiş. Geçmişteki ustası için "istese İtalya'da lider" olurdu diyor ama ekliyorda ceket dikmeye benimle başladı diye!..

Yazılacak yazılamayacak, aklınıza gelebilecek dönemin tüm "ünlüleriyle" ne hikayeler ne hikayeler...

Gözü hiçbir zaman yükseklerde olmamış. Evim var, yazlığım var, iş yerim var. Çoluğum var çocuğum var, torunum var. Daha ne isteyim dünyaya 1 kez geliyoruz diyor. Hayatından memnun. Hala çalışıyor...

Şimdi o benim abim, akıl hocam, dostum...

Kapısı her zaman herkese açık. Yeri Nişantaşında. İster sohbete, ister kendiniz de yakından tanımaya, ister temiz işçiliği ve zevkiyle kendinize harika bir elbise diktirmek için her zaman gidebileceğiniz bir hayat öğretmeni...

21 Ekim 2011 Cuma

Zafere giden her yol mübah mıdır?

Yıllardır düşündüğüm düşündüğüm ama bir türlü kararını veremediğim durum... Zafere giden taşlı yollarda yaptığımız "her şey" mübah mıdır?..

Herkesin idealleri ve amaçları var kısa hayatlarında. Yarış atı gibi koşturulmaya daha okul çağlarından başlatılıyoruz. Rekabet, mücadele çocuk yaşlarda öğretiliyor. Zafere ulaşmanın kolay yolları olduğunu çocukluktan -analarımızdan, babalarımızdan, öğretmenlerimizden- görerek öğreniyoruz. Aileler çocuklarının daha iyi eğitim alabilmesi için çalışmaya teşvik etmek yerine "torpiller" yaptırıyor. Öğretmenler öğrencileri akılları sıra daha başarılı olmaları için anlamsız rekabete zorluyor. Baba dayak yiyen çocuğuna "sen de vurdun mu çocuğum?" diye soruyor.

Küçücük yaşlardan "çakallığı", yalanı, istediği amaç uğruna birbirini ezmeyi, "sağ gösterip sol vurmayı" öğrenen bir nesil... Küçük kurtlar sofrası!..

Büyüdüğünde bu insanlardan ne beklenebilir ki? Tabi ki de istediği pozisyona gelebilmek için birbirlerinin yüzüne gülüp arkasından kuyusunu kazacaklar!

Suç kimde? Ağaç yaşken eğiliyor!

Ben böyle insanlar tanıyorum! Biliyorum siz de tanıyorsunuz! Yükselebilmek için üstünün "altına yatan" kadınlar, patronun "kıçını" yalayan erkekler, gözleri hırslarından kör olmuş "korkunç" insanlar!.. Demek bunların çocukluklarına dönüp "tedaviye" ordan başlamamız gerekiyor. ;)

Her zaman söylediğim bir laf vardır. Torpille bir yere gelebilirsin ama için boşsa orda kalamazsın! Görüyoruz örneklerini sürekli. Kadınlığını silah sanan "aptallar" kadınlık gururunu ayaklar altına alıp erkeğe istediğini verdikten sonra ne oluyor? Erkeğin işi bitince ya kovuluyor ya eski pozisyonuna "bir şekilde" geri gönderiliyor! "Kıç yalayan" erkekler kariyer hayatları boyunca kendilerini patronlarının sağ kolları sanıyorlar, havalarını atıyorlar. Yıllar sonra dönüp bakmak akıllarına gelirse fark ediyorlar ki hep aynı yerde saymışlar, kendilerini "köstebek" olarak kullandırmışlar.

Bir de böyleleri dürüst ve namuslularla dalga geçerler. "Aptal" derler...

Bu yazıyı yüzümde öyle bir gülümsemeyle yazıyorum ki, biliyorum sizde okurken benim gibi gülümsüyorsunuz. Aklınıza hep şahit olduğunuz örnekler geliyor. Sonra ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Vicdanı rahat olmayan ya da çıktığı kadar hızlı düşen onlarca "kaybeden!" Ya da ömrünün sonuna kadar hep "tetikte", "birilerine" muhtaç kalmak zorunda olan huzursuz ve mutsuz insanlar!

Hiçbir zaman unutmamak gerekir ki "dürüstlük en iyi politikadır." Kim ne derse desin!.. Akşam yatağımıza yattığımızda Allahımıza ve vicdanımıza hesap veririz. Huzurlu uyumak kadar güzel bir şey var mıdır söyleyin bana?

Hayır hayır bana göre zafere giden her yol kesinlikle mübah değildir! Eğer ki ben "tahta" birilerinin canını yakarak, yoluma çıkanları ezerek oturuyorsam orada bana dikenler batar. Tarihe bakıldığında gerek imparatorlukların zirvesindekiler, gerek büyük işler başarmış insanlar mutlaka birilerinin canını yakarak oraya gelmişlerdir diyerek bana safça düşündüğümü söylemeyin. Evet "her şeyin bedeli vardır!" Büyük insanlar büyük bedeller ödemişlerdir. Başarılı bir pop yıldızı ya da iş adamı ya da diplomat olmak için aile kurmamıştır ya da eşine çocuklarına yeterli zaman ayıramadığı için mutlu bir aile hayatını tadamamıştır ya da çok fazla kişinin sorumluluğu omuzlarında olduğu için hastalık sahibi olmuştur; gibi gibi onlarca örnek... Bunlar bedeldir. Zafere ulaşmak için her yolu mübah görmek değildir. Ayrımı yapmak gerekir...

Benim nacizane görüşüm zafer hakkedilmelidir şeklindedir.

Bilemiyorum karar sizin...


20 Ekim 2011 Perşembe

Türk+kürt+asker+şehit+pkk+terörist(gerilla?)+Mit=Türkiye Hükümet=Dış güçler Türkiye-hükümet=BARIŞ

Başlık uzun bir denklem oldu değil mi? Anlayabildiniz mi? İyi okuyun, iyi düşünün, anlarsınız!.. Anlayanlar da anlamayanlara anlatsın onlar da anlarlar!..

Bana neden terörle ilgili yazmadığımı soruyorlar. Yazmıyorum çünkü bu konuda fazla şey biliyorum. Yazmıyorum çünkü Kürtçü görüşün de, Türkçü görüşün de kitaplarını ve "kürt sorununa" dair tüm tarafsız raporları okudum. Yazmıyorum çünkü Kürt dostlarım da, Türk dostlarım da var. Yazmıyorum çünkü şehit anasını da dinledim, "terörist" anasını da dinledim. Yazmıyorum çünkü köylerinde ne şiddetlere maruz kalmış, tek suçu kürt olarak doğmuş olanları tanıyorum. Yazmıyorum çünkü bunların hepsinin bir "oyun" olduğunu biliyorum!

Sizler sevgili, "sadece şehit verdiğimizde Türk olan" sizler, siz de hiç araştırdınız mı benim gibi? Yoksa her konuda olduğu gibi bunda da gazetede okuduğunuz iki haberin "gazıyla" mı konuşup duruyorsunuz oturduğunuz yerden? Pardon bu ülkede her 2 kişiden biri "aptaldı" unuttum, pardon! Yoksa zaten ne başımızda bu hükümet, ne kürt kardeşlerimizle sorun, ne PKK, ne şehit olurdu "canım" ülkemde!

Türküm, doğruyum, çalışkanım! Atatürkçüyüm! Atatürk'ün tüm ilkelerinin 1. sırada uygulayıcısıyım! Vatanıma, ülkeme Mersin'li Arap kökenli bir "Türk kızı!" olarak her zaman sahip çıkmaya çalışan bir vatan
severim ama arkadaşlar olmaz, sizin yaptığınız gibi olmaz!..

Siz "kürt sorunu" neden var biliyor musunuz? Bunu tüm gazeteciler ve ilim insanları biliyor ama bizim ülkemiz öyle bir ülke olmuş ki kimisi konuşmaya korkuyor, kimisi tehdit ediliyor, kimisi çıkarını düşünüyor avantasına bakıyor, konuşan yerinden ediliyor, gazeteler, gazeteciler bildiklerini yazarlarsa diye tehdit ediliyor ve biliyorsunuz suçlu, suçsuz bu ülkede herkes cezaevine atılıyor!

Lafınız sadece bu hükümete olmasın. Hükümeti kollamıyorum. Akp'nin 1 numaralı karşıtıyım. O "2 kişiden biri" değilim! Tüm açık yürekliliğimle bunu söylüyorum! Araştırın.... Geriye dönün... Tansu Çiller, Süleyman Demiral zamanlarına dönün!..

Koruculuk, Pkk, kürt, Türk, Mit ne yapar, niye var, Pkk'yı var eden kimdir, dış güçlerin etkisi ne düzeydedir? Bunların hepsini öğrenin ondan sonra "doğru kişilere" esin gürleyin! Ben bir şey söylemiyorum. Onlarca bilirkişi varken bana bu konuda "doğruları" anlatmak, ahkam kesmek düşmez. Sadece öneride bulunuyorum. At gözlüklerinizi çıkarmanızı söylüyorum!

Kürtler de bu ülkenin vatandaşıdır. Kürtler de kardeşlerimizdir. Ayrımcılık yapmayın, unutmayın her Kürt Pkk'lı değildir! Pkk kürtlere değil başka şeylere hizmet etmektedir. Kürtlük amaç değil "araçtır!"

Umarım bu küçük ama "büyük" cümleler beyninizde yeni "ampuller" yakmıştır... İstenirse kan bugün biter!

Kimse ölmesin ama "hiçkimse!" Hiçbir ana, baba, eş, evlat ağlamasın! Dünyanın hiçbir yerinde! Hepimiz kardeşiz, dünya barış varken güzel! Ülkem kan akmıyorken güzel!

Evlatlarını kaybeden "tüm" ailelere başsağlığı diliyorum...

Ne mutlu Türküm diyene!..

19 Ekim 2011 Çarşamba

Bugün benim doğum günüm!

24 sene önce bugün saat 18.10 da Özel bir Hastanede müthiş bir sıcağın ardından patlayan yağmurlu bir günde dünyaya gözlerini "çirkin" bir bebek açmış... O bebek benim :)

İyisiyle, kötüsüyle, acısıyla, tatlısıyla, gözyaşlarıyla, kahkahalarla 24 seneyi geride bırakıyorum...

2 sene önce bir medyum bana 24 yaşın benim için zor bir yaş olacağını söylemişti. Gerçekten de öyle oldu! O yüzde benim gibi daha 24 yaşından yaşlanmaktan korkan bir insan 25'e girdiği için o kadar mutlu ki anlatamam! :)

Bu sene benim senem olacak!.. :)

İlk hediyemi yurtdışında olan çok özlediğim kardeşimin telefonuyla aldım. :) 2. hediyem annemden hakiki vizon kürkü bir kabandı. İnanılmaz mutlu oldum. Hayvanseverim kimse kızmasın bana, ben kendim her ne kadar içim çok gitse de gerçek kürke asla para vermem ama annemin verdiği kürkü de reddedemem! :-|

Doğum günümüyse herkesin tahmininin tersine çocuk esirgeme kurumunda geçirdim. İşin aslı pazar olan doğum günümü kutlamaya cumartesiden başladım. Güzel ve mutlu bir cumartesi gecesinin ardından (ayrıntıları yazmayacağım üzgünüm ;)) çocuk esirgemede geçirilmiş muhteşem saatler... Ne alaka değil mi?

Bir baba... Karısı, çocuklarını ve kendisini bırakıp gitmiş. Çocukları devlet elinden almış. 2 oğlan çocuğu. Biri 8, biri 3 buçuk yaşında iki aslan parçası. Benim için en büyük hediye onların yüzlerinde gördüğüm kocaman gülümsemelerdi. Verilen birkaç hediyeyle kendilerini dünyanın sahibi hissetmelerini görmenin paha biçilemez mutluluğuydu. Birinin yüzünü güldürmekten daha büyük mutluluk sebebi olabileceğine inanmıyorum!

Alemdağ Cumuriyet Köyü Sevgi Evleri ve Çocuk Esirgeme Kurumu... İstinye'de oturan biri için tabiri caizse "cehennemin dibi!" Git git bitmiyor... Bir de şansıma Avrasya Maratonu'nun yapıldığı güne denk geldi mi! Boğaziçi Köprüsü kapalı, yollar kapalı, FSM'de kaza var kapalı! Kapalı oğlu kapalı!..

Yorucu yolculuktan sonra o ışıldayan 2 çift gözü görmek ben de ne yorgunluk bıraktı ne bir şey. Kurum da tahminim aksine tertemiz, yepyeni, sıcacık, güvenli... Çalışanlar güleryüzlü, çocuklar sağlıklı ve mutlu... Çocuklar "ev" dedikleri villa tipi yerleşkelerde kalıyorlar. 6 yaş üstü kızlar ayrı, erkekler ayrı kalıyor. Okullarına servis alıp götürüyor. Çalışanlar bütün çocukları ve ailelerini(varsa) tek tek tanıyor. Beklediğimin çok çok üstünde bir tablo! Tabi ki bir ananın sıcaklığını, babanın şefkatini ne kadar hissedebilirse...

Çocuklarla inanılmaz keyifli saatler... Beni öpücüklere boğan, sevgiye aç, dünyadan bihaber masum ve gülen 2 çocuk. Oyunlar oynadık, toplama/çıkarma yaptık, sohbet ettik, yedik, içtik, güldük, şakalaştık... Ayrılırken sanki kendi evladımdan ayrılıyor gibi hissettim. O güzeller güzeli Arda nasıl da arkamızdan "ıslanıyor musunuz yağmurda?" diye seslenerek el sallıyordu. Yine gelmemi istediler. Yine gideceğim... Birini mutlu etmek kadar mutluluk verici bir şey olamayacağını bir kez daha bir kez daha söylüyorum...

Ne kürk, ne pırlanta, ne pahalı bir çanta... Bundan daha güzel bir doğum günü hediyesi olabilir miydi?..

13 Ekim 2011 Perşembe

Hiç kazık yememişlere kulağa küpe niteliğinde, yaşanmış, "acımasız gerçekler"

İnsanlar öyle bencildir ki... İnsanlar öyle nankördür ki... İnsanlar öyle yalancıdır ki...

Sırtından vurulmayan var mıdır şu hayatta?..

"Sana iş bulacağım, bunları birlikte aşacağız, yanındayım merak etme" derler. Aman sakın ha inanmayasınız! Aradan birkaç ay geçer "püüff" yok olurlar ya da kendi hayatlarında içinden çıkılmaz bir duruma girmişlerdir!! Hayatlarının en zor dönemlerinden geçiyorlardır! Tüh tüh ne yazık ki bu da sizin "şanssızlığınıza" gelmiştir! Aman ha inanmayasınız, güvenmeyesiniz. Bunların hepsi külliyen yalan. Ya sizi yatağa atmak için bu kadar ay oyaladı, amacına ulaşamayınca da uygun bir kılıf giydirmeye çalıştı ya da ilgilenir "gibi" yaptı sizi unuttu gitti!..

Sizinle ilgilenmezler. Sizi aldatırlar. Verdiği sözlerde durmazlar. O romantik kaybolmuştur. Oysa sizi elde edene kadar ne "debelenişti" değil mi? Bu da sizin "şanssızlığınız!" "Aşkım sen benim şanssız dönemime denk geldin." derler. Allah kahretsin hep de şanssız olan sizsinizdir. Bir uğursuzluk mu var sizde yoksa ne? Bir kurşun mu döktürseniz? Şanslı dönemlerinde de ama nedense bulamazsınız onları bir türlü. Sizin gibi "enayiye" ne ihtiyaçları var ki şans onlardan yanayken!..

Kanserlerini bile bahane ederler. Ellerinde raporlarla gelirler. Ben kanser oldum, sana ihtiyacım var derler. Anlamsız vaat verirler sırf yanında olup ona destek olasınız diye. Sizin insani acıma duygunuzu sömürmeye çalışırlar. O kadar "iğrençtir" işte insanlar. Hastalıkların en belalısı kanseri bile çıkarlarına alet ederler. Dar ağacında yine yalan söylerler!..

Borç isterler. Analarını, babalarını bahane ederler. "Kredisi var annemin ödemezsem cezaevine girecek" derler. Kendi ananızı, babanızı düşünürsünüz kıyamazsınız. Vicdan yaparlar. Vicdan sansarlarıdır bunlar. Çıkarır verirsiniz kaç kuruş istiyorsa. Sonra mı? "Ben senden para mara almadım ne parası benim senin parana mı ihtiyacım var" diye gözünüzün içine baka baka utanmadan,vicdanları sızlamadan yalan söylerler!..

"Gel kefil ol bana" derler. Dosttur kıramazsınız. Alacaklı sizin yakanıza yapıştığında da "valla param yok" ayağı çekerler ama altlarında son model arabayla gezer, her gece başka mekana, yazları tatile giderler!..

Hiç mecbur olmadığınız halde kardeşinizi, eniştenizi, dayınızı, yeğeninizi, oyunuzu, şuyunuzu, buyunuzu bataktan kurtarırsınız. Cemaat "e görevi" der. Üstüne üstlük sizin başınıza bir şey geldiğinde birini bile ara ki bulasın!..

Sizi yatağa atmak için ellerinden ne geliyorsa yaparlar. Sevgilisinin arkadaşına da bakarlar, arkadaşının sevgilisine de... Fırsat buldular mı yapışırlar. Kızlar da yapar bunu erkekler de. Ar damarı çatlamıştır bu insanların. Başınızın üst 2 tarafında bir kaşıntı mı hissetmeye başladınız? Aman arkanızı kollayın, sırtınızı boşluğa vermeyin hiçbir zaman!..

Gel ortak olalım derler. Yükü sırtlarından atarlar. Siz "eşek" gibi çalışırsınız. O "ağustos böceği" misali izler sizi. Yapacağım der yapmaz. Çıldırırsınız, sinir hastası olursunuz. Dikkatli olun kime güveneceğinizi iyi seçin!..

Önemli bir insan olduysanız ya da önemli, başarılı bir insan olma potansiyeli taşıyorsanız yalaka oluverirler. Yanınıza gelip destekçiniz olmak isterler. Aman... Aman... İnanmayın... Sizi sömürmeye geliyorlar. Sırtınıza çıkmaya, sizi kullanmaya geliyorlar!.. Uzak durun. Sert de reddetmeyin bu defa de çamur atarlar çünkü. "Unutmayın meyve veren ağaç taşlanır!.."

Genç kızlar iyi dinleyin... Evleneceklerini söyler, kandırırlar. Size sahip olurlar. Gençliğinizi alırlar. Gözünüzün yaşına bakmazlar. O kadar önemlidir çünkü uçkur! Ayrılamazsınız sonra... Ele güne ne dersiniz... İnanmayın... Aldanmayın... Ne yaparsanız yapın kendi isteğinizle yapın, oyuna gelmeyin, vaatlere kulak asmayın!..

Beyler sözüm size... Sizi sevdiklerini söylerler. Sizi değil paranızı, altınızdaki arabayı severler. Paranız bittiği an sizi terkederler. Yatakta kötü olduğunuzu herkese söylerler! Her zaman sizden iyisini arayışları devam eder. Böyleleri vardır. Tuzağa düşmeyin... Kandırılmayın!..

Yaaa işte böyledir insanoğlu. Yalnızca kendi çıkarını düşünür. "Önce can sonra canandır" her zaman. "İğneyi kendilerine çuvaldızı size batırırlar" her zaman. Zafere giden her yol mübah der çoğu. Dışardan mert, namuslu, dürüst takılır, içi kokuşmuştur çoğunun. Dürüst olmak, samimi olmak bu kadar zordur kimine işte...

Siz siz olun annenizden başka hiç kimseye güvenmeyin şu acımasız hayatta!..





9 Ekim 2011 Pazar

İstanbul piçisin, İstanbul piçiyiz, İstanbul piçiler...

İstanbul insanı... Olabildiğe "piç", duygusuz, şeytan, bencil, çıkarcı... Kadını da erkeği de!

Kızmayın! Gerçekleri yazıyorum, siz de biliyorsunuz. İstanbullu'dan başka kim böyle rahatça para, karı-kız mevzularını dile getirebilir? Kendini bu kadar "açık ve net" ifade edebilir? Lafım İstanbul'da doğup büyüyenlere, uzun yıllar burda yaşayanlara değil çünkü insan özünü nereye giderse gitsin koruyor. İstesede aslonanı değiştiremiyor.

"Ayıptır" bizde bazı şeyler. Öyle rahatça para mevzusuna giremezsin kimseyle. Öyle rahatça borç isteyemezsin, öyle rahatça hesabın "sadece" kendine ait kısmını ödeyip kalkamazsın. Alman usulü yoktur bizde. Bizde, yakın arkadaşlar arasında, sevgili arasında böyle muhabbetler olmaz! Erkeklerimiz ağırdır. Kıza hesap ödettirmez, kız kapısından alınır, kapısına bırakılır. Öyle "dangadanak" seninle yatmak istiyorum demez İstanbullu'dan başka hiçbir erkek! "Reina'dayım hadi atla gel" demezler "nerdesin gelip alıyorum" derler. Bizim kızımız da farklıdır. Öyle erkekleri parası için kullanmazlar. İstinye Park'lara götürüp vitrinlerin önünden geçerek "ayyy çok tatlı bana bunu alsanaaaa" diyemezler. Tek gecelik ilişki yaşayamazlar. Ertesi gün uyandıklarında kendilerini "rezil" hissederler. Ayıptır. Babalar, analar böyle yetiştirmiştir.

Yadırgamıyorum. Eleştirmiyorum. Kimse yanlış anlamasın!..

Her şeyde olduğu gibi bunda da 2 tarafında artıları eksileri var. Bir İstanbullu'yu kimse kolay kolay kandıramaz, kimse "tuş edemez." İstanbullu kafasına bir şey koymayagörsün elinden kurtulur mu hiç? Pes etmez, yılmaz, yorulmaz... Erken yaşta öğrenir hayatı, kendi ayakları üzerinde durmayı, farklılık yaratıp, kalabalıklar içinden sıyrılmayı... "Armut piş ağzıma düş" diye bir şey olmadığını bilir. Başarının, zenginliğin "gümüş tabakta sunulmadığını" çoktan öğrenmiştir. Erken yorulur ama... Erken yaşlanır... Çok genç yaşta sahip olduğu, gözündeki o herşeyi bilen pırıltı yerini yorgunluğa erken bırakır. Güvenemez kimseye... Güvensiz yaşamak zorundadır çünkü kendisi de sevgilisini aldatmıştır, kendisi de patronuna yalan söylemiştir, kendisi de ailesine yalan söylemiştir, kendisi de hile yapmıştır. O yüzden aile kurmaktan korkar. O yüzden sırlarını kimseye açamaz. O yüzden içkiyi sever bu şehir! Bilir sırları onda saklı kalacak, kendini terketmeyecek, başkasının yatağından gelip kendi yatağına yatmayacak, cebindeki parada gözü olmayacak... Evlilik gözünü korkutur çünkü bilir bu şehirde kimsenin kimseye eyvallahı yoktur, bilir tehlikelidir insanlar, bilir kimse inanmaz aşka bu şehirde! Bilir bu şehir örf, adet, gelenek, görenek dinlemez!..

Tuhaf bir şehir İstanbul... Geleni hapsediyor içine, alet ediyor oyununa, düşürüyor tuzaklarına... Bana, İstanbul'da yaşayan bir daha asla başka şehirde yaşayamaz derlerdi. Anlamazdım... Anladım... Kendi memleketine bile gitmek istemiyor insan. Giderse bir şey kaçıracak gibi hissediyor insan. Hayat okulunda olduğunu biliyor insan... Çabuk öğrenmelisin, çabuk adapte olmalısın, çarkın içine çabuk girmelisin! Yoksa yerler, yutarlar!

Zaten çabuk "kendine" benzetiyor İstanbul!.. Gözünü çabuk açıyor ama her zaman belli oluyor "buralı" olmadığın, gözünün derinliklerindeki "kaybedemediğin" saflıktan...

"Sisteme" alet olma der uzaktakiler ama bilmezler "piç" olan barınır bu şehirde, "piç" olan yükselir bu şehirde, ancak "piç" olan mutlu olur bu şehirde!..



8 Ekim 2011 Cumartesi

Eski dost... Eskimeyen dost... Gerçek "dost" !

Sevdiğim bir söz vardır, "Eski dosttan düşman olmaz diye". Kim bana katılır kim katılmaz bilmem ama ben buna kalıbımı basıyorum. Eski dost eskimeyen dosttur. Araya yollar, yıllar, küskünlükler girse de tekrar kavuştuğunuzda "köprünün altından çok sular akmamış" halidir "eski" dostluk!

Dostlarım var benim kötü günümde yanımda olan. İyilik yapıp denize attığım günleri unutmayan... Dostlarım var benim telefondaki sesimden içimi okuyan... Beni ben olduğum için seven, beni olduğum gibi kabul eden...

İnsan karşısındakini kendi gibi biliyor. O kadar doğru ki!.. Siz iyilik yapın, insanlığınızı gösterin, size kötü davranana bile gösterin çünkü gün geliyor bunların karşılığını alıyorsunuz. Sizi üzmüş insanlar asıl ihtiyacınız olan günde sizin yanınızda saf tutuyor ve herşey silinip "can dostunuz" oluyor. Önemli olan sırtınız dönükken sizi kollayan kişidir. Dost olan budur. Arkanızdan size laf söyletmeyen, kılınıza zarar gelmesine izin vermeyen... Sizi kollayan... Koruyan...

Sevgili terkeder, dost terketmez... Aşklar geçici, dostluklar kalıcıdır... Eşinizden ayrılırsınız, dostunuz yine ordadır, onu tüm ihmal etmelerinize rağmen!.. Aileniz yargılar, dost yargılamaz...

Ben çok "akıllı" bir insanım gerçek dostlar biriktirdiğim için. Bir "alo" dememle gelecek "kardeşlerim" olduğu için. Gecenin 1'inde kaloriferden tuhaf sesler geliyor dediğimde yatağından kalkıp gelen, bana her konuda yürekten destek olan, sırlarımı korkmadan paylaşabildiğim, zor günümde koşup gelen, beni asla unutmayan, gözüm kapalı canımı, malımı teslim edebileceğim, karşılıksız, beklentisiz ricalarımı kırmayan, "bana tahammül eden", içimdeki gerçek "ben"i görebilen, beni doğrularımla, yanlışlarımla seven insanlara sahip olduğum için çok şanslıyım.

Belki de terazi burcu olduğum için dostluğa bu kadar önem veriyorum. Belki de birçoğunuz için bu kelimenin hiçbir anlamı yok. Aşka inanmadığınız gibi dostluğa da inanmıyorsunuz... Kendinizden başka kimseye güvenmiyorsunuz... Belki çok büyük darbeler yediniz... Belki hazmedemediğiniz acılar var...

Siz yine de iyilik yapıp denize atmaya devam edin... Mutlaka okyanuslar bir gün o iyiliği kat ve kat fazlasıyla size gönderecektir...


Not: Blogumdaki 100. postum tüm kötü gün dostlarıma gelsin. Hepinizi çok seviyorum. İyi ki varsınız :) (Bu yazımın da en yakın arkadaşım Seher Birsöz'ün doğumgününe gelmesi de ayrı ve güzel bir tesadüf oldu :))

7 Ekim 2011 Cuma

Erkeklerde topuklu giyer: Serhat Kidil ve yüksek topukları!

Rol çalmak bu olsa gerek! Dün gece Point'te ki partyde tüm gözler Serhat Kidil'ın üzerindeydi. Ayağındaki platform topuklu ayakkabıları bayanlardan iyi taşıyordu Serhat!

Gerekli miydi orası tartışılır. Sonuçta reklam olduğu aşikar. Zira albüm kapağında da aynı ayakkabılarla poz vermiş yeni şarkıcımız. Amacına ulaştı mı ulaştı! Sonuçta tüm gazeteler, bloggerlar bugün ondan bahsetmedik mi bahsettik. Artık hepimiz onu tanıyor muyuz tanıyoruz. O zaman bir kez daha söylüyoruz neymiş? Reklamın iyisi kötüsü olmazmışşş!.. ;)



6 Ekim 2011 Perşembe

'Yalan dostum aşk diye bir şey yok aşk dediğin 3 günlük eğlence'...

Yeşilçam'dan ünlü bir replik: "Bedenim senin oldu ruhum asla!" Ne kadar derinliği olan bir söz değil mi? Demek o zamanlar biliyorlarmış "ilişki"nin ne demek olduğunu, ilişkinin haftada 1-2 görüşme, 2 yemek yeme, 2 sevişme olmadığını... İlişkinin ruhların birleşmesi olduğunu... Paylaşmak olduğunu... Araya giren yollar ve ayların bile ilişkiyi zedeleyemediği zamanlar... İnsanın sevincini de derdini de ilk hayat arkadaşıyla paylaşdığı zamanlar... O kadar gerçekmiş yani herşey!

Şimdilerde nasıl? 2 telefona cevap verilmese adı ayrılık oluyor. Taraflardan biri ilişki dışında yaşadığı herhangi bir stresini yansıtsın 'beni kasma, boğma' oluyor. Neyin var sorusuna kadın/erkek fark etmez "işle ilgili" cevabını verip kestirip atabiliyoruz. Yani? İşle ilgiliyse n'olmuş, aynı yastığa başkoyduğuna anlatmayacaksan kime anlatacaksın? O kadar tahammülsüsüz yani!.. Bu yüzden midir biten ilişkinin ardından hiç yaşanmamış sayabilmemiz? İçimizde kırıntısının bile yerleşmemiş olması? İyi günde, "kötü günde" kuralına uymadığımız için mi? O yüzden midir hep yedekte birini tutmamız? Telefonumuzun susmaması için mi? Oysa ki mutlu değil miydik? Yalan mı olmuş dünya? Biz de mi bu yalana aletiz? Bu kadar sığ mı olmuşuz hepimiz? İlişki dediğimiz şey paylaşımsız tensel zevkten mi ibaretmiş? Büyükşehir mi bizi böyle yaptı?..

Yoksa, "korkularımızdan" mı bu kadar "umursamaz aşklar" yaşamamız? Aşık olmaktan korktuğumuz için! Çünkü hepimiz 1 kere aşık olduk değil mi? O "lanet" acıyı hepimiz 1 kere çektik değil mi? Yani kendi kuyumuzu kendimiz kazmamak için mi? Yoksa büyükşehrin stresinden kaçmanın yolu mudur paylaşımsız "ilişkiler"? Alkol gibi? Olsa iyi olur, olmasa başka bir şey bulunur...

Kime sorsam aşka inanmıyor ama hepsinin "ciddi ilişkisi" var. Hepsi mutlu gibi!? "Aşkım, bebeğim, çiçeğim böceğim..." 3 gün sonra yeni bir isim! O da "ciddi"!.. "Aşkım, bebeğim, çiçeğim, böceğim..." Bedenlerimizi veriyoruz ruhumuzu asla! Bundan da gurur duyuyoruz! "Aşk ne yaa, yok öyle bir şey yaaa" diye naralar atıyoruz. Oysa ölmeden ruhumuzu teslim ediyoruz, kendimizi "yaşayan" ruhsuz ölülere çeviriyoruz haberimiz yok!..

Daha 19 yaşındaydım. Bebek... Ağlıyorum... Canımın yarısı dediğim insanı aradım. Duyduğum cevap; "ağlamana dayanamıyorum, ağlaman bitsin beni öyle ara!" Heralde o zaman aşka inancımı yitirdim. Aynı zamanda da ağlamaktan vazgeçtim. Sanırım bir daha da kimse göremedi gözlerimden süzülen yaşları. Bunu bana söyleyen kişi aradan yıllar geçmesine rağmen beni hala sevdiğini iddia eden bir kişi. Sorarım şimdi, bu mudur sevgi? Sevgilinin ağlamasına dayanamamak? Onu sadece gülerken görmek istemek? Evet, insan tüm sevdiklerinin yüzünün gülmesini ister ama gülmesi içinde elinden ne geliyorsa yapar, yapmalı!..

Şimdi söyleyin bana suç kimin aşka inanmadığımız için? Suç kimin "yatağımızdakine" değer vermediğimiz için? Suç kimin "sevgililerimizle" oynadığımız için?..

Şimdilerde aşk tamamen bir ilizyon halidir... Gerçeği herkesin bildiği ama yalanı yaşamak istediği...

Mustafa Sandal ne diyor? Benim aşka inancım kalmadı hiç, bozma keyfimi!..

4 Ekim 2011 Salı

Erkekler ve tuhaf davranışları: Bilen varsa açıklasın lütfen!..

Hiç anlamam erkekler neden ;
  1. araba yanında fotoğraf çektirir?
  2. araba kullanırken kendi kendinin fotoğrafını çeker?
  3. hız ibresinin fotoğrafını çeker?
  4. sigaradan duman bulutu yapıp dumanın içinde ağzında sigarayla fotoğraf çekilir?
  5. telefonla konuşma taklidi yaparak fotoğraf çekilir?
  6. cümle aralarında burunlarını ağır grip geçiriyormuşcasına çekerler?
  7. hayvanı koysan yaşayamayacağı kadar pis evde hiçbir rahatsızlık duymadan yaşarlarken ıslak zeminde kız saçı gördüklerinde tiksinirler?
  8. saçlarında kimsenin göremediği bozuk "tek 1 tele" takarlar?
  9. herkese kardeşim diye hitap ederler?
  10. bir mekana girdiklerinde otomatikman yürüyüşleri değişir? (hesap gelincede normale dönerler)
  11. her gece yalnız uyumalarına rağmen çok fazla "karı-kızla" birlikte oluyor imajı verirler?
  12. kalabalık bir grupta önemli bir insanın ismi geçtiğinde sadece 1 kere görmüşlüğü olmasına rağmen 40 yıllık ahbaplarıymış gibi konuşurlar?
  13. sevgilileriyle yalnızken "romantik prens" sevgili, arkadaşlarının yanında aradığında "umursamaz erkek" triplerine girerler?
  14. futbol maçlarını koltuğun ucunda bacaklar yarım metre ağız on santim açık, dirsekler bacakta, ellerini kavuşturarak izlerler?
  15. güzel bir bayanın yanında "tuhaf bir şekilde" kibarlaşırlar?
  16. kendi aralarında, tanıdık tanımadık tüm kızların arkasından "o orospu yaa" diye cümleler kurarlar?
  17. popolarına karşı özel bir hassasiyet beslerler?
  18. çift kişilik yapılan seksi kendilerine mal edip, kendi marifetleri sayarlar?
  19. vücut yaptıktan sonra ilk iş çıplak üstle fotoğraf çektirip gururla facebookda, orda burda paylaşırlar?
  20. yeni doğmuş erkek bebeklerinin "pipi"sini herkese gösterirler hatta işi abartıp fotoğrafını çekip masaüstü resmi yaparlar?
  21. ne kadar erken "milli" olmuşlarsa o kadar gurur duyarlar?
  22. 3 duble içtilerse 5 duble içtim derler?
  23. 5 kadınlar yattılarsa 15 kadınla yattım derler?
  24. gitmedikleri mekanlara kendilerini gitmiş gibi gösterirler?
  25. satın aldıkları şeyin fiyatını daha pahalı söylerler?
  26. arabalarına "kız" muamelesi yaparlar?
  27. arabalarına ve cinsel organlarına isim takarlar?
  28. ışık kırmızıdan yeşile dönerken yandaki arabayla "anlaşmışcasına" yarışarak kalkarlar?
  29. arabalarında levye bulundururlar?
  30. masada araba anahtarı, cep telefonu ve sigara simetri hastalıkları varmışcasına milim kaydırılmadan durur?
  31. cümlelerinin %80'ine "amk" diye başlarlar?
  32. telefonları çalarken sustura basarlar bir süre bekleyip açarlar?
ve son olarak; hiç hiç anlamam erkekler nasıl sadece ekmeği keserek 1 haftada 3 kilo verirler?!


3 Ekim 2011 Pazartesi

SEKS SATAR!..

Bu ara beynimde iç gıcıklayıcı bir ses: "sex sells... sex sells..." diyor. Belli bunla ilgili içimde "kişilik"lerden birinin söylemek istedikleri var.

Google arama motoruna yazılırken hiçbir dilde tamamlanmayan kelime: Seks...

Gözümün önünde Tom Ford'un buram buram seks kokak reklam kampanyaları, "Panpiş" Hilal'ı twitter'da 3000 takipçiden 100.000'lere ulaştıran, birden Türkiye gündemi yapan çıplak fotoğrafları, Rihanna'nın, Lady Gaga'nın, Madonna, Britney hepsinin seks bazlı şarkı ve videoları... En ciddi filmlerde bile 2-3 dakika sıkıştırılmış ama filmden konu çalan sevişme sahneleri... Kulağımda, hala çok severek dinlediğim Rus olduklarını tahmin ettiğim ama kim olduklarına dair en ufak fikrim olmayan "sex sells" şarkısı... Enrique Iglesias, seksiliği videolarında en iyi kullanıp, pazarlayan erkek... Ayşe Arman; ciddi bir altyapısı olmayan ama seksten konuşmaktan korkmadığı için "en çok okunan" köşe yazarlarından. Pucca, bloguyla ünlü olan, şimdilerde yazar, kim olduğunu asla açıklamayacağını söyleyen, sadece seks dünyasını anlatan kız... Melissa P. , onun "dandik" seks hikayelerini dünya üzerinde milyonlar okudu, ben de dahil! Belki de hiç yaşanmamış hayal ürünü bir hikayeydi! PR!..

Hep söylediğim gibi; "Pr is everything" , "Sex sells". Hele ki bu pr sex içerikli bir şeyle yapılırsa tam sells! ;))

Paris Hilton'un seks kasedi... Gülben Ergen'in seks kasedi... Şunun, bunun, onun seks kasedi... Hepsi ağladı ama Gamze Özçelik hariç hepsi de bunu lehine çevirmeyi başardı. Reklamın iyisi kötüsü olmazı defalarca öğrettiler bize...

Boşuna değil hem zengin hem yakışıklı "mükemmel" kocaları hep "motor" sınıfına koyulan kadınların kapması, güzel ama dişiliğini kullanmayan "namusluların" da ortalama kocalara sahip olması! Tabi soyisim değiştikten sonra "leydi" olmaları başka bir şey! ;) Hem ünsüzlerin hem ünlülerin dünyasında durum aynıdır...

Birgün bir erkek arkadaşıma sordum: "Neden en 'kaşarlar' en önce evleniyor" diye. Aldığım cevap: "MARKETING!" Yoruma gerek yok sanırım...

Kabul edelim ki seksin sattığını, ilgi uyandırdığını, dikkat çektiğini hepimiz biliyoruz. Yoksa en basiti facebook'da bile kanserle ilgili bir konuya dikkat çekmek için milyonlar iletilerinde, "Sekste en zevkli olan, tamam şimdi dikkatinizi çektiğime göre..." diye başlayan cümleler kurmazlardı!

Kendi kendime yaptığım tüm bu "beyin fırtınası"ndan sonra tek bir soru geliyor aklıma; seks ne zaman satmaz?

Seks tabu olmaktan çıktığında mı? Seks konuşmak "ayıp" hale gelirse mi? Yasaklanırsa mı? Eğitim düzeyi arttığında mı? Uzay çağı tam anlamıyla yaşanmaya başlayıp dünya gündemine "dünya dışındaki dünya" oturduğunda mı? Sekse doyduğumuzda mı? Doymak diye bir sey var mı?

Sanırım hiçbiri! İnsanoğlu yaşamaya devam ettiği müddetçe seks satacak!.. Doğuda da satacak batıda da!.. Kadın, erkek, yaşlı, genç, Müslüman, Hristiyan en büyük "zevkimiz" tensel haz olduğu için bu iş de böyle devam edecek...

Muhafazakarlar sözüm size: siz en iyisi mi kapalı kapılar ardında bizden "daha fazla" konuştuğunuz bu konuyu bizim yüksek sesle konuşmamız ve göstermemize daha fazla muhalefet olmayın, yasaklar koymaya çalışmayın, yatak odamıza bu kadar kafa yormayın! Bu olayı çok da büyütmeyin ve unutmayın ki "gizli olan" daha çok merak uyandırır!..

2 Ekim 2011 Pazar

Sadakat dosyası... Kadının aldatması üzerine...

Bu aralar sadakatle ilgili çok düşünür oldum. Sadakat nedir? Herkese göre aynı şey midir? Sadakatsizlik sadece cinsellikle mi sınırlıdır? Sadakatsizlik ahlaksızlık mıdır? İnsan neden aldatır? Aldatan affedilmeli midir? Aldatmanın bahanesi olur mu? İnsanoğlu tek eşli mi yaratılmıştır, toplum düzeni mi bunu gerektirmiştir? Aldatıldığınızı hisseder misiniz? Bir kez aldatan mutlaka bir daha aldatır diye bir kural var mıdır? 2 kişiyi aynı anda sevebilir misiniz? 2 kişiyle aynı anda ilişkinin olmasının nedeni nedir? Çok mu büyük ahlaksızlıktır? Kadın mı çok aldatır erkek mi?

Kafamda deli sorular...

Bu yüzden sadakat dosyası açmaya karar verdim. Bu yazımda kadının aldatmasını irdeleyeceğiz. Sonra sıra erkeklere gelecek ;)

Kadın aldatır mı? Ekonomik özgürlüğü olan kadın mı aldatır? Kadın neden aldatır? Tek gecelik heyecan için mi? Hayatını paylaştığı kişinin ilgisizliğinden mi? Rutine girmiş ilişkinin can sıkıcılığından mı? İntikam almak için mi?..

Kadın aldatır... Mutsuzsa aldatır... Canı acımışsa aldatır... Kadın da bağlanmak korkar! Bağlanmamak için aldatır... Erkeklerin dünyasında gücün kendinde olduğunu hissetmek için aldatır. Seksin erkeklere ait bir konu olmadığını kanıtlamak için aldatır.Oyun kurucunun kendisi olduğunu göstermek için aldatır... Kadın "erkek yüzünden" aldatır!

Kadın aldatır aldatmasına da enteresan olan aldatan "ahlaksız" kadına erkek daha çok bağlanır. Erkek midir tuhaf olan yoksa mesele "kaçan kovalanır" olayı mıdır? Yoksa "erkeksel" bir rekabet midir?

Kadın neden daha sadık görünür? Yuvayı dişi kuş yapar "safsatasına" inandırılmış olmamızdan mı? Yoksa kadının daha iyi yalan söyleyebilmesinden, soğukkanlılıkla "yediği haltları" gizleyebilmesinden mi?

Araştırmalara göre Türkiye'de ki büyük şehirlerde uzun süreli evliliği ya da ilişkisi olan her 2 kadından biri eşini duygusal ya da fiziksel olarak en az 1 kere aldatmış. Ciddi bir rakam değil mi?!

Bu durumda erkeklerin aynaya bakma vakti çoktan gelmiş geçiyor oluyor sanırım. Kendilerine sormaları gereken sorular var. Belki farkında değilsiniz ama aldatılıyorsunuz. Oynadığınızı sanarken oynanıyorsunuz. Neden diye sorun kendinize! İlişkinizde ne eksik? Hiçbir kadın erkek gibi, başkasına yürekten aşık ve bağlıyken aldatmaz. O zaman sorun ne? Neyi eksik yapıyorsunuz da "kadınınızı" mutlu edemiyorsunuz, o da teselliyi başka kollarda arıyor? Hatta bazen aynı anda 2 kişiyi sevebiliyor? 2 erkek onun için anca "bir adam" mı ediyor? Bu onun "orospuluğu" diye işin içinden çıkmaya çalışanlar sanırım daha çok "boynuz yemeye" mahkum kalacaklar.

O zaman erkekler unutun artık "Kral" olduğunuzu. Düşünün... İlişkilerinizden istediğiniz ne, beklediğiniz ne? Kadın neden "mutsuz" olur? Kadın mutlu olursa sizi de daha mutlu etmez mi?

Kadına değer verin... Onları bir seks objesi olarak görmekten vazgeçin. Vazgeçin ki onlarda sizinle oynamaktan vazgeçsin...