Herkesin idealleri ve amaçları var kısa hayatlarında. Yarış atı gibi koşturulmaya daha okul çağlarından başlatılıyoruz. Rekabet, mücadele çocuk yaşlarda öğretiliyor. Zafere ulaşmanın kolay yolları olduğunu çocukluktan -analarımızdan, babalarımızdan, öğretmenlerimizden- görerek öğreniyoruz. Aileler çocuklarının daha iyi eğitim alabilmesi için çalışmaya teşvik etmek yerine "torpiller" yaptırıyor. Öğretmenler öğrencileri akılları sıra daha başarılı olmaları için anlamsız rekabete zorluyor. Baba dayak yiyen çocuğuna "sen de vurdun mu çocuğum?" diye soruyor.
Küçücük yaşlardan "çakallığı", yalanı, istediği amaç uğruna birbirini ezmeyi, "sağ gösterip sol vurmayı" öğrenen bir nesil... Küçük kurtlar sofrası!..
Büyüdüğünde bu insanlardan ne beklenebilir ki? Tabi ki de istediği pozisyona gelebilmek için birbirlerinin yüzüne gülüp arkasından kuyusunu kazacaklar!
Suç kimde? Ağaç yaşken eğiliyor!
Ben böyle insanlar tanıyorum! Biliyorum siz de tanıyorsunuz! Yükselebilmek için üstünün "altına yatan" kadınlar, patronun "kıçını" yalayan erkekler, gözleri hırslarından kör olmuş "korkunç" insanlar!.. Demek bunların çocukluklarına dönüp "tedaviye" ordan başlamamız gerekiyor. ;)
Her zaman söylediğim bir laf vardır. Torpille bir yere gelebilirsin ama için boşsa orda kalamazsın! Görüyoruz örneklerini sürekli. Kadınlığını silah sanan "aptallar" kadınlık gururunu ayaklar altına alıp erkeğe istediğini verdikten sonra ne oluyor? Erkeğin işi bitince ya kovuluyor ya eski pozisyonuna "bir şekilde" geri gönderiliyor! "Kıç yalayan" erkekler kariyer hayatları boyunca kendilerini patronlarının sağ kolları sanıyorlar, havalarını atıyorlar. Yıllar sonra dönüp bakmak akıllarına gelirse fark ediyorlar ki hep aynı yerde saymışlar, kendilerini "köstebek" olarak kullandırmışlar.
Bir de böyleleri dürüst ve namuslularla dalga geçerler. "Aptal" derler...
Bu yazıyı yüzümde öyle bir gülümsemeyle yazıyorum ki, biliyorum sizde okurken benim gibi gülümsüyorsunuz. Aklınıza hep şahit olduğunuz örnekler geliyor. Sonra ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Vicdanı rahat olmayan ya da çıktığı kadar hızlı düşen onlarca "kaybeden!" Ya da ömrünün sonuna kadar hep "tetikte", "birilerine" muhtaç kalmak zorunda olan huzursuz ve mutsuz insanlar!
Hiçbir zaman unutmamak gerekir ki "dürüstlük en iyi politikadır." Kim ne derse desin!.. Akşam yatağımıza yattığımızda Allahımıza ve vicdanımıza hesap veririz. Huzurlu uyumak kadar güzel bir şey var mıdır söyleyin bana?
Hayır hayır bana göre zafere giden her yol kesinlikle mübah değildir! Eğer ki ben "tahta" birilerinin canını yakarak, yoluma çıkanları ezerek oturuyorsam orada bana dikenler batar. Tarihe bakıldığında gerek imparatorlukların zirvesindekiler, gerek büyük işler başarmış insanlar mutlaka birilerinin canını yakarak oraya gelmişlerdir diyerek bana safça düşündüğümü söylemeyin. Evet "her şeyin bedeli vardır!" Büyük insanlar büyük bedeller ödemişlerdir. Başarılı bir pop yıldızı ya da iş adamı ya da diplomat olmak için aile kurmamıştır ya da eşine çocuklarına yeterli zaman ayıramadığı için mutlu bir aile hayatını tadamamıştır ya da çok fazla kişinin sorumluluğu omuzlarında olduğu için hastalık sahibi olmuştur; gibi gibi onlarca örnek... Bunlar bedeldir. Zafere ulaşmak için her yolu mübah görmek değildir. Ayrımı yapmak gerekir...
Benim nacizane görüşüm zafer hakkedilmelidir şeklindedir.
Bilemiyorum karar sizin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder