Enteresan yaşam ve başarı öyküleri her zaman ilgimi çekmiştir. Biriyle tanıştım. Daha doğrusu tanıştırıldım! Arkadaşım "seni bir 'terziyle' tanıştıracağım, onu bir dinle, sadece dinle" dedi. "Peki" dedim, döküldüm Nişantaşı yollarına...
House cafe... Corner olan... Kendini bende vazgeçilmez sanan sade türk kahvemi macchiato'yla aldatıyorum. Güneş, gözlüğümün üstünden vuruyor. En sevmediğim... Güneş koruyucumu sürmemişim. Bembeyaz tenimin rengi değişecek diye stres içindeyim. Paranoyaklaşma kızım diyorum ve kahvemi yudumlayarak İbrahim'le sohbet halinde "ünlü" terzimizi bekliyorum...
"Geliyor" diyor İbrahim. "Hani nerede?.."
Ufacık, tefecik, kel, kravatsız gri takım elbisesiyle, gözlerinde çocuk enerjisi parlayan bir adam görünüyor. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi güven verici bir ifadesi var...
Konuşmaya hazır gelmiş gibi. Belli ki sohbet etmesi en kolay insanlardan. Ortamlarda mutlaka olması gerekli olan, sessizliği kıran, gerginliği yumuşatabilen karakterlerden...
Ben sormadan başlıyor anlatmaya...
11 yaşında evden kaçan bir Kayserili. Derslerinde başarısız, terzinin yanına çırak olarak verilmiş bir çocuk. Bulduğu, buluşturduğu otobüs parasıyla ailesinden habersiz Ankara otobüsüne atlıyor. Gençlik Parkında yatıp kalkarken bir gün güzel giyimli bir bayana iş aradığını terzi kalfası olduğunu söylüyor. Kadın "burda otur ben 1 saate geleceğim" diyor çocuğa bir çay söylüyor gidiyor. 1 saat sonra geri geliyor ve artık terzi bir bayanın yanında iş sahibi oluyor. Parklarda yatıp kalkmaya bir süre daha devam ettikten sonra "patronundan" avans istiyor ev tutacağını söylüyor 50 lira alıyor ve "pııırrrr" taşı toprağı altın İstanbul'a kaçıyor. Dolandırıcılığından ya da art niyetli olduğundan değil bu çocuk kabına sığmıyor...
İstanbul'da Beyoğlu'nda 35 liraya başlıyor işe. Dayıları İstanbul'da yaşıyor. Dayımda kalıyorum deyip sabahlara kadar Unkapanı Mecidiyeköy'de geziyor. Ayağında sivri uçlu ayakkabılar, kısa kollu bir gömlek. Ustası dindar geçinen namaz kılmayanı işe almayan ama yemek yediğinde de bir tabak artırmayan bir hacı! Hergün sabah aynı bakkaldan 1 ekmek, 3 sivri biber, 3 salatalık, 3 domatesi 3 öğüne bölüştürerek yiyor. Havalar soğuyor. Ustasında dükkanında yatmak için izin istiyor. Gömleğini yıkadıktan sonra mankenin üstüne asıyor. Sabah bir bakıyor mankenin kiri komple gömlekte, gömlek sapsarı. Tekrar yıkıyor, ıslak gömleği giyiniyor. 1 ay daha çalıştıktan sonra ustasına işten ayrılacağını söylüyor ve 100 liraya iş buluyor. Sonunda "karnım doymaya başlamıştı" diyor.
10 senede işi öğrenmiş kalfaların yaptığı işi 2-3 senelik çırakken yapmaya başlıyor. Geceleri dükkanda kalırken paltoların kollarını söküyor tekrar dikiyor. Kendini geliştiriyor. Bir gün ustasının karşısına çıkıyor "şuna bir bak ben yaptım" diyor. Geceleri ben bunların kollarını söküp dikiyordum yani ben kalfayım sen beni kandırıyorsun diyor işten ayrılıyor. "Kalfalar 200 lira alıyordu" haklıydım diyor. Ordan bir kadının yanında işe başlıyor. Kendini geliştiriyor da geliştiriyor. Çok zeki... Hakkını aramayı da biliyor... Haftada 3 tane manto dikiyor. Elde! Makina yok bir şey yok! Haftada 300 lira kazanmaya başlıyor. Birlikte çalıştığı kalfanında işini yapıyor, ayda 500 lira cepte. "Kalfa Kemal'e de harçlığını ben veriyordum" diyor. İlk evini tutuyor. Artık 15 yaşında! Ajda Pekkan'ın çıktığı gazinoya giremiyor dışardan Ajdasını izliyor.
Böyle kadına sığmayan bir genç tabiki de aşkla erken tanışır... Apartmanındaki bir kızla bakışıyorlar, birbirlerinden kitap alıp veriyorlar. Kızın babası öğreniyor. Bizim Celal'i aramaya çıkıyor. Celal "pııırrrr" bir daha dönmüyor oraya.
Hergün 1 manto diker oluyor. Ustası hiç çalışmıyor artık. "Ustam hergün 1 şişe rakıyı açıp sabahtan içmeye başlıyordu." diyor. "Onun yanından da ayrıldım" diyor çünkü işçiliği çok iyiydi ustamın ama estetik yoktu öğreneceğimi öğrenmiştim diyor ve artık Celal Nişantaşı'nda bir terzinin yanında işe başlıyor. Bayan ona parasının hesabını öğretiyor. Banka hesabı açtırıyor ona, parasını çarçur etmesin diye.
Yıldırım Mayruk... Manto ceketciyim diye gidiyor yanına. Mayruk "ben manto ceketde zarar ediyorum ben elbiseciyim" diyor. Celal kafaya koymuş ya giriyor damardan "Sen terzi değilsin diyor. Benim eski ustam 5000 6000 kazanıyor. Evi var. Dostu var. Benim de dostum var. Senin neyin var" diyor. Mayruk da diyor "o zaman git içeri şunun bir boyunun ölçüsünü al." Eline verdiği mantoda terslik görüyor, söylüyor ustasına "hata yapmışsın" diyor. Mayruk'un "burnu" kıpkırmızı oluyor. "Sinirlenince onun burnu kızarırdı" diyor. Celal "ben yaparım bunu" diyor ve yapıyor. Mantonun sahibi bayan geliyor mantosunu çok beğeniyor alıyor gidiyor. Mayruk Celal'e "ben seni anlamadım yarın bir daha gel diyor" Ertesi gün Selma Simavi'nin ceketini diktiriyor. O da memnun kalıyor. 3.gün yine ünlü bir müşterisinin ceketini veriyor. Müşterileri Mayruk'a "sen mantoda bu kadar iyiydin niye yıllardır dikmiyorsun" diye sitem etmeye başlıyorlar. Böylece giriyor bizim delikanlı Celal, Yıldırım Mayruk'un gözüne. Mayruk "aldığın para senin olsun benimle çalış diyor"
Yıldırım Mayruk'un modaevinde ne anılar ne anılar... Gizlice Mayruk'un viskilerini içmesi mi dersiniz, her ay 2 daire parası kazanıp hiç birikim yapmayıp her gece pavyonlarda, gazinolarda yemesi mi dersiniz, 80'lerde Ajda Pekkan'ı tüm "terzilerin" bir dönem boykot edip kimsenin ona dikmeme kararı alması mı dersiniz...
Kendi yanında çalıştırdığı kalfalarının daha çok kazanması için Mayruk'a "15 lira vermek ağır geliyor usta çıkaracağım bunları" diyor. Mayruk "çıkarma ben veririm paralarını" diyor. Aynı zamanda Celal'de veriyor. "Ben kalfayken daha çok kazanıyordum. Onlarda kazansın diye yaptım" diyor.
Mayruk, Celal'e kazandığı paraları pavyonlarda yemeyi bıraksın diye "ben sana Bebek'te ev alayım, ödeyim taksitlerini sen parasız çalış" diyor. Celal'ın iyiliğini düşündüğü için. Celal kabul etmiyor...
Çok iyi niyetli, temiz kalpli bir insan... Herkesin mutlu olmasını istiyor. Gözü hiçkimsenin yerinde değil. Param yok deyin para almaz, sokaktan çingene geçsin söküğünü diker yollar...
Son zamanlarda Mayruk kızgın Celal Çeneci'ye. Birgün bir gazeteye "Yıldırım iş bilmiyor" dediği için. Aslında tüm demek istediği "Yıldırım Mayruk'un tekniği çok iyi, kendisi çok iyi biliyor, gözü çok sağlam ama yanında çalışanların onun tarzını çok iyi bilmesi gerekir yoksa modelistler dikemez" demek istemiş. Geçmişteki ustası için "istese İtalya'da lider" olurdu diyor ama ekliyorda ceket dikmeye benimle başladı diye!..
Yazılacak yazılamayacak, aklınıza gelebilecek dönemin tüm "ünlüleriyle" ne hikayeler ne hikayeler...
Gözü hiçbir zaman yükseklerde olmamış. Evim var, yazlığım var, iş yerim var. Çoluğum var çocuğum var, torunum var. Daha ne isteyim dünyaya 1 kez geliyoruz diyor. Hayatından memnun. Hala çalışıyor...
Şimdi o benim abim, akıl hocam, dostum...
Kapısı her zaman herkese açık. Yeri Nişantaşında. İster sohbete, ister kendiniz de yakından tanımaya, ister temiz işçiliği ve zevkiyle kendinize harika bir elbise diktirmek için her zaman gidebileceğiniz bir hayat öğretmeni...