2011'in son günü, son saatlerini yaşıyoruz. Kimi için çok saçma, "yeni yıla girince n'oluyor" diyorlar...
Ben seviyorum yılbaşı günlerini. Nedense her şey sıfırlanıyor, herkes tazeleniyormuş gibi geliyor.
Bir de yeni yılda çalışanlar var. Biliyorum o çileyi de... Ben de çalışıyordum yılbaşı günü geçen sene...
***
Kraliçe 1. Elizabeth, şu bakire kraliçe olarak tanınan, İngiltere'ye altın çağını yaşatan, Kral 8. Henry'i yoldan çıkaran şu meşhur Anne Boleyn'in kızı, astrolojiye çok meraklıydı; birçok aristokrat gibi. Ülkenin kaderini astrologlara sorardı, ona göre hamleler yapardı.
Bunu neden söyledim?
Lafı ikide bir astrolojiye getirdiğim için "bu kız yıldızlarla kafayı bozmuş" demesin kimse diye. Astroloji kim ne derse desin bir bilimdir!
Yıldızlar da 2012 için güzel şeyler söylüyor. O yüzden bu sene ayrı bir heyecanlıyım. Zaten kendimi de farklı hissediyorum. Genelde yeni yıllarda ve doğumgünlerimde bir kenara çekilir sessiz sessiz ağlarım. Bu sene gelmiyor hiç içimden. İçimde anlam veremediğim bir heyecan ve mutluluk var.
Dilerim tüm hakkedenlerin yeni yılı kalplerinden nasıl geçiyorsa öyle geçsin. İnsanlar ağlamasın, hep gülsün...
***
Bugün sabah bir kitap bitirdim. Khaled Hosseini isimli yazarın Bin Muhteşem Güneş isimli, 2 kadın üzerinden yola çıkarak Afganistan gerçeğini anlatan bir roman. Ağlayarak bitirdim kitabı.
Khalad Hosseini, Afgan savaşlarının merkezi olan Kabil'de 1965'te dünyaya gelmiş, diplomat olan babası sayesinde çocuk yaşlarında Amerika'ya sığınmaları kabul edilmiş, köklerinin olduğu yerde yaşanan dramı hiçbir zaman unutmayıp, vatanına sahip çıkıp, sesini tüm dünyaya duyurmayı başarmış bir doktor.
Bizim ülkemize sırt çeviren birçok ilim insanına gösterilecek iyi bir örnek...
Bizim ülkemizde de var bu acılar. Uzaklara gitmeyelim. Kürtlerin yıllardır yaşadıkları...
Kitabı bitirince, ne savaşın kötü bir şey olduğu sonucunu çıkardım ne yaşanan dramları düşündüm.
Düşündüğüm tek şey, bu dünyaya geliş amacımız ne? Ne için? Ne uğruna?..
Çıkardığım sonuç; kesinlikle "ahiret" denilen bir yer olduğu. Yoksa bu acılar niye çekiliyor? Bu kadar masum, günahsız insan doğumlarından ölümlerine kadar neden 1 gün bile yüzleri gülmeden, mutluluk nedir öğrenemeden, çileler içinde yaşayarak ölüp gidiyor? Bizden büyük güçler - kim ne olarak adlandırıyorsa(tanrı, Allah, evren vs.) - bu kadar adaletsiz olamaz. Doğduğumuz yeri, dinimizi, ırkımızı biz seçmiyorsak dünya bu kadar çifte standartlı bir yer olamaz. Bu işin bir de mükafatlandırıldığı ve cezalandırıldığı yer olmalı. Her şeyin bedeli varmış ya...
www.unrefugees.org Angelina Jolie ve okuduğum yazar Khalad Hosseini'nin iyi niyet elçileri olduğu UNHCR örgütü. Belki bir tık tık yapıp dünyanın çektiği acıları biraz daha yakından görmek istersiniz.
Belki o zaman yeni yıl dileklerini sıralamadan önce sahip olduklarınız için şükredersiniz...
Kral der ki: Cansucum yazımı okuyorsan, kitabın içinden kardeşime yazdığın aşk notu çıktı. Elimde :p haberin ola ;)
31 Aralık 2011 Cumartesi
28 Aralık 2011 Çarşamba
Saygı
Bizim toplumumuzda saygı kavramının ayrı bir anlamı vardır. Saygı kavramının bu kadar önemsendiği bir toplum saygısız insanlarla dolmuş taşıyor ne yazık ki! Neden? Çünkü bizim saygı kavramımızın içi boş!
Karı-koca arasında saygı nedense hanımın kocasına saygısı olarak algılanır. Küçüğün büyüğe saygısı, büyüğünün önünde sigara içmemek, kendini ifade etmeden susup oturmak, bacak bacak üstüne atmamak olarak algılanır. Toplum içinde erkeğin kadına saygısı "buyrun baaaaayan" deyip arkasından "oooofffff" çekmenin bir mahsuru olmamasıdır. Komşuların birbirine saygısı aşure günlerinde aşure, kurban kesildiğinde et yollayıp arkasından mütemadiyen dedikodu yapmak, birbirlerinin balkonlarına kilim, örtü çırpmakta sakınca görmemek olarak algılanır. Bayrağa saygı bayrağı yakanları cezalandırmak ama ülkesini satmanın bir mahsuru olmamasıdır. Ölüye saygı siyah elbise, büyük gözlük ve sahte gözyaşlarıyla uğurlayıp cenazede bile dedikodu yapmaktır. Hayvanlara saygı kendi evimizde cins köpek besleyip sokaktaki diğer canlılara sopa sallayabilmektir. Bu liste uzar da gider...
Hal böyle olunca dışardan bakan için tuhaf bir görüntü ortaya çıkıyor.
Nezaket kurallarına "aşırı" önem veren biri olarak ben bile, nezaket kuralları çerçevesinde sırf hakkımı ya da ezilenin hakkını savunduğum ya da kafama yatmayan bir düşünce olduğunda bunu ifade ettiğim için çok kez "asi" yaftasını yemişimdir. Hatta belki içlerinden saygısız bile demişlerdir. Oysa ki bunun saygıyla ne alakası var değil mi? Bizde düşünce özgürlüğü daha çekirdekten yasaklanıyor!
***
Gel gör ki saygıyla ilgili düşüncelerim bu kadar hassas, ince ve netken tahammül edemediğim benim için çok önemli bir mevzu var! Yaşça ya da konumca(iş hayatında) küçüğün büyüğüne "canım" diye hitap etmesi! Bu tip durumlarda bu kelime söylendimi saygısızlık addediyorum, delleniyorum!
Böyle bir şeyle karşılaştığımda biri bana küfür ediyormuş gibi geliyor. Hatta küfür etse tercihim çünkü o zaman cevabını verir haddini bildirirsin ama işte şu "kahrolası" canım kelimesine bir cevap veremiyorsun! Terslesen "delinin zoruna bak" derler. Duymamış gibi yapsan senin ağrına gider.
Bununla karşılaştığımda hep içimden kendime kızıyorum ben de! "B*k vardı da muhattap aldın konuşuyorsun, al işte gördün, sen yakınlık göstermeye çalıştın o sana 'canım' dedi, ver bakayım şimdi cevabını..."
Hiç unutmuyorum lisedeyken 2 kızın kavgasına şahit olmuştum. Biri birine "canım" dedi diye çıkmıştı kavga. Öbürü, "sen kim oluyorsun da bana 'canım' diyorsun, ben canım diye garsona derim" diye kızın saçına bir yapışmıştı...
Tabi ben burda garsonla yapılan kıyası çirkin buluyorum ama vurgulamak istediğim şu ki; CANIM çok hassas bir kelime!.. Canım, can çıkartabilir bazen. O yüzden bu kelimeyi kullanırken biraz dikkat etmek gerek...
Kral der ki: Önce kendimize saygı! Kendisine saygısı olmayanın başkasına saygısı hiç olamaz!
Karı-koca arasında saygı nedense hanımın kocasına saygısı olarak algılanır. Küçüğün büyüğe saygısı, büyüğünün önünde sigara içmemek, kendini ifade etmeden susup oturmak, bacak bacak üstüne atmamak olarak algılanır. Toplum içinde erkeğin kadına saygısı "buyrun baaaaayan" deyip arkasından "oooofffff" çekmenin bir mahsuru olmamasıdır. Komşuların birbirine saygısı aşure günlerinde aşure, kurban kesildiğinde et yollayıp arkasından mütemadiyen dedikodu yapmak, birbirlerinin balkonlarına kilim, örtü çırpmakta sakınca görmemek olarak algılanır. Bayrağa saygı bayrağı yakanları cezalandırmak ama ülkesini satmanın bir mahsuru olmamasıdır. Ölüye saygı siyah elbise, büyük gözlük ve sahte gözyaşlarıyla uğurlayıp cenazede bile dedikodu yapmaktır. Hayvanlara saygı kendi evimizde cins köpek besleyip sokaktaki diğer canlılara sopa sallayabilmektir. Bu liste uzar da gider...
Hal böyle olunca dışardan bakan için tuhaf bir görüntü ortaya çıkıyor.
Nezaket kurallarına "aşırı" önem veren biri olarak ben bile, nezaket kuralları çerçevesinde sırf hakkımı ya da ezilenin hakkını savunduğum ya da kafama yatmayan bir düşünce olduğunda bunu ifade ettiğim için çok kez "asi" yaftasını yemişimdir. Hatta belki içlerinden saygısız bile demişlerdir. Oysa ki bunun saygıyla ne alakası var değil mi? Bizde düşünce özgürlüğü daha çekirdekten yasaklanıyor!
***
Gel gör ki saygıyla ilgili düşüncelerim bu kadar hassas, ince ve netken tahammül edemediğim benim için çok önemli bir mevzu var! Yaşça ya da konumca(iş hayatında) küçüğün büyüğüne "canım" diye hitap etmesi! Bu tip durumlarda bu kelime söylendimi saygısızlık addediyorum, delleniyorum!
Böyle bir şeyle karşılaştığımda biri bana küfür ediyormuş gibi geliyor. Hatta küfür etse tercihim çünkü o zaman cevabını verir haddini bildirirsin ama işte şu "kahrolası" canım kelimesine bir cevap veremiyorsun! Terslesen "delinin zoruna bak" derler. Duymamış gibi yapsan senin ağrına gider.
Bununla karşılaştığımda hep içimden kendime kızıyorum ben de! "B*k vardı da muhattap aldın konuşuyorsun, al işte gördün, sen yakınlık göstermeye çalıştın o sana 'canım' dedi, ver bakayım şimdi cevabını..."
Hiç unutmuyorum lisedeyken 2 kızın kavgasına şahit olmuştum. Biri birine "canım" dedi diye çıkmıştı kavga. Öbürü, "sen kim oluyorsun da bana 'canım' diyorsun, ben canım diye garsona derim" diye kızın saçına bir yapışmıştı...
Tabi ben burda garsonla yapılan kıyası çirkin buluyorum ama vurgulamak istediğim şu ki; CANIM çok hassas bir kelime!.. Canım, can çıkartabilir bazen. O yüzden bu kelimeyi kullanırken biraz dikkat etmek gerek...
Kral der ki: Önce kendimize saygı! Kendisine saygısı olmayanın başkasına saygısı hiç olamaz!
27 Aralık 2011 Salı
Tezatlıklar silsilesi
Herkes böyle midir bilmem ama içimde barındırdığım o kadar çok tezatlık var ki...
Güneşi seviyorum, bronzlaşmayı sevmiyorum.
Sıcak memleketleri seviyorum, beyaz tenli kalmak istiyorum.
Yüzmeyi seviyorum, sudan çıktıktan sonra üşümek istemiyorum.
Alışveriş yapmayı seviyorum, kıyafet denemeyi sevmiyorum.
Yemek yemeyi seviyorum, kilo almak istemiyorum.
Evlenmek istiyorum, özgürlüğümü kaybetmek istemiyorum.
Çok çocuk doğurmak istiyorum, vücudumun sarkmasını istemiyorum.
Mimik kırışıklıklarına sahip olmaktan korkuyorum, mimiklerimi tiyatroculardan çok kullanıyorum.
Köpeğimi çok seviyorum, onu günde 2 kere dışarı çıkarmak istemiyorum.
Çocukları çok seviyorum, ağlayan, bağıran ve iş yapmaya engel olan çocuklara tahammül edemiyorum.
Büyük aileyi çok seviyorum, ailemden uzakta yaşıyorum.
Kısacası gülü seviyorum da dikenine katlanamıyorum işte...
Güneşi seviyorum, bronzlaşmayı sevmiyorum.
Sıcak memleketleri seviyorum, beyaz tenli kalmak istiyorum.
Yüzmeyi seviyorum, sudan çıktıktan sonra üşümek istemiyorum.
Alışveriş yapmayı seviyorum, kıyafet denemeyi sevmiyorum.
Yemek yemeyi seviyorum, kilo almak istemiyorum.
Evlenmek istiyorum, özgürlüğümü kaybetmek istemiyorum.
Çok çocuk doğurmak istiyorum, vücudumun sarkmasını istemiyorum.
Mimik kırışıklıklarına sahip olmaktan korkuyorum, mimiklerimi tiyatroculardan çok kullanıyorum.
Köpeğimi çok seviyorum, onu günde 2 kere dışarı çıkarmak istemiyorum.
Çocukları çok seviyorum, ağlayan, bağıran ve iş yapmaya engel olan çocuklara tahammül edemiyorum.
Büyük aileyi çok seviyorum, ailemden uzakta yaşıyorum.
Kısacası gülü seviyorum da dikenine katlanamıyorum işte...
22 Aralık 2011 Perşembe
"O" isterse...
Bu yazı aslında biraz kendimle hesaplaşma.
İtiraf ediyorum inancımı yitirdim ben. Çok inançlı bir insanken vazgeçtim ondan ben! Sırtımı döndüm ona ben...
Yarı yolda bıraktığını düşündüm çünkü beni... Dinlemediğini düşündüm çünkü beni...
Ama anladım ki hata yaptım. Çok şükür ki hatamı çabuk anladım...
Her şeyin benim istememle olmadığını anladım. Her şeyin bir zamanı olduğunu anladım. Tek bir şeye takılıp diretmenin şımarıklıktan başka bir şey olmadığını anladım. İstediğimiz şeylerin olmamasının daha hayırlısı bizi beklediği için olduğuna inandım ve olduğunu gördüm, görüyorum...
Hayır hayır kadercilik yapmıyorum gerçekten! Herkesin düşünce tarzına saygılıyım ama hayata karşı biraz daha mülayim olmak gerektiğini anladım...
Kısacası, kaderin bileğini bükemedim, onu öpmeyi öğrendim...
2011 kim için zor geçmedi ki...
2011 çok değişik bir yıl oldu benim için. Kötü desen kötü değil, acı desen acı değil. Mutluluk da yok ama... Huzur desen şöyle böyle... Karışık işte biraz. Çoğunlukla baş ağrılı...
Duymadım ben daha kimseden 2011'i çok rahat ve kolay geçirdiğini. Herkeste bir sıkıntı, herkeste bir karmaşa... Parçalanma yılıymış zaten 2011 astrolojik olarak. 2012'de aydınlanma yılı! 7 yıllık yeni bir düzenin ilk yılı olacakmış 2012!
Bilmiyorum benim gibi inancını yitirme noktasına gelen ya da yitirenler oldu mu yorgunluklarından dolayı. Ama ben anladım. Kim ne derse desin; "O" var! Enerji, çekim yasası, Tanrı, Allah vs. bana göre hepsi aynı şey. Bizden büyük bir güç var ve bazı şeyler biz ne kadar tırmalarsak tırmalayalım "o" isterse oluyor. "O" izin verirse oluyor. "O" istediği zaman oluyor.
Biz içimizdeki korkuları yenersek, iç huzurumuzu gerçek anlamda yakalarsak, ne istediğimizden tam olarak emin olursak ve bu yönde kararlı olursak o zaman işte "o" bizi görmeye başlıyor. O zaman bize istediklerimizi veriyor. Yani her şey bizimle başlıyor onunla bitiyor...
Geri kalanı teferruat...
İtiraf ediyorum inancımı yitirdim ben. Çok inançlı bir insanken vazgeçtim ondan ben! Sırtımı döndüm ona ben...
Yarı yolda bıraktığını düşündüm çünkü beni... Dinlemediğini düşündüm çünkü beni...
Ama anladım ki hata yaptım. Çok şükür ki hatamı çabuk anladım...
Her şeyin benim istememle olmadığını anladım. Her şeyin bir zamanı olduğunu anladım. Tek bir şeye takılıp diretmenin şımarıklıktan başka bir şey olmadığını anladım. İstediğimiz şeylerin olmamasının daha hayırlısı bizi beklediği için olduğuna inandım ve olduğunu gördüm, görüyorum...
Hayır hayır kadercilik yapmıyorum gerçekten! Herkesin düşünce tarzına saygılıyım ama hayata karşı biraz daha mülayim olmak gerektiğini anladım...
Kısacası, kaderin bileğini bükemedim, onu öpmeyi öğrendim...
2011 kim için zor geçmedi ki...
2011 çok değişik bir yıl oldu benim için. Kötü desen kötü değil, acı desen acı değil. Mutluluk da yok ama... Huzur desen şöyle böyle... Karışık işte biraz. Çoğunlukla baş ağrılı...
Duymadım ben daha kimseden 2011'i çok rahat ve kolay geçirdiğini. Herkeste bir sıkıntı, herkeste bir karmaşa... Parçalanma yılıymış zaten 2011 astrolojik olarak. 2012'de aydınlanma yılı! 7 yıllık yeni bir düzenin ilk yılı olacakmış 2012!
Bilmiyorum benim gibi inancını yitirme noktasına gelen ya da yitirenler oldu mu yorgunluklarından dolayı. Ama ben anladım. Kim ne derse desin; "O" var! Enerji, çekim yasası, Tanrı, Allah vs. bana göre hepsi aynı şey. Bizden büyük bir güç var ve bazı şeyler biz ne kadar tırmalarsak tırmalayalım "o" isterse oluyor. "O" izin verirse oluyor. "O" istediği zaman oluyor.
Biz içimizdeki korkuları yenersek, iç huzurumuzu gerçek anlamda yakalarsak, ne istediğimizden tam olarak emin olursak ve bu yönde kararlı olursak o zaman işte "o" bizi görmeye başlıyor. O zaman bize istediklerimizi veriyor. Yani her şey bizimle başlıyor onunla bitiyor...
Geri kalanı teferruat...
Kral der ki: Babalar her zaman haklıdır! Yıllarca babamın söyleyipte kulak arkası ettiğim her sözüne birer birer geliyorum...
"Bazen Tanrı size istediğinizi vermez. Hakketmediğinizden değil, daha iyisini hakkettiğiniz için!"
Teşekkürler ve hoşçakal...
Çok değer verdiğim bir insanı bilinmezliğe doğru uğurluyorum...
"Gidiyorsun beni arkanda bırakıp... Biliyorum elinden gelmiyor çare. Kendi şanssızlığından değil benim şanssızlığımdan bütün bu yaşadıkların. Kaderim çünkü bu benim; tek başıma mücadele etmek. Anladım sonunda...
Teşekkür ediyorum bana kattıkların için. Teşekkür ediyorum hayatın karanlık tarafını da görmemi sağladığın için. Teşekkür ediyorum ufkumu genişlettiğin için...
Bana değer verdin biliyorum. Kendince beni mutlu etmeye de çalıştın. Biliyorum sonsuza kadar da seveceksin beni. Bunun için de ayrıca teşekkür ediyorum sana. Aslında sanırım ilk defa bu kadar değer görüyorum. Belki de buydu seni bırakmamamın sebebi.
Herneyse... Her şeyin en iyisini diliyorum senin için...Her zaman dostsun benim için..."
Bu da olmadı... Yine yalnızım...
Aslında aşık olmadım ben hiçbir zaman. Sığınmaydı hep benimkisi...
Biliyorum hata bende. Benim seçimlerimde. Yaralı ruhumu tedavi edecek kişiyi bulmaktı hep amacım.
Tek istediğim evlenip yuva kurup sıradan bir hayat yaşamaktı oysa... Demek yukardakinin başka planları var benim için...
Seda Diker... Bu kadını okuyun...
Bir yazısını okudum; doğru erkeği tanımlamıştı. Doğru erkek kadınını 4 boyutta doyuran erkektir diyordu. Zihinsel, fiziksel, ruhsal, bedensel... Ne kadar kısa ve yalın değil mi? Zengin koca, yakışıklı sevgili falan hepsi hikaye. Bir kadının, ancak ve ancak bu 4 şekilde tatmin olursa, karşısındakini mutlu edebileceğini yazıyordu.
Bu dördünü "tek" adam size verebilirse tutun yakasını sakın bırakmayın!..
"Gidiyorsun beni arkanda bırakıp... Biliyorum elinden gelmiyor çare. Kendi şanssızlığından değil benim şanssızlığımdan bütün bu yaşadıkların. Kaderim çünkü bu benim; tek başıma mücadele etmek. Anladım sonunda...
Teşekkür ediyorum bana kattıkların için. Teşekkür ediyorum hayatın karanlık tarafını da görmemi sağladığın için. Teşekkür ediyorum ufkumu genişlettiğin için...
Bana değer verdin biliyorum. Kendince beni mutlu etmeye de çalıştın. Biliyorum sonsuza kadar da seveceksin beni. Bunun için de ayrıca teşekkür ediyorum sana. Aslında sanırım ilk defa bu kadar değer görüyorum. Belki de buydu seni bırakmamamın sebebi.
Herneyse... Her şeyin en iyisini diliyorum senin için...Her zaman dostsun benim için..."
Bu da olmadı... Yine yalnızım...
Aslında aşık olmadım ben hiçbir zaman. Sığınmaydı hep benimkisi...
Biliyorum hata bende. Benim seçimlerimde. Yaralı ruhumu tedavi edecek kişiyi bulmaktı hep amacım.
Tek istediğim evlenip yuva kurup sıradan bir hayat yaşamaktı oysa... Demek yukardakinin başka planları var benim için...
Seda Diker... Bu kadını okuyun...
Bir yazısını okudum; doğru erkeği tanımlamıştı. Doğru erkek kadınını 4 boyutta doyuran erkektir diyordu. Zihinsel, fiziksel, ruhsal, bedensel... Ne kadar kısa ve yalın değil mi? Zengin koca, yakışıklı sevgili falan hepsi hikaye. Bir kadının, ancak ve ancak bu 4 şekilde tatmin olursa, karşısındakini mutlu edebileceğini yazıyordu.
Bu dördünü "tek" adam size verebilirse tutun yakasını sakın bırakmayın!..
Kral der ki: Allah tüm isteyenlere şu "4 boyutlu" erkeği 2012'de nasip etsin inşallah! ;))
21 Aralık 2011 Çarşamba
Green card'a dikkat!
Geçen gün enteresan bir pop up açıldı önümde. "% bilmem kaç kişi bu soruyu yanlış yanıtladı sizce fotoğraftaki yaşlı bir kadın mı genç bir kadın mı?" yazıyordu. Direk çarpıya basarım normalde ama "aa ne güzel pazarlamış, reklama beni nasılda çekiyor, bravo başarılı" dedim ve her ikiside diye cevapladım.
Önüme green cardla ilgili bir form ekranı geldi. Ne olduğu hakkında bile en ufak bilgim olmayan bir şey. Amerika falan yazıyordu. Sadece isim, telefon, mail adresi istiyordu. Girdim bende. Sonra baktım ödeme ekranı diye bir şey geldi. "Bu ne yaa" dedim, okumadım bile kapattım ekranı.
Aradan 3 saat geçti +91 li bir no beni arıyor. "Allahallah bu kim" dedim açtım. Telefon numaramı yazdığım şirketmiş. Usafis diye bir şirket. Green card sahipleri Amerika'da göçmen olarak yaşama hakkına sahip oluyormuş. Her yıl 50000 göçmene çekiliş yoluyla Amerika'da yaşama, çalışma, iş kurma şansı veriliyormuş. "Beni yarın tekrar arar mısınız ben biraz araştıracağım" dedim kapadım.
Umut tacirlerine aldanmayın!
Araştırınca bu "safsata" için ne şirketler kurulduğunu gördüm. Onlarca şirket var. Sizin adınıza başvuru yapıyorlar(güya! orası da bir muamma) ve sizden para üstüne para alıyorlar. Meblağ şirketine göre değişiyor. Benim pop up taki şirket en pahalısı ve direk dolandırıcı bir şirketmiş. Türk bir danışma şirketini aradım onlara sordum. Ordaki kadıncağız samimiydi. Gerçi profesyonelliğe aykırı olarak rakibini kötüledi ama sonuçta bana uyarıda bulunmaya çalışıyordu.
Bende en ince ayrınıtısına kadar bu işi araştırdım ve paylaşmak istedim çünkü araştırdığımda gördüm ki eğitimli eğitimsiz birçok kişi inanılmaz paralar kaptırmış bu "umut taciri" şirketlere. Böyle bir şeyi düşünenler varsa umarım yazdıklarım yararlı olur ve kandırılanlar kervanına 1 kişi daha katılmaz.
Green card olayı tam olarak nedir?
Green card, Amerikan vizesi olmadığı halde Amerika'da süresiz olarak oturma ve çalışma izni veren bir karttır. Yani "göçmen" olmanızı sağlar. Green card sahiplerine Amerikan Hükümeti herhangi bir iş ve kalacak yer sağlamaz. Her yıl çekiliş usulüyle olur. Az göç veren veya hiç vermeyen ülkeler katılır. Türkiye'de bunlardan biridir. Türkiye'den ortalama 3000 kişi bu çekilişi kazanır. Herhangi bir torpil ve ilkokul mezunu olmak dışında aranan özellik yoktur. Herkesin şansı eşittir. Yani İngilizce bilme şartı aranmaz. Kabul edecekleri kişi sayısından daha çok kişi çekilişi kazanır çünkü hatalı başvuru sonucu iptal edilenler olur. Çekilişi kazanan başvurusunu da hatasız tamamladıktan sonra bir mülakata tabi tutulur. Bu mülakatı da geçerse eğer ver elini Amerika...
Önemli!
Green card başvuruları her yıl ekim ve kasım ayında gerçekleşiyor. Danışman ve aracı firmalara hiç ihtiyacınız yok. https://www.dvlottery.state.gov/ resmi sitesinden kendiniz takip edip başvuruda bulunabilirsiniz. İngilizce bilmiyorsaniz ilkokula giden yeğeninizden veya komşunuzun çocuğundan yardım alabilirsiniz. O kadar basit!
Kral der ki: Beni bağlayan sevdiklerim yoksa kalamam ben hiçbir yerde...
Önüme green cardla ilgili bir form ekranı geldi. Ne olduğu hakkında bile en ufak bilgim olmayan bir şey. Amerika falan yazıyordu. Sadece isim, telefon, mail adresi istiyordu. Girdim bende. Sonra baktım ödeme ekranı diye bir şey geldi. "Bu ne yaa" dedim, okumadım bile kapattım ekranı.
Aradan 3 saat geçti +91 li bir no beni arıyor. "Allahallah bu kim" dedim açtım. Telefon numaramı yazdığım şirketmiş. Usafis diye bir şirket. Green card sahipleri Amerika'da göçmen olarak yaşama hakkına sahip oluyormuş. Her yıl 50000 göçmene çekiliş yoluyla Amerika'da yaşama, çalışma, iş kurma şansı veriliyormuş. "Beni yarın tekrar arar mısınız ben biraz araştıracağım" dedim kapadım.
Umut tacirlerine aldanmayın!
Araştırınca bu "safsata" için ne şirketler kurulduğunu gördüm. Onlarca şirket var. Sizin adınıza başvuru yapıyorlar(güya! orası da bir muamma) ve sizden para üstüne para alıyorlar. Meblağ şirketine göre değişiyor. Benim pop up taki şirket en pahalısı ve direk dolandırıcı bir şirketmiş. Türk bir danışma şirketini aradım onlara sordum. Ordaki kadıncağız samimiydi. Gerçi profesyonelliğe aykırı olarak rakibini kötüledi ama sonuçta bana uyarıda bulunmaya çalışıyordu.
Bende en ince ayrınıtısına kadar bu işi araştırdım ve paylaşmak istedim çünkü araştırdığımda gördüm ki eğitimli eğitimsiz birçok kişi inanılmaz paralar kaptırmış bu "umut taciri" şirketlere. Böyle bir şeyi düşünenler varsa umarım yazdıklarım yararlı olur ve kandırılanlar kervanına 1 kişi daha katılmaz.
Green card olayı tam olarak nedir?
Green card, Amerikan vizesi olmadığı halde Amerika'da süresiz olarak oturma ve çalışma izni veren bir karttır. Yani "göçmen" olmanızı sağlar. Green card sahiplerine Amerikan Hükümeti herhangi bir iş ve kalacak yer sağlamaz. Her yıl çekiliş usulüyle olur. Az göç veren veya hiç vermeyen ülkeler katılır. Türkiye'de bunlardan biridir. Türkiye'den ortalama 3000 kişi bu çekilişi kazanır. Herhangi bir torpil ve ilkokul mezunu olmak dışında aranan özellik yoktur. Herkesin şansı eşittir. Yani İngilizce bilme şartı aranmaz. Kabul edecekleri kişi sayısından daha çok kişi çekilişi kazanır çünkü hatalı başvuru sonucu iptal edilenler olur. Çekilişi kazanan başvurusunu da hatasız tamamladıktan sonra bir mülakata tabi tutulur. Bu mülakatı da geçerse eğer ver elini Amerika...
Önemli!
Green card başvuruları her yıl ekim ve kasım ayında gerçekleşiyor. Danışman ve aracı firmalara hiç ihtiyacınız yok. https://www.dvlottery.state.gov/ resmi sitesinden kendiniz takip edip başvuruda bulunabilirsiniz. İngilizce bilmiyorsaniz ilkokula giden yeğeninizden veya komşunuzun çocuğundan yardım alabilirsiniz. O kadar basit!
Kral der ki: Beni bağlayan sevdiklerim yoksa kalamam ben hiçbir yerde...
18 Aralık 2011 Pazar
Cezaevinin birçok yönüyle gerçek yüzü!
Cezaevine girmek pek bir popüler oldu ülkemizde son yıllarda. Cezaevi yüzü görmemişlere saygı duyulmayacak duruma geldik nerdeyse! İşin ironik tarafı son 7 sene içinde cezaevine girmişlere "sen o zaman (!) kesin dürüstsün abi" yaklaşımı başladı!
Burda durup düşünmek gerekmez mi? Bu iş ne zaman böyle oldu? Ne zaman suçsuzlar içeri, asıl suçlular dışarı alınmaya başlandı? Ne zaman sorgusuz sualsiz "yargı" başladı? Ne zaman "ibreti alemlik" cezalar verilmeye başladı?
Çekini ödeyemediğinden içeri girenin "donunu" satın, adam yaralayanın canını alın, fikrini söyleyenin kafasını koparın daha iyi o zaman! Polis ülkesi olmuyoruz da ne oluyoruz?
Ergenekon, Balta, Şike, Kürtler...
Aziz Yıldırım'ın neden içerde olduğunu hepiniz biliyorsunuz değil mi? Silah ihalesinden dolayı olduğunu? Yıllardır bu ihaleyi İsrail'den Yıldırım'ın abisinin aldığını ama bu sefer Tayyipçilerin (Çalık Grubu) girmek istediğini, Yıldırımlara "çekilin" dediklerini, onların da"yıllardır bu işi biz yapıyoruz çekilmeyiz" dediklerini, Yahudi İsrail'in dinci Müslüman Tayyip'e ihaleyi vermek istemediğini neticesinde de ülkemizin futbolunu dünyaya rezil etme pahasına şike diye bir saçmalık ortaya atıp Yıldırım'ın içeri alındığını hepiniz biliyorsunuz değil mi?
Ergenekon'a, Balta'ya hiç girmeyim bence. Zavallı Kürtlerdense hiç bahsetmeyim isterseniz. "A" deseler içeri alınıyorlar. Yanlı medya tek taraflı hatta bazen hayali senaryolar yazıyor çiziyor. Sonra da kürt düşmanlığı başlıyor. Kürtçe sıradan bir cümle söyledi diye yıllarca (!) içerde kalan, ömürleri çürüyen insanlar var! Neden? Kürtçe konuşmak yasaktı çünkü ülkemizde! Şimdi onlara kaybolan yıllarını kim geri verebilir? Tıpkı şimdi içerde yatan binlerce masumunki gibi!
Şimdi ben bunları söyledim diye beni de içeri almazlar değil mi? Bir şey olmaz heralde... "Değersiz" bir vatandaşım ne de olsa, "gücünü halktan alarak yönetilen*" ülkemizde, tıpkı sizler gibi!
Sevgilim "sen içerde yapamazsın" dedi bana. Deniz gören odaları yokmuş, istediğim yemeği seçebileceğim menü de yokmuş. Bütün gün çok sıkılırmışım orda! Yapacak hiçbir şey yokmuş çünkü orda. Zaman kaybıymış! Verimli insanı iş göremez hale getirirmiş!
Cezaevi demek bu mudur?
Tutuklu yargılanmak denilen bir "saçmalık" var bizim ülkemizde. Tabiki de tüm suçluların tutuksuz yargılanmasından bahsetmiyorum ama arkadaşım elini vicdanına koysun hakimler ve yasa yapıcılar. Kaçma, göçme, aynı eylemi tekrar etme tehlikesi olmayan binlerce insan içeri alınıyor. Aylarca, yıllarca dosya sırası bekliyor. Hızlanın o zaman, "ben seni içeri alıyorum, tutuklu yargılanacaksın ama 1 ay içinde de mahkemen sonuçlanacak" deyin eyvallah o zaman ama yıllarca devam eden dosyalar var. Yazık değil mi bu insanlara, işinden, gücünden, ekmeğinden, sağlığından oluyorlar onca zaman içerde. Çaldığınız yılları "beraat" kararından sonra nasıl ödüyorsunuz bu insanlara? Ödemiyorsunuz, adaletsiz hukuğunuzun yanına kar kalıyor!
Böyle mi olmalı peki? "Suçlular" (?) içeri atılıp orda kaderlerine mahkum mu edilmeliler?
Cezaevlerine kimler girer?
Yasalara aykırı fiil gerçekleştirmiş kişiler. Burası tamam.
Peki cezaevinin amacı nedir?
Kişinin cezası neyse ödeyip, "ıslah" olup, topluma verimli bir vatandaş olarak geri çıkmasıdır. Yani böyle olmalıdır!
Peki ülkemizde nasıl?
Cem Garipoğlu gibi bir cani 24 yıl ceza aldı. Cezanın azlığı çokluğuyla ilgilenmiyorum. 24 sene sonra o insanın nasıl bir insan olarak dışarı çıkacağıyla ilgileniyorum. Topluma ne kadar hayırlı bir insan olacak? Daha azılı ve kana susamış bir suçlu olarak çıkmasın?
Yüz kızartıcı olsun, olmasın, küçük, büyük, önemli, önemsiz bütün suçlar için aynı şey geçerli. İçeri giren insan eğitilmeli! Dünyada bunun örnekleri var. Ülkemizde de bazı cezaevlerinde formaliteden bir faaliyet var gibi görünüyor da yalan yani! İçeri giren insanın sporu, kitap okuması, belli eğitimler ve kurslar alması zorunlu hale getirilmeli. Her cezaevinin gerektirdiği sayıda psikologu olmalı. Mahkumlara belli program çerçevesinde psikolojik seanslar düzenlenmeli. En önemlisi; bunların hepsi zorunlu olmalı! Mahkumların keyfine bırakılmamalı!O zaman işte bu insanlar cezalarını çekmiş, yaptıklarından pişman olmuş, dışarı verimsiz, korkak, kontrolsüz bir öfke ve hırsla çıkmak yerine, aydınlık ve eğitilmiş olarak çıkarlar. Topluma faydalı insanlar haline gelirler.
Ama nerdeeee??? Ben ne diyorum bizim hükümet ve ceza kanunumuz nerdee?? Diyorum ben bu dünyaya ait değilim diye. Hayal aleminde yaşıyorum işte affola!..
*gücünü halktan alarak yönetilmek: CUMHURİYET!
Burda durup düşünmek gerekmez mi? Bu iş ne zaman böyle oldu? Ne zaman suçsuzlar içeri, asıl suçlular dışarı alınmaya başlandı? Ne zaman sorgusuz sualsiz "yargı" başladı? Ne zaman "ibreti alemlik" cezalar verilmeye başladı?
Çekini ödeyemediğinden içeri girenin "donunu" satın, adam yaralayanın canını alın, fikrini söyleyenin kafasını koparın daha iyi o zaman! Polis ülkesi olmuyoruz da ne oluyoruz?
Ergenekon, Balta, Şike, Kürtler...
Aziz Yıldırım'ın neden içerde olduğunu hepiniz biliyorsunuz değil mi? Silah ihalesinden dolayı olduğunu? Yıllardır bu ihaleyi İsrail'den Yıldırım'ın abisinin aldığını ama bu sefer Tayyipçilerin (Çalık Grubu) girmek istediğini, Yıldırımlara "çekilin" dediklerini, onların da"yıllardır bu işi biz yapıyoruz çekilmeyiz" dediklerini, Yahudi İsrail'in dinci Müslüman Tayyip'e ihaleyi vermek istemediğini neticesinde de ülkemizin futbolunu dünyaya rezil etme pahasına şike diye bir saçmalık ortaya atıp Yıldırım'ın içeri alındığını hepiniz biliyorsunuz değil mi?
Ergenekon'a, Balta'ya hiç girmeyim bence. Zavallı Kürtlerdense hiç bahsetmeyim isterseniz. "A" deseler içeri alınıyorlar. Yanlı medya tek taraflı hatta bazen hayali senaryolar yazıyor çiziyor. Sonra da kürt düşmanlığı başlıyor. Kürtçe sıradan bir cümle söyledi diye yıllarca (!) içerde kalan, ömürleri çürüyen insanlar var! Neden? Kürtçe konuşmak yasaktı çünkü ülkemizde! Şimdi onlara kaybolan yıllarını kim geri verebilir? Tıpkı şimdi içerde yatan binlerce masumunki gibi!
Şimdi ben bunları söyledim diye beni de içeri almazlar değil mi? Bir şey olmaz heralde... "Değersiz" bir vatandaşım ne de olsa, "gücünü halktan alarak yönetilen*" ülkemizde, tıpkı sizler gibi!
Sevgilim "sen içerde yapamazsın" dedi bana. Deniz gören odaları yokmuş, istediğim yemeği seçebileceğim menü de yokmuş. Bütün gün çok sıkılırmışım orda! Yapacak hiçbir şey yokmuş çünkü orda. Zaman kaybıymış! Verimli insanı iş göremez hale getirirmiş!
Cezaevi demek bu mudur?
Tutuklu yargılanmak denilen bir "saçmalık" var bizim ülkemizde. Tabiki de tüm suçluların tutuksuz yargılanmasından bahsetmiyorum ama arkadaşım elini vicdanına koysun hakimler ve yasa yapıcılar. Kaçma, göçme, aynı eylemi tekrar etme tehlikesi olmayan binlerce insan içeri alınıyor. Aylarca, yıllarca dosya sırası bekliyor. Hızlanın o zaman, "ben seni içeri alıyorum, tutuklu yargılanacaksın ama 1 ay içinde de mahkemen sonuçlanacak" deyin eyvallah o zaman ama yıllarca devam eden dosyalar var. Yazık değil mi bu insanlara, işinden, gücünden, ekmeğinden, sağlığından oluyorlar onca zaman içerde. Çaldığınız yılları "beraat" kararından sonra nasıl ödüyorsunuz bu insanlara? Ödemiyorsunuz, adaletsiz hukuğunuzun yanına kar kalıyor!
Böyle mi olmalı peki? "Suçlular" (?) içeri atılıp orda kaderlerine mahkum mu edilmeliler?
Cezaevlerine kimler girer?
Yasalara aykırı fiil gerçekleştirmiş kişiler. Burası tamam.
Peki cezaevinin amacı nedir?
Kişinin cezası neyse ödeyip, "ıslah" olup, topluma verimli bir vatandaş olarak geri çıkmasıdır. Yani böyle olmalıdır!
Peki ülkemizde nasıl?
Cem Garipoğlu gibi bir cani 24 yıl ceza aldı. Cezanın azlığı çokluğuyla ilgilenmiyorum. 24 sene sonra o insanın nasıl bir insan olarak dışarı çıkacağıyla ilgileniyorum. Topluma ne kadar hayırlı bir insan olacak? Daha azılı ve kana susamış bir suçlu olarak çıkmasın?
Yüz kızartıcı olsun, olmasın, küçük, büyük, önemli, önemsiz bütün suçlar için aynı şey geçerli. İçeri giren insan eğitilmeli! Dünyada bunun örnekleri var. Ülkemizde de bazı cezaevlerinde formaliteden bir faaliyet var gibi görünüyor da yalan yani! İçeri giren insanın sporu, kitap okuması, belli eğitimler ve kurslar alması zorunlu hale getirilmeli. Her cezaevinin gerektirdiği sayıda psikologu olmalı. Mahkumlara belli program çerçevesinde psikolojik seanslar düzenlenmeli. En önemlisi; bunların hepsi zorunlu olmalı! Mahkumların keyfine bırakılmamalı!O zaman işte bu insanlar cezalarını çekmiş, yaptıklarından pişman olmuş, dışarı verimsiz, korkak, kontrolsüz bir öfke ve hırsla çıkmak yerine, aydınlık ve eğitilmiş olarak çıkarlar. Topluma faydalı insanlar haline gelirler.
Ama nerdeeee??? Ben ne diyorum bizim hükümet ve ceza kanunumuz nerdee?? Diyorum ben bu dünyaya ait değilim diye. Hayal aleminde yaşıyorum işte affola!..
*gücünü halktan alarak yönetilmek: CUMHURİYET!
'Akrepler' sarmış dört bir yanımı!
Bayan akrep tanıdığım 1 kişi vardı. O da beni, erkek arkadaşımla bile paylaşamadığı için anlamsız bir kıskançlık yapıp vakti zamanında terk etti. Burdan ne çıkarıyoruz? Akrepler iyidir ama kendini kontrol edebilenleri! Edemeyenleri de işte böyle kendi kendinin düşmanı oluyorlar. Gerçi o kız herkesi kıskanıyordu. Sevgilisine o zamanlar yaptıklarını düşünüyorum da... Ayyy... Neyse...
Bu istisnai olay dışında sevmişimdir ben hep akreplerin karakterlerini. Özellikle de iş hayatında ve erkeklerini! İş ahlakı ve disiplinini çok takdir etmişimdir her zaman bir akrep erkeğinin. Tamam, akrepler sekse düşkünlüğüyle meşhurdur ama aynı zamanda çok çalışkandır bir akrep. İşi onun için çok önemlidir çünkü parayı sever! İşle aşkı her zaman ayırt etmesini bilir. İş hayatında dürüst olmayan bir akrep tanımadım ben daha! Mantıklıdır, makuldur. Sevdimi bir akrep tam sever. Ailesine düşkündür, eşine, anasına, babasına, çocuklarına çok bağlıdır. Yufka gibi bir yüreği vardır aslında akrebin ama görmek gerekir işte. Kimseye göstermeyi sevmezler çünkü onlar yumuşak yanlarını. Akrep aldatır, bu konuda onları savunmayacağım ama yuvasına da düşkündür bir akrep. Onları mutlu etmek içindir tüm çabası.
Çekiyorum ben de heralde sevdiğim akrebi demek ki, etrafım hep akreplerle dolu. İş yaptığım kişilerin %90'ı akrep. Hepsiyle tanışmaktan da çalışmaktan da çok mutluyum. Kimle kafam çok uyuşsa, kimden elektrik alsam(illa duygusal ve seksüel anlamda değil) hep akrep çıkıyor. Geçen gün sohbetini çok sevdiğim taksici bile akrep çıktı. Enteresan değil mi? :)
Akrep zordur kabul. Onu kızdırmamak gerekir doğru. Damarına basmayacaksın bir akrebin, 40 sene geçse unutmaz yaptığını. Ona yalan söylemeyeceksin, onu kandırmaya çalışmayacaksın. Aptal yerine koyulduğunu hissederse sokar karşısındaki kim olsa. Dediği dediktir bir akrebin. İkna edilmesi zordur. Kısacası herkes bir akreple iletişim kurmayı beceremez. E ben de teraziyim. Adaletin simgesiyim. İletişim prensesiyim. Mutluluk perisiyim. Sloganım: "Ben dengelerim!" Bırakın da etrafım akreplerle dolu olsun. Bırakın da dengeleri terazi olsun. ;) Severim aydınlığın içinde karanlık noktalar görmeyi...
Tüm akreplere sevgilerimle... ;))
Kral der ki: Akrepleri öne çıkarmıyorum. Sadece insanların önündeki "korkulan karakter" imajlarını kırmaya çalışıyorum. ;) Burç önemli değil, sevgiyi ve iyiliği hakkeden tüm dostlarımı gerçek anlamda seviyorum! :)
Zeytin dalı uzattım evrene gel barış benimle
Evren yasasının çok önemli bir kuralı vardır: Yüksek sesle istediğini söylediğin şeyle/gönderdiğin mesajla, içindeki "gerçekten" istediğinin de örtüşmesi gerekir. Aksi takdirde evren çağrılara cevap vermez, isteklerimizi gerçekleştirmez. Çünkü onun gerçek muhattabı içimizdeki sestir. "Bir ben var benden içeri..."
Bu yazım da benim evrene bir çağrımdır:
"Tamam son zamanlarda aramız seninle pek iyi olmayabilir. Hatta biraz sana karşı kırgınlığım da var desem yalan söylemiş olmam. Tamam seni kandırmaya çalışmış olabilirim. İçimde aile kurma arzusu yanıp tutuşurken bekar gezelim havaları okumuş olabilirim. Aynı zamanda evlenmekten korkarken 'ben evlenmek istiyorum' demiş olabilirim. İçimde aşk kadını yatarken dışardan 'aşk mı o ne puurrpp' demiş olabilirim. Kendimi zayıf ve çaresiz hissettiğim zamanlarda bile " benim kimseye ihtiyacım yook" triplerine girmiş olabilirim. Çok hassas bir insanken 'beeeennn She-ra'yıııımmmm' gibilerinden takılmış olabilirim. İçimden ağlarken 'ben mutluyum canııımmm' rolleri kesmiş olabilirim. Ve daha bir sürü tutarsızlık yapmış olabilirim. Tamam. Neticesinde de kaybeden ve yine sana dönen ben oldum değil mi? İçsel dönüşümümü tamamladım. Bak af diliyorum, gücünün önünde eğiliyorum. Bu kadar da olgunum! Sende benden büyük bir enerjisin madem, gel hadi barışalım artık!..
Artık hem evlenmek, hem eğlenmek, hem macera, hem huzur hepsini bir arada istiyorum; oldu mu? Sesimi duydun mu?"
Kral der ki: Bu, zıt kutupları bir arada isteme merakı tüm terazilerde var heralde. Sevgili terazi burcu Nil'de şarkısında söylemiyor mu "canım hem yuva kurmak hem eğlenmek ister" diye.
Bu yazım da benim evrene bir çağrımdır:
"Tamam son zamanlarda aramız seninle pek iyi olmayabilir. Hatta biraz sana karşı kırgınlığım da var desem yalan söylemiş olmam. Tamam seni kandırmaya çalışmış olabilirim. İçimde aile kurma arzusu yanıp tutuşurken bekar gezelim havaları okumuş olabilirim. Aynı zamanda evlenmekten korkarken 'ben evlenmek istiyorum' demiş olabilirim. İçimde aşk kadını yatarken dışardan 'aşk mı o ne puurrpp' demiş olabilirim. Kendimi zayıf ve çaresiz hissettiğim zamanlarda bile " benim kimseye ihtiyacım yook" triplerine girmiş olabilirim. Çok hassas bir insanken 'beeeennn She-ra'yıııımmmm' gibilerinden takılmış olabilirim. İçimden ağlarken 'ben mutluyum canııımmm' rolleri kesmiş olabilirim. Ve daha bir sürü tutarsızlık yapmış olabilirim. Tamam. Neticesinde de kaybeden ve yine sana dönen ben oldum değil mi? İçsel dönüşümümü tamamladım. Bak af diliyorum, gücünün önünde eğiliyorum. Bu kadar da olgunum! Sende benden büyük bir enerjisin madem, gel hadi barışalım artık!..
Artık hem evlenmek, hem eğlenmek, hem macera, hem huzur hepsini bir arada istiyorum; oldu mu? Sesimi duydun mu?"
Kral der ki: Bu, zıt kutupları bir arada isteme merakı tüm terazilerde var heralde. Sevgili terazi burcu Nil'de şarkısında söylemiyor mu "canım hem yuva kurmak hem eğlenmek ister" diye.
15 Aralık 2011 Perşembe
Öyle bir hayat yaşıyorum ki...
Öyle bir hayat yaşıyorum ki, inanılması güç.
Film gibi, roman gibi...
Olağanın içinde olanaksız
Normallerin içinde tek anormal
Belki de bu yüzden yaşıyorum, yazmam için...
Normal olan hep "sıradan" gelmedi mi zaten bana?
"Farklı" hayatlar hep ilgimi çekmedi mi zaten?
Küçükken "karışık" gelecek hayalleri görmedim mi?
Düzen bana sıkıcı gelmedi mi?
Karmaşıklığın içinde düzen yaratmayı sevmedim mi?
Hayatı tutkulu yaşamak bana keyif veren tek şey değil mi?
Göbek adım olsa "Tutku" olmalıymış zaten.
"İtibardan" sonra "tutkudan" başka hiçbir kelime tanımlayamazmış beni...
Bilirim herkesin vardır bir hikayesi
Ama benimki biraz "henüz ismini koyamadığım" bir şey işte...
Bir şiir var ya; "öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de" diye başlayan
Aynen öyle işte, beni anlatmışlar o şiirde...
Merak ediyorsunuz değil mi?
"Kendini prenses sanan bu kız ne yaşamış böyle" diye
Söz veriyorum anlatacağım bir gün hepsini
Hak vereceksiniz o zaman hepiniz bana
Okuyacaksınız en sürükleyici romandan da hızlı...
Film gibi, roman gibi...
Olağanın içinde olanaksız
Normallerin içinde tek anormal
Belki de bu yüzden yaşıyorum, yazmam için...
Normal olan hep "sıradan" gelmedi mi zaten bana?
"Farklı" hayatlar hep ilgimi çekmedi mi zaten?
Küçükken "karışık" gelecek hayalleri görmedim mi?
Düzen bana sıkıcı gelmedi mi?
Karmaşıklığın içinde düzen yaratmayı sevmedim mi?
Hayatı tutkulu yaşamak bana keyif veren tek şey değil mi?
Göbek adım olsa "Tutku" olmalıymış zaten.
"İtibardan" sonra "tutkudan" başka hiçbir kelime tanımlayamazmış beni...
Bilirim herkesin vardır bir hikayesi
Ama benimki biraz "henüz ismini koyamadığım" bir şey işte...
Bir şiir var ya; "öyle bir hayat yaşadım ki cenneti de gördüm cehennemi de" diye başlayan
Aynen öyle işte, beni anlatmışlar o şiirde...
Merak ediyorsunuz değil mi?
"Kendini prenses sanan bu kız ne yaşamış böyle" diye
Söz veriyorum anlatacağım bir gün hepsini
Hak vereceksiniz o zaman hepiniz bana
Okuyacaksınız en sürükleyici romandan da hızlı...
14 Aralık 2011 Çarşamba
Yeryüzünde bir melek... (?)
Öyle bir insan düşünün ki; gerçek bir Pollyanna!
Bardağı hep dolu tarafından görüyor, hep mutlu, hep gülümsüyor, hiçbir şeyi kendine dert etmiyor. Belki bir miktar gamsız...
Bir de bu insan genç olsun, genç yaşında da milyon dolarlar kaybetmiş olsun.
Öyle bir insan düşünün ki; İstanbul trafiğine sinirlenmiyor, acelesi olsa da "n'olacak canım dert mi yok" diyebiliyor
Kolu kopsa, sağlık olsun bir tane daha var diyecek kadar iyimser, belki de "saf"...
Öyle bir insan düşünün ki; her şeye gülüp geçebiliyor, sinirlenme alt sınırı ulaşamayacağınız kadar yükseklerde...
Bir de bu insanın erkek olduğunu düşünün.
Hatta ticaret gibi stresli bir iş yaptığını da düşünün!
Öyle bir insan düşünün ki sürekli gülüyor ama sırıtmıyor, sizi rahatsız etmiyor.
Bu kadar rahatlığa karşın sorumsuz da değil bu insan.
Üstüne aldığı görevi layığıyla yerine getiriyor ama kasmadan, strese girmeden, oluruna bırakarak...
Kesinlikle yapmacık değil gerçek!
Çekim yasasından, "pozitif mesaj gönder ikiye katlansın sana dönsün" falan gibi şeylerden haberi bile yok.
Doğuştan iyimser...
"Hayata bir kere geldim mutsuz olmak niye" kafasında bir adam...
Ne kadar sinir bozucu değil mi? Sizin kafanız düşünmekten çatlıyorken, sizin -kendinize göre- bir milyon tane "devasız" derdiniz varken, siz sıkıntılarınızdan uyuyamıyorken, siz gelecek kaygısı taşırken "onun" bu kadar mutlu, huzurlu ve rahat yaşaması ne kadar sinir bozucu değil mi?
Sizce böyle bir insan var mıdır?
Var! İnanılması güç ama var! Ben tanıştım. Gözlerime, kulaklarıma inanamadım. "Benimle dalga mı geçiyor bu herif" dedim. "Şaka mısın sen, çikletten mi çıktın" diye sordum. Rol yapıyor sandım. Ağzım bir karış açık kaldı. "Seninle evlenene Allah yardım etsin. Sen bu rahatlıkla bütün sorumluluğu kadının üstüne yıkarsın." dedim. Yakın arkadaşından itiraz geldi; "hiçbir kız arkadaşı ondan ayrılmak istemedi. Bütün eski sevgilileriyle hala dost. Çok iyi bir sevgilidir." diye.
Sonunda "dünya gerçekten senin gibilere güzel kardeş, keşke onda birin kadar olabilsem" dedim...
Yani kısacası "ideal insan" denilebilecek birini tanıdım ben. Hala şoktayım... Benim gibi kontrol manyağı, doğuştan huzursuz ve mükemmeliyetçi bir insanın böyle bir insan karşısında şoka girmesini de anlayışla karşılayın lütfen...
Bardağı hep dolu tarafından görüyor, hep mutlu, hep gülümsüyor, hiçbir şeyi kendine dert etmiyor. Belki bir miktar gamsız...
Bir de bu insan genç olsun, genç yaşında da milyon dolarlar kaybetmiş olsun.
Öyle bir insan düşünün ki; İstanbul trafiğine sinirlenmiyor, acelesi olsa da "n'olacak canım dert mi yok" diyebiliyor
Kolu kopsa, sağlık olsun bir tane daha var diyecek kadar iyimser, belki de "saf"...
Öyle bir insan düşünün ki; her şeye gülüp geçebiliyor, sinirlenme alt sınırı ulaşamayacağınız kadar yükseklerde...
Bir de bu insanın erkek olduğunu düşünün.
Hatta ticaret gibi stresli bir iş yaptığını da düşünün!
Öyle bir insan düşünün ki sürekli gülüyor ama sırıtmıyor, sizi rahatsız etmiyor.
Bu kadar rahatlığa karşın sorumsuz da değil bu insan.
Üstüne aldığı görevi layığıyla yerine getiriyor ama kasmadan, strese girmeden, oluruna bırakarak...
Kesinlikle yapmacık değil gerçek!
Çekim yasasından, "pozitif mesaj gönder ikiye katlansın sana dönsün" falan gibi şeylerden haberi bile yok.
Doğuştan iyimser...
"Hayata bir kere geldim mutsuz olmak niye" kafasında bir adam...
Ne kadar sinir bozucu değil mi? Sizin kafanız düşünmekten çatlıyorken, sizin -kendinize göre- bir milyon tane "devasız" derdiniz varken, siz sıkıntılarınızdan uyuyamıyorken, siz gelecek kaygısı taşırken "onun" bu kadar mutlu, huzurlu ve rahat yaşaması ne kadar sinir bozucu değil mi?
Sizce böyle bir insan var mıdır?
Var! İnanılması güç ama var! Ben tanıştım. Gözlerime, kulaklarıma inanamadım. "Benimle dalga mı geçiyor bu herif" dedim. "Şaka mısın sen, çikletten mi çıktın" diye sordum. Rol yapıyor sandım. Ağzım bir karış açık kaldı. "Seninle evlenene Allah yardım etsin. Sen bu rahatlıkla bütün sorumluluğu kadının üstüne yıkarsın." dedim. Yakın arkadaşından itiraz geldi; "hiçbir kız arkadaşı ondan ayrılmak istemedi. Bütün eski sevgilileriyle hala dost. Çok iyi bir sevgilidir." diye.
Sonunda "dünya gerçekten senin gibilere güzel kardeş, keşke onda birin kadar olabilsem" dedim...
Yani kısacası "ideal insan" denilebilecek birini tanıdım ben. Hala şoktayım... Benim gibi kontrol manyağı, doğuştan huzursuz ve mükemmeliyetçi bir insanın böyle bir insan karşısında şoka girmesini de anlayışla karşılayın lütfen...
İnsanlar neden facebook'dan birini siler?
Tahmini 6 yıllık facebook kullanıcısıyım. 3000'e yakın arkadaşım var. Yarısı, çocukluktan, şahsen tanıdığım arkadaşlarım ve ailem; diğer yarısı, iş hayatıyla ilgili.
Bugüne kadar kimseyi sildiğimi hatırlamıyorum facebooktan. Ne bir eski erkek arkadaşımı, ne artık görüşmediğim arkadaşımı, ne de ailemden birini.
Bunun kendime göre nedenleri var:
1- Kimseye gereksiz prim vermem bu hayatta
2- Facebooktan silince hayatından da silinmiş olmuyor
3- Facebook o kadar ciddiye aldığım bir mecra değil
Ayrıca, benim mantığıma göre, eski erkek arkadaşla dost kalınabilir, aile içinde küslük olmaz, arkadaşla da küsülmez sadece araya mesafe girer.
Facebookda çok zaman harcayan bir insan değilim. Gün içinde birkaç kez, 2-3 dakikalığına girerim; mesajları cevaplarım, ekleme taleplerini yanıtlarım, bildirimleri kontrol ederim o kadar. Arkadaş listemde kim eksilmiş, kim artmış bakmam bile. Hoş bakamam da zaten; o kadar kişinin arasından kim beni silmiş hayatta bulamam.
Ben hep silinmişim haberim yok!
İnsan önemsemesede Allah insanın karşısına çıkarıyor böyle "abuk subuk" şeyleri işte.
Beni, eski erkek arkadaşlarımın, ailemden insanların, bazı arkadaşlarımın sildiğini görüyorum zaman zaman. İçimden hep aynı cümle geçiyor "a-a dağ dağa küsmüş dağın haberi yok!" Düşündüm her bu tip bir şeye rastgeldiğimde, "acaba aramızda bir şey oldu da ben mi farkedemedim ya da hatırlamıyorum" diye ama elle tutulur bir şey bulamadım hiçbir zaman.
Bu durumu yakın bir arkadaşıma anlattım "neden insanlar beni ortada fol yok yumurta yokken siliyor sence" dedim. "Sen bu dünyaya ait değilsin kızım. Senin egon* altında ezilmeden yaşayabilmek zor. Bunu kaldıramayanlar siliyordur." dedi. Yeri geldi sordum eski erkek arkadaşlarıma "beni neden sildin" diye. "Senle dost kalamam ben, acı çekiyorum" dediler ağız birliği yapmışcasına.
"Eyvallah" dedim o zaman!..
*Ego: Bir kimsenin kişiliğini oluşturan temel öğe, ben. Bireyi öbür varlıklardan ayıran bilinç. (ego kelimesinin anlamı, çoğunluk tarafından bilinmediği ve burnu havada insanlara kullanılan bir tabir olarak algılandığı için açıklamasını yapıyorum.)
Kral der ki: Çok saygı duyduğum bir büyüğüme bir gün, "ben herkesi severim, ben kimseyi sevmem" demiştim. "Sen bireysel bir hümanistsin." demişti. Anlayana...
Bugüne kadar kimseyi sildiğimi hatırlamıyorum facebooktan. Ne bir eski erkek arkadaşımı, ne artık görüşmediğim arkadaşımı, ne de ailemden birini.
Bunun kendime göre nedenleri var:
1- Kimseye gereksiz prim vermem bu hayatta
2- Facebooktan silince hayatından da silinmiş olmuyor
3- Facebook o kadar ciddiye aldığım bir mecra değil
Ayrıca, benim mantığıma göre, eski erkek arkadaşla dost kalınabilir, aile içinde küslük olmaz, arkadaşla da küsülmez sadece araya mesafe girer.
Facebookda çok zaman harcayan bir insan değilim. Gün içinde birkaç kez, 2-3 dakikalığına girerim; mesajları cevaplarım, ekleme taleplerini yanıtlarım, bildirimleri kontrol ederim o kadar. Arkadaş listemde kim eksilmiş, kim artmış bakmam bile. Hoş bakamam da zaten; o kadar kişinin arasından kim beni silmiş hayatta bulamam.
Ben hep silinmişim haberim yok!
İnsan önemsemesede Allah insanın karşısına çıkarıyor böyle "abuk subuk" şeyleri işte.
Beni, eski erkek arkadaşlarımın, ailemden insanların, bazı arkadaşlarımın sildiğini görüyorum zaman zaman. İçimden hep aynı cümle geçiyor "a-a dağ dağa küsmüş dağın haberi yok!" Düşündüm her bu tip bir şeye rastgeldiğimde, "acaba aramızda bir şey oldu da ben mi farkedemedim ya da hatırlamıyorum" diye ama elle tutulur bir şey bulamadım hiçbir zaman.
Bu durumu yakın bir arkadaşıma anlattım "neden insanlar beni ortada fol yok yumurta yokken siliyor sence" dedim. "Sen bu dünyaya ait değilsin kızım. Senin egon* altında ezilmeden yaşayabilmek zor. Bunu kaldıramayanlar siliyordur." dedi. Yeri geldi sordum eski erkek arkadaşlarıma "beni neden sildin" diye. "Senle dost kalamam ben, acı çekiyorum" dediler ağız birliği yapmışcasına.
"Eyvallah" dedim o zaman!..
*Ego: Bir kimsenin kişiliğini oluşturan temel öğe, ben. Bireyi öbür varlıklardan ayıran bilinç. (ego kelimesinin anlamı, çoğunluk tarafından bilinmediği ve burnu havada insanlara kullanılan bir tabir olarak algılandığı için açıklamasını yapıyorum.)
Kral der ki: Çok saygı duyduğum bir büyüğüme bir gün, "ben herkesi severim, ben kimseyi sevmem" demiştim. "Sen bireysel bir hümanistsin." demişti. Anlayana...
11 Aralık 2011 Pazar
Yaşasın erkekler de burçlara inanıyor! =)
Benim astrolojiye olan merakımı sağır sultan duymuştur heralde. Biriyle tanıştıktan 1 saat sonra burcunun ne olduğunu söyleyebilirim. Burçlar, iletişim teknikleri gibi konularla ilgili yaptığım araştırmalar ve aldığım eğitimler sonucu, kişilere yaptığım karakter analizini doğruya en yakın düzeyde yapmaya başladım. (yediğim kazıklarında bir miktar etkisi olmuş olabilir!)
Hal böyle olunca arkadaşlarım, ailem ve yeni tanıştığım tüm insanlar benle mutlaka burçlarla ilgili muhabbete girmek zorunda kalmışlardır.
Eskiden, bundan 5 sene önce falan, "ben burçlara inanmıyorum" diye bir lafı çokça duyardım. İnanmak? Astroloji fal değil ki inanasın! Aynı nakaratı anlattım durdum...
Şimdiyse, özellikle erkeklerin burçlarla ne kadar ilgili olduğunu görüyorum. Eskiden doğru düzgün kimse burcunu bilmezken, "o ne" derken, şimdi erkekler "yükselenlerini" bile biliyorlar. Bir de yorum yapıyorlar; "ben daha çok yükselenimin özelliklerini taşıyorum", "evet takip ediyorum gerçekten bu bana çok uyuyor" diye... :))
O zaman herkese teşekkürler, artık astrolojiye "hurafe" muamelesi yapmıyorlar diye... ;))
Kral der ki: Bahsettiğim astroloji "günlük burç yorumları" değildir. Ayrıca tabiki de bir insanın karakterini sadece güneş burcu dediğimiz birincil burcu oluşturmaz. Bu sadece "temel özellikleri" oluşturur. Yoksa dünyada toplam 12 çeşit inan olurdu. Doğum anında etki eden farklı yıldızlar kişilerin farklılaşmasının sebebidir.
10 Aralık 2011 Cumartesi
'Jean' kızlar sonunda "tayt" dedi
Her şeyin bir devri var işte. Kim derdi büyük "buluş" jeanlerin de bir gün rafa kalkacağını.
Oldum olası sevemedim jeanleri. Dolabım onlarcasıyla dolu olsa da pek de gören olmamıştır üzerimde. Kadın dediğin "dişi" olmalı arkadaş. Eteğiyle, elbisesiyle kadın olduğu belli olmalı!
Kaldı ki pek rahat bir şey olduğu da söylenemez!..
Doğru jeani bulmaksa zaten işkence. Yanlış seçiminiz sizi olduğunuzdan kısa, kalın bacaklı, göbekli gösterir. Her moda olan kalıp herkese olmaz ne yazık ki. (Bkz. Levis 501)
Düşük bel jeanler yüzünden oturduğunda "poposu" görünmesin diye, dik oturamamaktan az bayanın kamburu çıkmamıştır.
Peki o "simitler" n'olacak o simitler? Tüm sebebi o simitlerin, düşük bel modası! Hanginizin annesinin, anneannnesinin gençliğinde "simidi"(yan bel yağları) varmış? Neden? Çünkü yüksek bel modaydı!..
Hele o yeni yıkanmış kot yok mu!! Her kadının kabusu! Yazarken bile yatağında, yılan gibi kıvrılıp kotunun içine girmeye çalışan kızcağızları düşünüyorum da... :-|
Skinny jean denilen bir şey çıkardılar. Türk kadını da atladı sazan gibi. Yahu bir aynaya bakın sizin g*tünüze göbeğinize o kalıp uyuyor mu? Türk kadını genel olarak armut tiplidir. Yani basenlidir, bacakları, soğuk ülke insanlarının tersine, ince uzun değil, kalın ve kısadır. E oldu mu o zaman o daracık skinnylere vücudunuzu sokup, görüntü kirliği yaratmanız yıllarca...
Boyunuz 1.65'den kısa olmasın, bacaklarınız kalem gibi olsun ya da hadi iyi tamam orta kalınlıkta da olsun ve topuklularla giyin eyvallah ama diğer türlü olmaz arkadaşlar olmaz!..
Yıllarca bunu söyledim durdum. Sonunda "tesadüfi" olsa da dediğime geldi Türk kadını. Artık herkesin üzerinde tayt var.
Evet tayt rahat; yemek yiyince sıkma, yıkanınca girmeme derdi yok.
Yalnız yine küçük bir ricam olacak: Tombul bayanlar; tayt giymeyin demiyorum giyin ama n'olursunuz üstüne k*çınızı başınızı kapatacak şeyler giyinin. Yani üstüne uzun (!) giyinin! Tamam? Çünkü hiçbirimiz birer Adriana Lima değiliz ve kabul edelim olamayacağız da...
Kral der ki: Moda geçer, stil kalır! Önemli olan moda olanı giymek değil, vücut ölçülerimize ve renk tonlamamıza göre doğru modeller ve renkleri tercih edip ideal görüntüyü yakalamaktır!..
Oldum olası sevemedim jeanleri. Dolabım onlarcasıyla dolu olsa da pek de gören olmamıştır üzerimde. Kadın dediğin "dişi" olmalı arkadaş. Eteğiyle, elbisesiyle kadın olduğu belli olmalı!
Kaldı ki pek rahat bir şey olduğu da söylenemez!..
Doğru jeani bulmaksa zaten işkence. Yanlış seçiminiz sizi olduğunuzdan kısa, kalın bacaklı, göbekli gösterir. Her moda olan kalıp herkese olmaz ne yazık ki. (Bkz. Levis 501)
Düşük bel jeanler yüzünden oturduğunda "poposu" görünmesin diye, dik oturamamaktan az bayanın kamburu çıkmamıştır.
Peki o "simitler" n'olacak o simitler? Tüm sebebi o simitlerin, düşük bel modası! Hanginizin annesinin, anneannnesinin gençliğinde "simidi"(yan bel yağları) varmış? Neden? Çünkü yüksek bel modaydı!..
Hele o yeni yıkanmış kot yok mu!! Her kadının kabusu! Yazarken bile yatağında, yılan gibi kıvrılıp kotunun içine girmeye çalışan kızcağızları düşünüyorum da... :-|
Skinny jean denilen bir şey çıkardılar. Türk kadını da atladı sazan gibi. Yahu bir aynaya bakın sizin g*tünüze göbeğinize o kalıp uyuyor mu? Türk kadını genel olarak armut tiplidir. Yani basenlidir, bacakları, soğuk ülke insanlarının tersine, ince uzun değil, kalın ve kısadır. E oldu mu o zaman o daracık skinnylere vücudunuzu sokup, görüntü kirliği yaratmanız yıllarca...
Boyunuz 1.65'den kısa olmasın, bacaklarınız kalem gibi olsun ya da hadi iyi tamam orta kalınlıkta da olsun ve topuklularla giyin eyvallah ama diğer türlü olmaz arkadaşlar olmaz!..
Yıllarca bunu söyledim durdum. Sonunda "tesadüfi" olsa da dediğime geldi Türk kadını. Artık herkesin üzerinde tayt var.
Evet tayt rahat; yemek yiyince sıkma, yıkanınca girmeme derdi yok.
Yalnız yine küçük bir ricam olacak: Tombul bayanlar; tayt giymeyin demiyorum giyin ama n'olursunuz üstüne k*çınızı başınızı kapatacak şeyler giyinin. Yani üstüne uzun (!) giyinin! Tamam? Çünkü hiçbirimiz birer Adriana Lima değiliz ve kabul edelim olamayacağız da...
Kral der ki: Moda geçer, stil kalır! Önemli olan moda olanı giymek değil, vücut ölçülerimize ve renk tonlamamıza göre doğru modeller ve renkleri tercih edip ideal görüntüyü yakalamaktır!..
9 Aralık 2011 Cuma
Şiir yazdım eskilerime, selam olsun buradan hepsine ;p
Arada sırada bakıyorum da sana
Bıraktığım gibisin be sevgili...
Bir adım ilerlememişsin
Üzüldüm...
Hala hiç sevmediğim "arabesk" modda takılıyorsun
Ona buna laf çakıyorsun
Bir şey katıyor mu sana bari?
Ee işten güçten ne haber?
Hala kaybedenleri mi oynuyorsun?
Merak ediyorum da şimdi kimin kollarında ağlıyorsun?
Kimin kafasını patlatıyorsun?..
Sen de beni takip ediyorsan eğer
Anlıyorsundur beni daha iyi
Neden yollarımızın ayrıldığını
Neden seni bıraktığımı...
Dilerim yakalarsın sende bir gün
Benim gibi mutluluğu
Sözüm bir tek kişiye değil
Ona, ona, ona...
Şöyle bir bakıyorum da
İyiki de bırakmışım hepinizi...
Bıraktığım gibisin be sevgili...
Bir adım ilerlememişsin
Üzüldüm...
Hala hiç sevmediğim "arabesk" modda takılıyorsun
Ona buna laf çakıyorsun
Bir şey katıyor mu sana bari?
Ee işten güçten ne haber?
Hala kaybedenleri mi oynuyorsun?
Merak ediyorum da şimdi kimin kollarında ağlıyorsun?
Kimin kafasını patlatıyorsun?..
Sen de beni takip ediyorsan eğer
Anlıyorsundur beni daha iyi
Neden yollarımızın ayrıldığını
Neden seni bıraktığımı...
Dilerim yakalarsın sende bir gün
Benim gibi mutluluğu
Sözüm bir tek kişiye değil
Ona, ona, ona...
Şöyle bir bakıyorum da
İyiki de bırakmışım hepinizi...
8 Aralık 2011 Perşembe
Doydum dönüyorum...
Bugün bir arkadaşım daha İstanbulu terk-i diyar eylediğini açıkladı...
Üniversite yıllarındayken İstanbul'dan nefret ederdim. Her burayı gezmeye gelişimde "burda nasıl yaşıyor insanlar, sinir hastası olunur burda, benim zaten sinirlenmeye müsait bir yapım var burda iyice ruh hastası olurum" der dururdum. Sonra anladım ki hayat burda. Geldim ve huzuru buldum... Tam da kaybetmişken...
Ben böyle düşünürken teker teker yıllardır İstanbul'da yaşayan yakın arkadaşlarım memleketlerine dönmeye başladılar. "İstanbul'un havasını koklayan bir daha başka şehirde yaşayamaz diyorlardı n'oldu" diye sordum. "Doyduk gidiyoruz. Sen de doyacaksın..." dediler.
İstanbul bu kadar mı yoruyor adamı?
Biri döndü nişanlandı, Marta evlenecek inşallah. Öbürü kendini dinlemeye çekildi... Biri gelecek Mayıs için dönüş planları yapıyor. O da evlenecek...
Burdan çıkarılacak sonuç; İstanbul bekar şehri midir? Satış elemanlığı için denir ya "kızlar koca bulana kadar, erkekler askere gidene kadar" diye bu da öyle bir şey mi? İstanbul evlenene kadar mı? Tabiki de memleketi başka yer olanlar için lafım. Yoksa her evlenen gidici olsa bu şehirde trafik sorunu da olmazdı! ;)
Bağlayıcı unsur
Bence insanların dönüş sebebi bağlayıcı unsurlar. Üniversitesi bitmiş, iyi kötü bir işte çalışan, sevgilisi de olmayan bir insan haliyle düşünür "beni burda bağlayan ne var döneyim ben anamın dizine" diye. Hele ki bu şehirde bir şey kafasını attırdıysa! Bana göre haklı da! Çünkü ben her zaman önce aile diyen bir insanım. Para, kariyer bir şekilde edinilir nasıl olsa...
***
Bugün İstanbul 1 fire daha verdi... Bakalım kalan sağlar kimin olacak?..
Kral der ki: Herkesin "bağlayıcı unsurlarının" gönlünün olduğu şehirde olması dileğiyle... ;)
Eğlenmenin adabı
Kendimi neşeli ama eğlenceli olmayan kişi olarak tanımlayabilirim.
Gece hayatından çok uzun zamandır haz etmez vaziyetteyim. Her çıkışımda bir sıkılmalar, bir afakan basmalar... Maksimum fasılı kaldırır olmuştum, onda da 12 dedi mi " yallah" eve... Hoş, zaten hiçbir zaman "party girl" olmadım, olmak da istemedim... Keyfime göre yaşadım/yaşamaya çalıştım hep...
Dün akşam Internations adlı bir grubun partysine katıldım. Bu katıldığım 2. partyleriydi. İlk katıldığım Ağustos ayında Suada'daydı, dünkü de Ghetto'da. Suada'da ki organizasyondan pek bir şey anlamamıştım çünkü daha yeniydim bu grupta. Biri Türk, biri Suriyeli 2 yakın arkadaşımın bana kavalyem olarak eşlik ettiği dünkü partyse pek bir keyifliydi...
Göz doygunluğu
Bütün gece sahnenin kenarında sahne dekoru gibi oturdum ama iyi de eğlendim. Oldum olası hareket halinde olan nesneleri özellikle de insanları izlemeyi sevmişimdir. Mutlu insanlar görmekse bana nedendir bilmem apayrı bir keyif verir. Ufacık çocuktum "yayla da yayla" diye tuttururdum, yazları babaannemle dedemin yanına giderdim yaylaya. Yemekle aram hiç yoktu çocukken(bir de olsaymış şu anda nasıl olacakmışım düşünmek bile istemiyorum), sofrada oturup hiç bir şey yemeyip insanların yemek yemelerini izlemeye bayılırdım. Mimiklerini izlemeyi, aç olanların hızlıca saldırmalarını, doydukça gözlerinde oluşan o pırıltıları, doyan insanın yüzüne anında nasıl renk geldiğini izlemeye doyamazdım.(Şu anda ne enteresan kız kesin psikopat diye içinden geçirenler için; pek de normal olduğumu söyleyemem ama hangi "sanatçı" normalmiş ki ;) demek ki bende de bir ışık var ;p) Hiç unutmam bir gün dedem "bu çocuk yemek yemeyip, açmış gibi beni izlerken ben yiyemem" diye sofradan kalkmıştı...
Gelelim partymize...
Bu grubun özelliği İstanbul'da toplanmış farklı milliyetten insanları bir araya getirmesi. Alman, Asyalı, Türk, Hollandalı vs. Genç, orta yaş, yaşlı, bay, bayan... Ortaya fena halde karışık... Haliyle bu, eğitim ve kültür seviyesi yüksek toplulukta ortak dil olduğu için İngilizce konuşuluyor.
Dans esnasında bir şey dikkatimi çekti. Birbirini tanımayan onlarca kişi sanki 40 yıllık kankalarmış gibi o kadar samimi ve eğlenerek dans ediyorlar ki. "Pis beyinli" klasik bir Türk olarak "ooo bu gece bu bunu kesin götürür" dediğim kaç çift oldu anlatamam. "Pis beynimle" yaşlı bayanlar için "genç erkek avcısı" dedim içimden, erkekler için "abaza iş adamı" dedim, gençler için "sizin burda ne işiniz var oğlum kasıntılığın alemi yok" dedim. Dedim de dedim...
Anladım ki yanılmışım!
Müzik bitti, dans bitti. Herkes birbirine büyük bir nezaket (!) içerisinde teşekkür etti ve ayrıldılar. Bazıları kartlarını değiş tokuş ettiler. Ayaküstü işten, güçten sohbet ettiler. Alkol çok az alındı çünkü eğlenmek amaçtı ve çoğu Türk gibi eğlenebilmek için alkole ihtiyaçları yoktu bu insanların. Müziğin çalması yeterliydi onlar için...
Özellikle ortamda hayran olduğum 1 bayan vardı. Benim, bütün gece "narin" popomu kaldırmadığım yerden geçerken durdurdum bayanı ve tanıştım. 60larında Alman uyruklu bir bayan, dans öğretmeniymiş. Dans benim hayatım dedi mükemmel İngilizcesiyle.
Çıkışta, aynı anda telefonla konuşup taksi kapmaya çalıştığım bir anda, birden bir zenci "heeeyyyy" diye kolumdan tuttu. Gerçekten işin adabını o kadar biliyorlar ki nerdeyse orda bulunan herkesi ayakta alkışlayacaktım. Benim "hanzo" Türk arkadaşlarım olsa arkadan ani bir saldırıvari hareketle selam verirdi. Bu arkadaşsa dirsekle omuz arasındaki mesafeli ama samimi olarak adlandırılan bölgeye dokunarak selam vermeye çalıştı bana.
Anlayacağınız bizim daha eğlence kültürünü anlamamıza çooook var...
Siz hiç tanımadığınız ve asla tanıyamayacağınız birinden hediye aldınız mı?
Gecenin en güzel anıysa herkesin getirdiği yılbaşı hediyelerinin seçme usulüyle dağıtılmasıydı. Hediye getirip havuza koyanlar hediyelerini aldılar. Benim şansıma benim gibi bir "cadı" çıktı. :) Bilmiyorum benim hediyemi kim aldı...
Gerçekten çok farklı ve yaşanması gereken bir atmosferdi. Bazıları için anlamsız gelecektir yazdıklarım ama ben zaten bu dünyaya ait olmadığımı bin defa söylemişimdir...
Kral der ki: Kim ne derse desin, ben çevremde olup bitenleri gözlemleme ve çok soru sorma özelliklerimin hep artısını gördüm. En basiti bu sayede size bu yazıyı okuttum ;) Beni izlemeye devam edin... =)
Gece hayatından çok uzun zamandır haz etmez vaziyetteyim. Her çıkışımda bir sıkılmalar, bir afakan basmalar... Maksimum fasılı kaldırır olmuştum, onda da 12 dedi mi " yallah" eve... Hoş, zaten hiçbir zaman "party girl" olmadım, olmak da istemedim... Keyfime göre yaşadım/yaşamaya çalıştım hep...
Dün akşam Internations adlı bir grubun partysine katıldım. Bu katıldığım 2. partyleriydi. İlk katıldığım Ağustos ayında Suada'daydı, dünkü de Ghetto'da. Suada'da ki organizasyondan pek bir şey anlamamıştım çünkü daha yeniydim bu grupta. Biri Türk, biri Suriyeli 2 yakın arkadaşımın bana kavalyem olarak eşlik ettiği dünkü partyse pek bir keyifliydi...
Göz doygunluğu
Bütün gece sahnenin kenarında sahne dekoru gibi oturdum ama iyi de eğlendim. Oldum olası hareket halinde olan nesneleri özellikle de insanları izlemeyi sevmişimdir. Mutlu insanlar görmekse bana nedendir bilmem apayrı bir keyif verir. Ufacık çocuktum "yayla da yayla" diye tuttururdum, yazları babaannemle dedemin yanına giderdim yaylaya. Yemekle aram hiç yoktu çocukken(bir de olsaymış şu anda nasıl olacakmışım düşünmek bile istemiyorum), sofrada oturup hiç bir şey yemeyip insanların yemek yemelerini izlemeye bayılırdım. Mimiklerini izlemeyi, aç olanların hızlıca saldırmalarını, doydukça gözlerinde oluşan o pırıltıları, doyan insanın yüzüne anında nasıl renk geldiğini izlemeye doyamazdım.(Şu anda ne enteresan kız kesin psikopat diye içinden geçirenler için; pek de normal olduğumu söyleyemem ama hangi "sanatçı" normalmiş ki ;) demek ki bende de bir ışık var ;p) Hiç unutmam bir gün dedem "bu çocuk yemek yemeyip, açmış gibi beni izlerken ben yiyemem" diye sofradan kalkmıştı...
Gelelim partymize...
Bu grubun özelliği İstanbul'da toplanmış farklı milliyetten insanları bir araya getirmesi. Alman, Asyalı, Türk, Hollandalı vs. Genç, orta yaş, yaşlı, bay, bayan... Ortaya fena halde karışık... Haliyle bu, eğitim ve kültür seviyesi yüksek toplulukta ortak dil olduğu için İngilizce konuşuluyor.
Dans esnasında bir şey dikkatimi çekti. Birbirini tanımayan onlarca kişi sanki 40 yıllık kankalarmış gibi o kadar samimi ve eğlenerek dans ediyorlar ki. "Pis beyinli" klasik bir Türk olarak "ooo bu gece bu bunu kesin götürür" dediğim kaç çift oldu anlatamam. "Pis beynimle" yaşlı bayanlar için "genç erkek avcısı" dedim içimden, erkekler için "abaza iş adamı" dedim, gençler için "sizin burda ne işiniz var oğlum kasıntılığın alemi yok" dedim. Dedim de dedim...
Anladım ki yanılmışım!
Müzik bitti, dans bitti. Herkes birbirine büyük bir nezaket (!) içerisinde teşekkür etti ve ayrıldılar. Bazıları kartlarını değiş tokuş ettiler. Ayaküstü işten, güçten sohbet ettiler. Alkol çok az alındı çünkü eğlenmek amaçtı ve çoğu Türk gibi eğlenebilmek için alkole ihtiyaçları yoktu bu insanların. Müziğin çalması yeterliydi onlar için...
Özellikle ortamda hayran olduğum 1 bayan vardı. Benim, bütün gece "narin" popomu kaldırmadığım yerden geçerken durdurdum bayanı ve tanıştım. 60larında Alman uyruklu bir bayan, dans öğretmeniymiş. Dans benim hayatım dedi mükemmel İngilizcesiyle.
Çıkışta, aynı anda telefonla konuşup taksi kapmaya çalıştığım bir anda, birden bir zenci "heeeyyyy" diye kolumdan tuttu. Gerçekten işin adabını o kadar biliyorlar ki nerdeyse orda bulunan herkesi ayakta alkışlayacaktım. Benim "hanzo" Türk arkadaşlarım olsa arkadan ani bir saldırıvari hareketle selam verirdi. Bu arkadaşsa dirsekle omuz arasındaki mesafeli ama samimi olarak adlandırılan bölgeye dokunarak selam vermeye çalıştı bana.
Anlayacağınız bizim daha eğlence kültürünü anlamamıza çooook var...
Siz hiç tanımadığınız ve asla tanıyamayacağınız birinden hediye aldınız mı?
Gecenin en güzel anıysa herkesin getirdiği yılbaşı hediyelerinin seçme usulüyle dağıtılmasıydı. Hediye getirip havuza koyanlar hediyelerini aldılar. Benim şansıma benim gibi bir "cadı" çıktı. :) Bilmiyorum benim hediyemi kim aldı...
Gerçekten çok farklı ve yaşanması gereken bir atmosferdi. Bazıları için anlamsız gelecektir yazdıklarım ama ben zaten bu dünyaya ait olmadığımı bin defa söylemişimdir...
Kral der ki: Kim ne derse desin, ben çevremde olup bitenleri gözlemleme ve çok soru sorma özelliklerimin hep artısını gördüm. En basiti bu sayede size bu yazıyı okuttum ;) Beni izlemeye devam edin... =)
Kadınlara sırrımdır: Hileli rimel! ;)
Kızlar annelerinin yolundan ilerler...
35 gösterip, 44 yaşında olan annem, tüm arkadaşlarımın teyidiyle benden güzel bir kadın ve ben onunla gurur duyuyorum!.. Bana göre hatta, dünyanın en güzel kadını! Umarım yaşım ilerledikçe ona benzerim. Yaşlandıkça gençleşirim...
***
Annemi bildim bileli Lancome'un fanatik müşterilerindendir. Bitmiş kutularını bile atmaz o derece! "Fazla eşyaya tahammülsüzlük" hastalığım (?) olduğu için ben kurcalarım bakım ve makyaj ürünlerini, ben atarım. Rimeli de asla değişmemiştir; Lancome Hypnose Drama. Bu işler anneden kıza geçiyor olsa gerek. Birçok rimel markasını deneyip sonunda Lancome Hypnose Drama'da karar kılıp, yıllardır ben de bu ürünü kullananlardanım.
Kullanıyorum kullanmasına da artık "altı üstü bir rimel" dediğimiz şeye verdiğim paraya tak dedi bana. Zaten son zamanlarda param pek bir kıymetli oldu!
Geçenlerde Watsons'a oje, pamuk gibi ıvır zıvır almaya gittiğimde Golden Rose 3D Fantastic Lash diye bir maskara sattılar bana. Sonuç: FACİA! "Ucuz mal alacak kadar zangin değilim" lafını boşuna söylememişler!
Büyük keşfi duymaya hazır mısınız?!
Dün akşam dışarı çıkmadan makyaj yaparken denedim bunu ve mükemmel sonuç verdi. Hemen paylaşmak istedim!..
Lancome'un fırçasını, ucuz ürünün (bendeki Golden Rose herhangi bir rimel markası da olabilir) tüpüne batırarak kullanıyorsunuz! Sonuç: MÜKEMMEL! :)
Evet bütün sır fırçadaymış meğer! Boşuna değilmiş reklamlarda fırçalarla ilgili bir ton özellik anlatmalarının sebebi! Meğer yıllarca pahalı maskaraya, bittikçe yenisini alarak boşuna para vermişiz. 1 kere pahalıyı alıp, bitince fırçasını atmayıp, uyduruk ürünün tüpünde onu kullanmaya devam edebilirmişiz!
Valla benim yeni taktiğim bu! Size de şiddetle öneriyorum. Pişman olmayacaksınız... ;))
35 gösterip, 44 yaşında olan annem, tüm arkadaşlarımın teyidiyle benden güzel bir kadın ve ben onunla gurur duyuyorum!.. Bana göre hatta, dünyanın en güzel kadını! Umarım yaşım ilerledikçe ona benzerim. Yaşlandıkça gençleşirim...
***
Annemi bildim bileli Lancome'un fanatik müşterilerindendir. Bitmiş kutularını bile atmaz o derece! "Fazla eşyaya tahammülsüzlük" hastalığım (?) olduğu için ben kurcalarım bakım ve makyaj ürünlerini, ben atarım. Rimeli de asla değişmemiştir; Lancome Hypnose Drama. Bu işler anneden kıza geçiyor olsa gerek. Birçok rimel markasını deneyip sonunda Lancome Hypnose Drama'da karar kılıp, yıllardır ben de bu ürünü kullananlardanım.
Kullanıyorum kullanmasına da artık "altı üstü bir rimel" dediğimiz şeye verdiğim paraya tak dedi bana. Zaten son zamanlarda param pek bir kıymetli oldu!
Geçenlerde Watsons'a oje, pamuk gibi ıvır zıvır almaya gittiğimde Golden Rose 3D Fantastic Lash diye bir maskara sattılar bana. Sonuç: FACİA! "Ucuz mal alacak kadar zangin değilim" lafını boşuna söylememişler!
Büyük keşfi duymaya hazır mısınız?!
Dün akşam dışarı çıkmadan makyaj yaparken denedim bunu ve mükemmel sonuç verdi. Hemen paylaşmak istedim!..
Lancome'un fırçasını, ucuz ürünün (bendeki Golden Rose herhangi bir rimel markası da olabilir) tüpüne batırarak kullanıyorsunuz! Sonuç: MÜKEMMEL! :)
Evet bütün sır fırçadaymış meğer! Boşuna değilmiş reklamlarda fırçalarla ilgili bir ton özellik anlatmalarının sebebi! Meğer yıllarca pahalı maskaraya, bittikçe yenisini alarak boşuna para vermişiz. 1 kere pahalıyı alıp, bitince fırçasını atmayıp, uyduruk ürünün tüpünde onu kullanmaya devam edebilirmişiz!
Valla benim yeni taktiğim bu! Size de şiddetle öneriyorum. Pişman olmayacaksınız... ;))
6 Aralık 2011 Salı
Kader...
Affet bu gece ölmek istedim.
Pembe bir mezarlık olmak istedim.
Karanlığı elimle bölmek istedim.
Seni çok özledim.
Çok istedim bu gece kendimi asmak.
Ellerimle kendi mezarımı kazmak.
Elimden gelen oturup evimde,
Sana şarkılar yazmak.
Model şarkısında ne güzel yazmış. Benim de elimden yazı yazmaktan başka bir şey gelmiyor...
Daha önce hiç tatmadığım bir duygu...
Acı çektiğimi söyledim. İçimde adlandıramadığım bir kızgınlık olduğunu söyledim. "Öfke değil o aşıksın" dedi. "Mutsuzum, saklamıyorum ama ağlayamıyorum da" dedim. "Klasik. Ne zaman değişeceksin" dedi ama en azından mutsuz olduğumu itiraf etmemin de ben de bir gelişme olduğunu da söyledi...
Hiç kimse onun sevdiği gibi sevmedi; çıkarsız, yalansız, dürüst, masum, gerçek... Böyle iyi bir insanla tanışılmadı hiç. Kendimi kandırdım tüm sevgililer için "o benim için her şeyi yapar" sözleriyle. Ama o? Gerçekten elinden gelen her şeyi yapmaya çalışan bir insan... Bir ananın, bir babanın evladını sevdiği gibi seven bir insan. Karşılıksiz, beklentisiz...
Hiçbir erkek böyle yaklaşmadı... Siz bunun nasıl bir şey olduğunu biliyor musunuz? En yakın dediğiniz erkek arkadaşlarınız bile fırsatını yakaladığında sizinle ilgili "niyetini" utanmadan söyleyebildiği bir dünyada siz hiç, bir erkek tarafından karşılıksız, çıkarsız sevildiniz mi?
Ben inanmazdım böyle bir şey olabileceğine çünkü aşka inanmazdım, çünkü erkeklerin sevgiyi hakketmeyen varlıklar olduğunu, ilişkinin taktikler üzerine kurulu olduğunu zannediyordum. O yüzden en acı çekilmesi gereken durumlarda bile güldüm geçtim, arkamı döndüm "önümdeki maçlara baktım!"
Her şeyin bir ilki varmış
İlk defa tüm çıplaklığımla gösterdim kendimi bir erkeğe. Yalansız, oyunsuz... Sevgimi, öfkemi gizlemeden... Gözyaşımı saklamdan... Sade... Masum... Samimi... Gerçek... O yüzden ilk defa bir erkeğin "seni çok seviyorum" demesine inanıyorum tüm kalbimle...
Hiç bir şeyin sonsuza kadar süreceğine inanmayacak kadar mantıklı bir insanım ama bazı insanlar var ki iz bırakıyor ve "iz bırakanlar unutulmuyor!" Hayatınızda iz bırakan insanlar yoksa eğer boşa yaşanmış sayın hayatınızı...
Kral der ki: "Biliyorum benden 'yazmak' için ayrıldın. Yazabildin mi bari ayrılığı? Yazdıysan dön artık bana!.." Çok şairane yaşıyorum artık hayatı...
Model'in bu şarkısının sözlerini mutlaka dinlemelisiniz.
Pembe bir mezarlık olmak istedim.
Karanlığı elimle bölmek istedim.
Seni çok özledim.
Çok istedim bu gece kendimi asmak.
Ellerimle kendi mezarımı kazmak.
Elimden gelen oturup evimde,
Sana şarkılar yazmak.
Model şarkısında ne güzel yazmış. Benim de elimden yazı yazmaktan başka bir şey gelmiyor...
Daha önce hiç tatmadığım bir duygu...
Acı çektiğimi söyledim. İçimde adlandıramadığım bir kızgınlık olduğunu söyledim. "Öfke değil o aşıksın" dedi. "Mutsuzum, saklamıyorum ama ağlayamıyorum da" dedim. "Klasik. Ne zaman değişeceksin" dedi ama en azından mutsuz olduğumu itiraf etmemin de ben de bir gelişme olduğunu da söyledi...
Hiç kimse onun sevdiği gibi sevmedi; çıkarsız, yalansız, dürüst, masum, gerçek... Böyle iyi bir insanla tanışılmadı hiç. Kendimi kandırdım tüm sevgililer için "o benim için her şeyi yapar" sözleriyle. Ama o? Gerçekten elinden gelen her şeyi yapmaya çalışan bir insan... Bir ananın, bir babanın evladını sevdiği gibi seven bir insan. Karşılıksiz, beklentisiz...
Hiçbir erkek böyle yaklaşmadı... Siz bunun nasıl bir şey olduğunu biliyor musunuz? En yakın dediğiniz erkek arkadaşlarınız bile fırsatını yakaladığında sizinle ilgili "niyetini" utanmadan söyleyebildiği bir dünyada siz hiç, bir erkek tarafından karşılıksız, çıkarsız sevildiniz mi?
Ben inanmazdım böyle bir şey olabileceğine çünkü aşka inanmazdım, çünkü erkeklerin sevgiyi hakketmeyen varlıklar olduğunu, ilişkinin taktikler üzerine kurulu olduğunu zannediyordum. O yüzden en acı çekilmesi gereken durumlarda bile güldüm geçtim, arkamı döndüm "önümdeki maçlara baktım!"
Her şeyin bir ilki varmış
İlk defa tüm çıplaklığımla gösterdim kendimi bir erkeğe. Yalansız, oyunsuz... Sevgimi, öfkemi gizlemeden... Gözyaşımı saklamdan... Sade... Masum... Samimi... Gerçek... O yüzden ilk defa bir erkeğin "seni çok seviyorum" demesine inanıyorum tüm kalbimle...
Hiç bir şeyin sonsuza kadar süreceğine inanmayacak kadar mantıklı bir insanım ama bazı insanlar var ki iz bırakıyor ve "iz bırakanlar unutulmuyor!" Hayatınızda iz bırakan insanlar yoksa eğer boşa yaşanmış sayın hayatınızı...
Kral der ki: "Biliyorum benden 'yazmak' için ayrıldın. Yazabildin mi bari ayrılığı? Yazdıysan dön artık bana!.." Çok şairane yaşıyorum artık hayatı...
Model'in bu şarkısının sözlerini mutlaka dinlemelisiniz.
İnsan olamıyorsan insan takildi yap bari! (Herkes okumalı)
Sosyal medya platformlarında yazılanları okuyorum ve gözlerime inanamıyorum. Dehşete düşüyorum desem az değil! Ülkemiz nereye doğru gidiyor?
Bildiğiniz üzere dün İzmir'de 5.1 şiddetinde deprem oldu. Çok şükür ki can kaybı yok! Bunun için mutlu olacağımıza yazılan yazıları görüyorum şoklara giriyorum.
Müstahak!
Van'da deprem oldu, terörist onlar "ilahi adalet" dediler. İzmir'de deprem oldu, faşist onlar "müstahak" dediler. Bunu diyenlere soruyorum; "peki siz kimsiniz?" Hepiniz insan müsvettesisiniz o zaman! Bunu söyleyen, Türk vatandaşlığını geçtim, insan olamaz insan!
Onların yerine bir kendinizi koysanıza. Sıcak evinizde, karnınız tok, ailenizle otururken bir gün önce, bir gün sonra göçük altındasınız ya da kurtarılmışsınız çadırsanız. Üşüyorsunuz, ailenizden kimseyi göremiyorsunuz, durumu kabul edemiyorsunuz ve biliyorsunuz bunu hiç bir zaman atlatamayacaksınız!
Allah düşmanınım başına vermesin
Benden herkese tavsiye düşmanınıza bile kötülük dilemeyin çünkü beddua gelir sahibini bulur!
...
Van açmazı!
Hazır deprem başlıklı bir yazı yazmaya başlamışken uzun zamandır içimi kemirip duran ama "sus kızım sana mı düşmüş" dediğim bir konuya değinmek istiyorum.
Kısa ve net; Van'a yapılan (yaptığınızı/yapıldığını zannettiğiniz) yardımların büyük çoğunluğu ulaşmamış oraya. Doğrudan Van Belediye Başkanı'nın ağzından duydum. Çok bilmişler şimdi "Pkk gasp ediyor ondandır" diyecektir. Hayır efendim öyle de bir durum yok. Kürtçülük yapmıyorum ama birbirlerine bu kadar bağlı bir grubun "zavallının da zavallısı" duruma düşmüş milletine yardımın gitmesini engellemisine hiçbir akl-ı selim insan inanmaz!
Bizim ülkemiz öyle sanılan gibi fakir bir ülke değil! Yardıma muhtaç 400-500 bin depremzedeyi barındıramayacak kadar aciz değil! Boşuna mı sanıyorsunuz Başbakan'ın dış güçlerden yardım talep etmemesini? Çünkü ülkede bunun için yıllardır ayrılan bir bütçe var. Biz farkında olmadan yıllardır elektiriğimizden, suyumuzdan, doğalgazımızdan deprem vergileri veriyoruz zaten. Yani senin benim,sevgili "dokunsal" Türk vatandaşı kardeşlerim, yolladığımız biberon, kazak, don, sütyen gibi şeylere hiç ama hiç ihtiyacı yok onların! OLMAMALI! OLMAMALIYDI! Devlet istese OLMAZDI!
Kurtarılan bir avuç insan da soğuktan öldüler ve ölmeye devam ediyorlar. Siz 1 adet prefabrik evin fiyatını ne sanıyorsunuz? 10.000 TL gibi bir şey. Nicelikleri çok ön plana çıkararak konuşmayacağım ama bir googlelayın isterseniz kim, ne kadar yardım yaptığını söylemiş! Bir hesap edin bakalım çok mu para gerekiyormuş topu topu 400.000 insan için.
İster kabul edelim, ister etmeyelim biz toplum olarak çabuk galeyana gelip, araştırmadan etmeden 2-3 lafa söze "kanıyoruz!" Bu anlattıklarım sadece buzdağının görünen kısmının küçücük bir kısmı. Bir de altına baksanız neler göreceksiniz, hepiniz kendinizden utanacaksınız. Tıpkı öğrendiğimde benim de utandığım gibi!..
Kral der ki: Kürt, Türk, Arap, Çerkez hatta Müslüman, Hristiyan, Yahudi fark etmez! Kimse hangi dine ve ırka mensup olacağını seçerek doğmuyor. Herkes insandır, herkes insan evladırır. Ayrımcılık yapan insan değildir! Onun yerinde sende olabilirdin! Bunu kimse unutmasın; "düşmez kalkmaz bir Allahtır!" Solu, sağı bırakın hümanist olmak lazım hümanist!
Bildiğiniz üzere dün İzmir'de 5.1 şiddetinde deprem oldu. Çok şükür ki can kaybı yok! Bunun için mutlu olacağımıza yazılan yazıları görüyorum şoklara giriyorum.
Müstahak!
Van'da deprem oldu, terörist onlar "ilahi adalet" dediler. İzmir'de deprem oldu, faşist onlar "müstahak" dediler. Bunu diyenlere soruyorum; "peki siz kimsiniz?" Hepiniz insan müsvettesisiniz o zaman! Bunu söyleyen, Türk vatandaşlığını geçtim, insan olamaz insan!
Onların yerine bir kendinizi koysanıza. Sıcak evinizde, karnınız tok, ailenizle otururken bir gün önce, bir gün sonra göçük altındasınız ya da kurtarılmışsınız çadırsanız. Üşüyorsunuz, ailenizden kimseyi göremiyorsunuz, durumu kabul edemiyorsunuz ve biliyorsunuz bunu hiç bir zaman atlatamayacaksınız!
Allah düşmanınım başına vermesin
Benden herkese tavsiye düşmanınıza bile kötülük dilemeyin çünkü beddua gelir sahibini bulur!
...
Van açmazı!
Hazır deprem başlıklı bir yazı yazmaya başlamışken uzun zamandır içimi kemirip duran ama "sus kızım sana mı düşmüş" dediğim bir konuya değinmek istiyorum.
Kısa ve net; Van'a yapılan (yaptığınızı/yapıldığını zannettiğiniz) yardımların büyük çoğunluğu ulaşmamış oraya. Doğrudan Van Belediye Başkanı'nın ağzından duydum. Çok bilmişler şimdi "Pkk gasp ediyor ondandır" diyecektir. Hayır efendim öyle de bir durum yok. Kürtçülük yapmıyorum ama birbirlerine bu kadar bağlı bir grubun "zavallının da zavallısı" duruma düşmüş milletine yardımın gitmesini engellemisine hiçbir akl-ı selim insan inanmaz!
Bizim ülkemiz öyle sanılan gibi fakir bir ülke değil! Yardıma muhtaç 400-500 bin depremzedeyi barındıramayacak kadar aciz değil! Boşuna mı sanıyorsunuz Başbakan'ın dış güçlerden yardım talep etmemesini? Çünkü ülkede bunun için yıllardır ayrılan bir bütçe var. Biz farkında olmadan yıllardır elektiriğimizden, suyumuzdan, doğalgazımızdan deprem vergileri veriyoruz zaten. Yani senin benim,sevgili "dokunsal" Türk vatandaşı kardeşlerim, yolladığımız biberon, kazak, don, sütyen gibi şeylere hiç ama hiç ihtiyacı yok onların! OLMAMALI! OLMAMALIYDI! Devlet istese OLMAZDI!
Kurtarılan bir avuç insan da soğuktan öldüler ve ölmeye devam ediyorlar. Siz 1 adet prefabrik evin fiyatını ne sanıyorsunuz? 10.000 TL gibi bir şey. Nicelikleri çok ön plana çıkararak konuşmayacağım ama bir googlelayın isterseniz kim, ne kadar yardım yaptığını söylemiş! Bir hesap edin bakalım çok mu para gerekiyormuş topu topu 400.000 insan için.
İster kabul edelim, ister etmeyelim biz toplum olarak çabuk galeyana gelip, araştırmadan etmeden 2-3 lafa söze "kanıyoruz!" Bu anlattıklarım sadece buzdağının görünen kısmının küçücük bir kısmı. Bir de altına baksanız neler göreceksiniz, hepiniz kendinizden utanacaksınız. Tıpkı öğrendiğimde benim de utandığım gibi!..
Kral der ki: Kürt, Türk, Arap, Çerkez hatta Müslüman, Hristiyan, Yahudi fark etmez! Kimse hangi dine ve ırka mensup olacağını seçerek doğmuyor. Herkes insandır, herkes insan evladırır. Ayrımcılık yapan insan değildir! Onun yerinde sende olabilirdin! Bunu kimse unutmasın; "düşmez kalkmaz bir Allahtır!" Solu, sağı bırakın hümanist olmak lazım hümanist!
4 Aralık 2011 Pazar
Boşanmış erkeklerin çilesi
Boşanmak sanki yalnızca kadınlara özgüymüş gibi hep boşanmalar kadın taraflı yazılır. Kadının çilesi, kadının nafakası, kadının yalnızlığı, kadının çocuğu, kadının yaşadığı zorluklar... Sanki erkekler boşanmıyor kadın kendi kendine boşanıyor, karşısında aynı durumda bir erkek bırakmıyor, erkekler yalnız kalmıyor, o çocuk o adamdan değilmiş gibi aşırı kadın yanlısı davranışlar izler, yazılar okuruz.
Çevremde boşanan erkekler kadınlardan daha çok olduğu için erkek tarafından konuya daha hakimim. O yüzden bir kadın olarak erkekler içinde hiç ama hiç kolay olmadığını söylemek istedim...
Boşanmanın her türlüsü zordur!
Boşanmak çocuğa da zordur, kadına da zordur, erkeğe de zordur. Çocuk varsa da zordur yoksa da zordur. Para varsa da zordur yoksa da! Severek ayırılınıyorsa da zordur, düşman ayrılınıyorsa da. Anlaşmalı boşanma da zordur, çekişmeli boşanma da!
Bir kere biz toplum olarak hırsına çok kolay yenik düşen insanlarız. Biz daha evlenmenin adabını öğrendik mi ki boşanmayı bileceğiz? Kredi çekerek evlenenler var hala ülkemizde. Evlilik nedir Allah aşkına? Birbirini seven, yuva kurmak isteyen insanların iyi günde, kötü günde birbirlerinin yanlarında olmak için hayatlarını birleştirmeleri değil midir? E o zaman anlamsız "tantanalara", bütçeyi aşan tuhaf örflere, adetlere ne gerek var? E daha biz bunu bile bilmiyorken, derdimiz evlenirken bile gösterişteyken tabi ki de boşanırken görgüsüzleşiriz, onu ben aldım, bunu sen aldın hesabına düşeriz. İyi günleri bir anda siler, karşımızdakinin anasına babasına da anne-baba dediğimizi unuturuz. Mesele çiftleri tabiki de aşar, ailelere taşar! E çünkü evlenirken de böyle değil miydi? Boşanırken nasıl olması beklenebilir ki?!
Boşanmış çok yakın bir erkek arkadaşımın boşanmakta olan çok yakın bir erkek arkadaşı var. Haliyle her buluşmamızda konu boşanmaya geliyor. Boşanmış olan davası devam edene akıllar veriyor. İkisi birden dert yanıyorlar, çocuklarını özlediklerini söylüyorlar. Bu tabloya defalarca şahit olduktan sonra yazmaya karar verdim.
Erkekleri daha iyi tanımamız gerekiyor
Erkeklerin de kalbi var. Duygular sadece kadınlara has değildir. Onlar da ağlar, onlar da özler, onlar da acı çeker! En başta bunu öğrenmemiz gerekiyor. Bu bilinmediği için erkekler boşanma davalarına 1-0 mağlup başlarlar. Birden bire herkes erkeğin karşısına geçiverir. Sanki boşanmaya tek başına karar vermiş, kadını mağdur etmiş gibi herkes karşısında bitiverir adamın. Herkes suçlar gözlerle bakar. Kadın tarafında ne kadar sivri ve "her b*ka roka" tip varsa onların hakeretlerine, saygısız ve terbiyesiz mesajlarına maruz kalır. Herkes birden kolladıkları sandıkları kadının o adamın "namusu" olduğunu unutur! Oysa ki kadın adamın çocuğunun annesidir. Ayrı da olsalar beraber de, kadını ilk koruyacak kişi yine eski eş olacaktır da kimse farketmez bunu!
Erkekler de dertleşir, erkekler de akıl alır/verir. İkinci olarak da bunu öğrenmemiz gerekiyor. Erkekler ne kadar güçlü görünürlerse görünsünler onlarda dertleşmeye ihtiyaç duyarlar. En gaddar, en ketum koca bile dertli dertli yatağa girdiğinde konuşamıyorsa da karısına her zamankinden farklı sarılmaz mı? Ondan güç almaya çalışmaz mı? Şimdi bu adamın yalnız kaldığını düşünün. Kiminle konuşacak, kimden akıl alacak, kimden güç alacak? Ya içki şişesinden ya dostlarından...
Erkekler kadınlardan daha masum ve saf oldukları için boşanmalarda dut yemiş bülbüle dönüyorlar. Kadının türlü oyunlarına alet oluyorlar. İstisnaların kaideyi bozmaması şartı ile bir baba da çocuğuna en az anne kadar düşkündür, en az onun kadar sever. Farksa kadınların aksine hiçbir erkek çocuğunu annesine karşı kullanmaz! Öğrenmemiz gereken üçüncü şey de budur!
Boşanma erkek için daha bile zordur çünkü; yapısal olarak kadın kendi başına yaşayabilir. Kimseye ihtiyaç duymaz! İsterse rahatlıkla yeniden bile evlenebilir. Onun için değişen bir şey olmayacaktır. Sadece yatağındaki adam değişecek, çocuğuyla yeni eşi arasında köprü olmak zorunda kalacaktır o kadar. Ya erkek için? Ben boşanma depresyonunu kolay kolay atlatabilen erkeğe daha rastmadım. Boşanmalar erkeklere o kadar ağır gelir ki yenide evlenmek hatta bir kadınla yeniden aynı evde yaşamak bile istemezler.
Yalnız kadın güçlüdür. Yalnız erkekse mutsuz ve derbederdir. Düzenini kaybetmiştir.. Bunu boşanmış tüm erkekler bilir. Boşanmakta olanlar da anlatılanlardan başına neler geleceğini bilir. Bu yüzden boşanmak erkekler için daha sancılıdır.
Kral der ki: Hiçbir erkek düzenini bozmak istemez. İsteseydi eğer metresi olan erkekler boşanır yeni kadınla evlenirlerdi. Yani demeye çalıştığım şu ki; bir kadın istemezse eğer bir boşanma kolay gerçekleşmez! Bu yüzden insaflı olmak ve boşanmanın kadın için de erkek için de eşit zorlukta olduğunu kabul etmek lazım!..
Mazeretini söyle sana kim olduğunu söyleyim!
İnsanların sürekli yapmadıkları, yapamadıkları, yapmak istemedikleri şeyler için bahaneler üretmesinden hiçbir zaman haz etmemişimdir. Aynı şekilde mazeretleri de hiç sevmem! Başarısızlıklarını örtmek için sadece kendilerini kandırmaya yarayan cümlelerdir gözümde mazeretler. "Sermayem olsaydı eğer ondan çok daha iyisini yapardım." "Okusaydım eğer şimdiye ceo olurdum." "İstanbul'da yaşasaydım eğer sesimi çok rahat duyuyurdum." "Onun gibi 'motor' olsaydım eğer en zengin, en yakışıklı kocayı ben kapardım." "Kariyer yapmasaydım şimdiye çoktan yuva kurmuş olurdum." "Yurtdışında okusaydım eğer çoktan iş bulurdunm." vs. vs. vs.
Tüm bu mazeretleri üretenlere Ajda Pekkan'dan palavra şarkısını en içten duygularımla yolluyorum!.. Bu tip bahaneler aklı başında insanların gözünde küçük çocukların "sular(!) kesildi ödevimi yapamadım" bahanesinden hiçbir farkı yoktur!
"Söyleme yap!" Beni ben yapan sözlerden biridir diyebilirim. Bahanelerle yaşayan, her şeye mazeret üreten, gereksiz vaat veren insanlar oldum olası içimi bunaltmıştır. Benim hayatımda hiçbir zaman keşkelere, eğerlere yer olmadı olamaz da ama bugün kendime izin verdim eğerle başlayan cümlelere... Hazır mısınız dinlemeye? ;?
Yorgun hissetmeseydim eğer; her günümü sabahlar olmasın modunda yaşardım, sessiz ve sakin yerler yerine en kalabalığı, en gürültülü yerleri seçerdim.
Halim olsaydı eğer; eğlenmeye çıktığımda sadece insanları izlemez ben de eğlenirdim, dans edenlere, göbek atanlara "dünyada neler oluyor bunlar ne yapıyor" gözüyle bakmazdım.
Mutsuz olmasaydım eğer, gözlerimin içi de gülerdi, kimse gözlerimdekinin nedenini sormak zorunda kalmazdı.
Huzursuz olmasaydım eğer, her gece karmakarışık rüyalar görmezdim.
Eski ben olsaydım eğer, anımı yaşamaya çalışırdım yarınımı düşünmeden.
Kendimi yaşlı hissetmeseydim eğer; saçımı turuncuya boyardım, bir gecede 4-5 mekan gezerdim.
Pilim bitmeseydi eğer; tavuk gibi erkenden yatmaz, günde 7-8 saat uyumazdım.
Gücü bu kadar sevmeseydim eğer, herkesin içinde ağlar rahatlardım.
Özlediklerim olmasaydı eğer, bunları yazmazdım...
Bayan mükemmel olmaya çalışmasaydım eğer, mutsuzluğumu ve yalnızlığımı itiraf ederdim...
Mazeretlerime bakarsak ben bugün sensizim, ben bugün yalnızım... Peki ya sen kimsin?
Tüm bu mazeretleri üretenlere Ajda Pekkan'dan palavra şarkısını en içten duygularımla yolluyorum!.. Bu tip bahaneler aklı başında insanların gözünde küçük çocukların "sular(!) kesildi ödevimi yapamadım" bahanesinden hiçbir farkı yoktur!
"Söyleme yap!" Beni ben yapan sözlerden biridir diyebilirim. Bahanelerle yaşayan, her şeye mazeret üreten, gereksiz vaat veren insanlar oldum olası içimi bunaltmıştır. Benim hayatımda hiçbir zaman keşkelere, eğerlere yer olmadı olamaz da ama bugün kendime izin verdim eğerle başlayan cümlelere... Hazır mısınız dinlemeye? ;?
Yorgun hissetmeseydim eğer; her günümü sabahlar olmasın modunda yaşardım, sessiz ve sakin yerler yerine en kalabalığı, en gürültülü yerleri seçerdim.
Halim olsaydı eğer; eğlenmeye çıktığımda sadece insanları izlemez ben de eğlenirdim, dans edenlere, göbek atanlara "dünyada neler oluyor bunlar ne yapıyor" gözüyle bakmazdım.
Mutsuz olmasaydım eğer, gözlerimin içi de gülerdi, kimse gözlerimdekinin nedenini sormak zorunda kalmazdı.
Huzursuz olmasaydım eğer, her gece karmakarışık rüyalar görmezdim.
Eski ben olsaydım eğer, anımı yaşamaya çalışırdım yarınımı düşünmeden.
Kendimi yaşlı hissetmeseydim eğer; saçımı turuncuya boyardım, bir gecede 4-5 mekan gezerdim.
Pilim bitmeseydi eğer; tavuk gibi erkenden yatmaz, günde 7-8 saat uyumazdım.
Gücü bu kadar sevmeseydim eğer, herkesin içinde ağlar rahatlardım.
Özlediklerim olmasaydı eğer, bunları yazmazdım...
Bayan mükemmel olmaya çalışmasaydım eğer, mutsuzluğumu ve yalnızlığımı itiraf ederdim...
Mazeretlerime bakarsak ben bugün sensizim, ben bugün yalnızım... Peki ya sen kimsin?
2 Aralık 2011 Cuma
Hoşgeldin Aralık =)
Aralık geldi, kış geldi... Uzun yıllar sonunda soğuk olmayan bir yerde kış geçirdiğim için o kadar mutluyum ki... ;) Gözünü seveyim İstanbul'un. Neydi o Ankara yaa... Yaşanmaz oralarda arkadaş yaşanmaz!..
...
Sevgilisinden ayrılan kadın herkesin bildiği üzere kuaföre gider, saçıyla başıyla oynar, kendini alışverişe vurur, önüne ne gelirse alır da alır. Aslında amaç şu; kendinde yeni bir sayfa açtığını kendine inandırmaya çalışıyordur kadın. Saçının rengini değişir, hafızasının da değiştiğini sanıp yeni bir insan oldu zanneder. Giden eski renkle birlikte acısının da gittiğini sanar. Alışveriş yapar oyalanmak, vakit öldürmek için. Kendini baştan başlatma sürecinde bir şeylerle meşgul olmak ister ki düşünmesin, acı çekmesin, kendi kendine kurmasın!..
Ben de 2 gündür evde bir değişim halindeyim. Kendime sarmadım çünkü kendimden ziyadesiyle memnunum. Ne kendimi ne gardrobumu değişmek istemiyorum :) E bende ne yaptım? Evimi baştan yarattım ;) 3 oda 1 salon evdeki eşyaların yerlerini öyle bir değiştim ki sanırsın bambaşka bir eve taşındım. O odadan aldım öteki odaya koydum, o duvardan aldım öbür duvara astım. O kadar beğendim ki; deli gibi ben önde Kral arkada dolanıp duruyoruz odaları tek tek... :)
Kış geldi sonunda benim de evime...
Çocukken kardeşimle çok fazla Tom ve Jerry izlediğimizden midir nedir kış deyince hep sıcacık bir ev, loş ışık, pofidik terlikler, mutfaktan gelen tarçın kokusu(Tom ve Jerry de o yüzünü hiç göremediğimiz koca popolu kadın hep kurabiye yapardı :D), koşuşturan mutlu bir köpek gelirdi aklıma. Şu anda tam anlamıyla bu atmosferi yakaladım evimde ve o kadar mutluyum ki! :) (Ne kadar küçük şeylerle mutlu oluyorum değil mi? ;p)
Çocukken yaşadığımız ev komple halıfleksdi. Kışın kardeşimle okuldan gelip televizyonun karşısına geçip sırasıyla Tom ve Jerry, Bugs Bunny ve Şirinler'i ellerimizde "abur cuburlarla" izlemekten o kadar keyif alırdım ki... Dışarısının soğuk olduğunu bilirken evde o sıcacık halının üzerinde terliksiz yürümenin verdiği duyguyu o kadar severdim ki... Hala da severim; otel odalarında halıfleksin üstünde yalınayak dolaşmayı...
Büyük aileyi her zaman sevmişimdir. Büyük ve keyifli aile yemekleri, aile toplantıları, gülen yüzler, neşeyle oynayan çocuklar... Benim de büyük bir ailem vardı ama ne yazık ki şimdi herkes ayrı yerlerde...
Daha Aralık'ın başından yeni yıldan dileğim belli... Tekrar büyük bir aile, güzel bir yuva(ama artık bir zahmet kendi yuvam), kediler, köpekler, çocuklar, annem, babam, kardeşim, kız arkadaşı(tabi artık eşi olarak) ve çocuklarıyla(ilerde olacak) yeniden büyük bir ailenin temellerini atmak...
Tüm çocukların sıcacık evlerde, anneleri, babalarıyla, mutlu ve çağdaş ortamlarda büyümeleri dileğiyle...
Kral der ki: Şu ay başlarını bir tek kira ödeyeceğim diye sevmiyorum...
Teşekkürler sevgilim uyuyan ejderhayı uyandırdın
"Aşk bile bile tutsaklıktır" yazar Şıpsevdi sakızın içinde...
Kadın detaycıdır. Mükemmellik de detaylarda saklıdır! Aşık kadın detayları görmez, kabası yeterlidir onun için.
Aşık kadın daha saftır, daha masumdur, daha sakindir... Gözleri tamamen kapalıdır! Hırsları yoktur. Meleğin yeryüzüne inmiş halidir. Aşık kadın daha dürüsttür. Aşık kadın daha ağırkanlıdır, daha toleranslıdır hatta biraz da sarsaktır... Aşık kadın daha savunmasızdır, daha güçsüzdür...
O zaman kadın aşık olunca mükemmellikten uzaklaşır mı? Kadına özgü pratik zekasını kayıp mı eder? Çok kişiden duymuşuzdur ağzı kulaklarında "aşık oldum, beynimin yarısını kaybetmiş gibi hissediyorum" diye. Kadın aşık olunca aptallaşıyor mu o zaman?
Erkeğeyse iyi gelir aşk. Daha bakımlı, daha yakışıklı görünmeye başlar. Daha çalışkan, daha düzenli, daha pratik olur!
Bu yüzden midir başarılı erkeklerin mutlu bir evliliği/ilişkisi olması, başarılı kadınlarınsa bekar/yalnız olmasının nedeni?
Kadınlar aşıkken kendilerini hayata karşı daha mı sorumsuz hissediyor da salıveriyorlar kendilerini? Erkeklerse 2 kat daha sorumlu hissediyorlar ki daha çok asılıyorlar işlerine güçlerine bir karısı, bir ailesi olduğunda!
Çocuk yaparım yaparım eyvallah peki ya kariyer...?
Kim demiş "çocuk da yaparım kariyer de" diye? Yalan külliyen yalan! Kimse örneklerini göstermeye kalkamasın bana. Çocuklu kariyer yaptıysa da potansiyelinin altında seyrediyordur mutlaka!
Boşuna mıdır kocasından ayrılan kadının tüm bastırılmış enerjisini açığa çıkararak sahalara geri dönmesi? Boşuna mıdır eskisinden de hırslı çalışması? Boşuna mıdır boşanmanın ardından zirveyi ele geçirmesi?
Hayalperesttim güzel hayaller peşinde...
Aşıkken işi boşladım, yalnızken zirveye oynadım. Değişmedi değişmez de! Aşksız daha zeki, daha verimli, daha hayatdoluyum ben... Bile bile tutsak olmak neden?
Kadın detaycıdır. Mükemmellik de detaylarda saklıdır! Aşık kadın detayları görmez, kabası yeterlidir onun için.
Aşık kadın daha saftır, daha masumdur, daha sakindir... Gözleri tamamen kapalıdır! Hırsları yoktur. Meleğin yeryüzüne inmiş halidir. Aşık kadın daha dürüsttür. Aşık kadın daha ağırkanlıdır, daha toleranslıdır hatta biraz da sarsaktır... Aşık kadın daha savunmasızdır, daha güçsüzdür...
O zaman kadın aşık olunca mükemmellikten uzaklaşır mı? Kadına özgü pratik zekasını kayıp mı eder? Çok kişiden duymuşuzdur ağzı kulaklarında "aşık oldum, beynimin yarısını kaybetmiş gibi hissediyorum" diye. Kadın aşık olunca aptallaşıyor mu o zaman?
Erkeğeyse iyi gelir aşk. Daha bakımlı, daha yakışıklı görünmeye başlar. Daha çalışkan, daha düzenli, daha pratik olur!
Bu yüzden midir başarılı erkeklerin mutlu bir evliliği/ilişkisi olması, başarılı kadınlarınsa bekar/yalnız olmasının nedeni?
Kadınlar aşıkken kendilerini hayata karşı daha mı sorumsuz hissediyor da salıveriyorlar kendilerini? Erkeklerse 2 kat daha sorumlu hissediyorlar ki daha çok asılıyorlar işlerine güçlerine bir karısı, bir ailesi olduğunda!
Çocuk yaparım yaparım eyvallah peki ya kariyer...?
Kim demiş "çocuk da yaparım kariyer de" diye? Yalan külliyen yalan! Kimse örneklerini göstermeye kalkamasın bana. Çocuklu kariyer yaptıysa da potansiyelinin altında seyrediyordur mutlaka!
Boşuna mıdır kocasından ayrılan kadının tüm bastırılmış enerjisini açığa çıkararak sahalara geri dönmesi? Boşuna mıdır eskisinden de hırslı çalışması? Boşuna mıdır boşanmanın ardından zirveyi ele geçirmesi?
Hayalperesttim güzel hayaller peşinde...
Aşıkken işi boşladım, yalnızken zirveye oynadım. Değişmedi değişmez de! Aşksız daha zeki, daha verimli, daha hayatdoluyum ben... Bile bile tutsak olmak neden?
30 Kasım 2011 Çarşamba
Hesaplar kapandı...
2011 hesapların görüldüğü yıldı...
Bende birçok kişinin biletini kestim bu sene. Normalde huyum değildir. Kimseyle olan ilişkimi sonlandırmam. Çıktığım kapıları çarpmam yani. Erkeklerden bahsetmiyorum! Aklı bir tek oraya çalışanlar yanlış yorumlamasınlar hemen. Gün olur geri dönmek isteyebilirim diye çıktığım kapıları "ben" çarpmam. Gerekirse karşıdakine çarptırırım ama çarpan ben olmam. Bu bir iletişim taktiği bana göre.
Neyse... Bu senenin son aylarına girerken hayatımda bir ilk yaparak hesapları teker teker kapatma kararı aldım. Gereksiz ve formaliteden olan tüm insanları çıkardım hayatımdan. Politik davrandığım tüm kişilere gerçek düşüncelerimi nazikçe söyledim ve arkamı döndüm.
Daha fazla yalancı, ikiyüzlü, çıkarcı, sahtekar insan görmek istemiyorum çünkü hayatımda! Ne insanlar yok ki bu hayatta... Ne pislikler yok ki... Çıkarı için karısını satacak adamlar var be! İyiniyetli insanları sömüren, iyiniyetini suistimal eden insanlar var! Karşılığını bekleyerek "iyilik" yapanlar var! Karşılığın gelmeyeceğini anlayınca sırtını dönecek kadar pişkin ve arsız olanlar var! Birinden bir şey rica ettiğinde ilgileniyor gibi görünüp sallayanlar var! Ölüm döşeğinde bile seks düşünecek kadar sapık ruhlu faniler var! Amacına ulaşmak için birinin canını acıtmaktan, ah almaktan korkmayanlar var! Kendini çok zeki sanıp, karşıdakini aptal yerine koyarak, gözünün içine baka baka utanmadan yalan söyleyebilenler var!
Ben de herkes gibi bu insanlardan birkaç tane tanıdım işte. Klasik Kraliçe gibi davrandım hepsine. "Bilmezden gelişlerim, aptala yatışlarım karşımdakini kaybetme korkumdan değil, yalan söyleme potansiyeline olan merakımdandır!" Huyumdur, insanların her zaman 2. hatta 3. şansı da hakkettiklerini düşünürüm. (Hoş genelde bu şansları olumlu yönde kullanan görülmemiştir ya) İşte bu insanların tümüne 3 hatta belki 4 şans verdim kendimce. İçimde, hayatımdan çıkardıktan sonra herhangi bir "acaba" bırakmayana kadar denedim hepsini ve anladım ki hiçbirinden bir nane olmaz. Hepsi fasafiso. Hepsi yalan dolan! Anca üfürüyorlar...
Bu bahsettiğim insanlar akranlarım değil ha yanlış anlamayın sakın ola. Belki de birçoğunuzun bile tanıdığı benim diyen, oldum diyen insanlar...
24'ü bitirip 25'e giriş yaparkende az özdür dedim ve çıkardım hepsini tek tek hayatımdan... İyiki de yaptım. Kafam rahat, vicdanım rahat bundan sonra...
Kral der ki: Sen sen ol kendinden başka kimseye güvenme bu hayatta!..
Bende birçok kişinin biletini kestim bu sene. Normalde huyum değildir. Kimseyle olan ilişkimi sonlandırmam. Çıktığım kapıları çarpmam yani. Erkeklerden bahsetmiyorum! Aklı bir tek oraya çalışanlar yanlış yorumlamasınlar hemen. Gün olur geri dönmek isteyebilirim diye çıktığım kapıları "ben" çarpmam. Gerekirse karşıdakine çarptırırım ama çarpan ben olmam. Bu bir iletişim taktiği bana göre.
Neyse... Bu senenin son aylarına girerken hayatımda bir ilk yaparak hesapları teker teker kapatma kararı aldım. Gereksiz ve formaliteden olan tüm insanları çıkardım hayatımdan. Politik davrandığım tüm kişilere gerçek düşüncelerimi nazikçe söyledim ve arkamı döndüm.
Daha fazla yalancı, ikiyüzlü, çıkarcı, sahtekar insan görmek istemiyorum çünkü hayatımda! Ne insanlar yok ki bu hayatta... Ne pislikler yok ki... Çıkarı için karısını satacak adamlar var be! İyiniyetli insanları sömüren, iyiniyetini suistimal eden insanlar var! Karşılığını bekleyerek "iyilik" yapanlar var! Karşılığın gelmeyeceğini anlayınca sırtını dönecek kadar pişkin ve arsız olanlar var! Birinden bir şey rica ettiğinde ilgileniyor gibi görünüp sallayanlar var! Ölüm döşeğinde bile seks düşünecek kadar sapık ruhlu faniler var! Amacına ulaşmak için birinin canını acıtmaktan, ah almaktan korkmayanlar var! Kendini çok zeki sanıp, karşıdakini aptal yerine koyarak, gözünün içine baka baka utanmadan yalan söyleyebilenler var!
Ben de herkes gibi bu insanlardan birkaç tane tanıdım işte. Klasik Kraliçe gibi davrandım hepsine. "Bilmezden gelişlerim, aptala yatışlarım karşımdakini kaybetme korkumdan değil, yalan söyleme potansiyeline olan merakımdandır!" Huyumdur, insanların her zaman 2. hatta 3. şansı da hakkettiklerini düşünürüm. (Hoş genelde bu şansları olumlu yönde kullanan görülmemiştir ya) İşte bu insanların tümüne 3 hatta belki 4 şans verdim kendimce. İçimde, hayatımdan çıkardıktan sonra herhangi bir "acaba" bırakmayana kadar denedim hepsini ve anladım ki hiçbirinden bir nane olmaz. Hepsi fasafiso. Hepsi yalan dolan! Anca üfürüyorlar...
Bu bahsettiğim insanlar akranlarım değil ha yanlış anlamayın sakın ola. Belki de birçoğunuzun bile tanıdığı benim diyen, oldum diyen insanlar...
24'ü bitirip 25'e giriş yaparkende az özdür dedim ve çıkardım hepsini tek tek hayatımdan... İyiki de yaptım. Kafam rahat, vicdanım rahat bundan sonra...
Kral der ki: Sen sen ol kendinden başka kimseye güvenme bu hayatta!..
Ana dilinin Türkçe olduğunu unutanlara bedava dil eğitimi
Türk Milleti olarak özentliğe pek bir meraklıyız, asimile olmaya pek eğilimliyiz ya bende bir "iyilik" yapayım dedim özünü unutanlara!
CHECK ETMEK: kasmayın KONTROL ETMEK deyiverin olsun bitsin
BYE: bay türkçede erkek anlamına gelir. HOŞÇAKAL deyin dedeniz de ne konuştuğunuzu anlasın.
OMG!: en sevdiklerimden! Sanırsın anasının karnından Amerikan bebesi olarak doğdu. Oh my god bile demeyip Omg(oo-em-ci) diye çığlığı koyuverenler var. E yuh artık AMAN TANRIM onun Türkçesi bilginiz ola!..
FUCK: Bizim 40 yıllık atadan kalma küfürümüz SİKTİR GİT e n'oldu ya? Bir de çok "edepli" bir toplumuz ya altyazılarda adamların topu topu tek küfürleri olan fuck ı biz kahretsin, lanet olsun diye çeviriyoruz!
CELEBRITY: ÜNLÜ yani anam babam ünlü, ŞÖHRET
EX: Yani ESKİ. Kenan Doğulu ex aşkım dedi diye sizin de günlük dilinize sokmanıza gerek yok
NOP: No dan türemiş HAYIR anlamına gelen bir kelime
YEAP: Yes ten türemiş EVET anlamına gelen kelime
TOPIC: Yiyorsa bir babanıza da topic der misiniz? Bakayım o ne anlayacak! Topic KONU BAŞLIĞI demektir.
SCAN ETMEK: O nedir yaa... Telafuzu bile kötü. TARAMAK taramak!
LOOSER: Tam Türkçe karşılığı KAYBEDEN olmakla beraber kelimenin tam anlamını vermez. Onun yerine EZİK derseniz daha hoş durabilir.
FASHION: MODA
SHIFT: Avmlerde çalışanlar bu kelimeyi çok iyi bilir. VARDİYA demektir.
Daha sayarsam onlarca sayarım. Demeye çalıştığım şu ki; batı özentiliği neticesinde bizim dilimizde tam karşılığı olan kelimeleri unutup batıdan gelen yarım yamalak kelime ve cümlelerle konuşarak "dil kirliliği" yaratıyoruz. Buna elbette ben de dahilim. Bazen bu tip yarı İngilizce yarı Türkçe ne olduğu belli olmayan bir dille konuşan insanlara "Türkçe konuşmakta zorlanıyorsan (!) İngilizce devam edelim ama tek dil konuşalım. Seç birini" diyesim geliyor!
Bilinçli bireyler olarak kelimelerimizi seçerken daha özenli seçmemiz ve Türkçemize saygı duymamız gerektiği kanaatindeyim. Kelime haznemizi genişletirsek eğer Türkçemiz çok güzel bir dildir. Bu ülkenin genç ve çağdaş bireyleri olarak bize düşen elimizden geldiğince dilimizi doğru kullanmak ve yozlaştırmamaktır.
Kral der ki: Unutmamalıyız ki; "bir toplumu ulus yapan dilidir!"
CHECK ETMEK: kasmayın KONTROL ETMEK deyiverin olsun bitsin
BYE: bay türkçede erkek anlamına gelir. HOŞÇAKAL deyin dedeniz de ne konuştuğunuzu anlasın.
OMG!: en sevdiklerimden! Sanırsın anasının karnından Amerikan bebesi olarak doğdu. Oh my god bile demeyip Omg(oo-em-ci) diye çığlığı koyuverenler var. E yuh artık AMAN TANRIM onun Türkçesi bilginiz ola!..
FUCK: Bizim 40 yıllık atadan kalma küfürümüz SİKTİR GİT e n'oldu ya? Bir de çok "edepli" bir toplumuz ya altyazılarda adamların topu topu tek küfürleri olan fuck ı biz kahretsin, lanet olsun diye çeviriyoruz!
CELEBRITY: ÜNLÜ yani anam babam ünlü, ŞÖHRET
EX: Yani ESKİ. Kenan Doğulu ex aşkım dedi diye sizin de günlük dilinize sokmanıza gerek yok
NOP: No dan türemiş HAYIR anlamına gelen bir kelime
YEAP: Yes ten türemiş EVET anlamına gelen kelime
TOPIC: Yiyorsa bir babanıza da topic der misiniz? Bakayım o ne anlayacak! Topic KONU BAŞLIĞI demektir.
SCAN ETMEK: O nedir yaa... Telafuzu bile kötü. TARAMAK taramak!
LOOSER: Tam Türkçe karşılığı KAYBEDEN olmakla beraber kelimenin tam anlamını vermez. Onun yerine EZİK derseniz daha hoş durabilir.
FASHION: MODA
SHIFT: Avmlerde çalışanlar bu kelimeyi çok iyi bilir. VARDİYA demektir.
Daha sayarsam onlarca sayarım. Demeye çalıştığım şu ki; batı özentiliği neticesinde bizim dilimizde tam karşılığı olan kelimeleri unutup batıdan gelen yarım yamalak kelime ve cümlelerle konuşarak "dil kirliliği" yaratıyoruz. Buna elbette ben de dahilim. Bazen bu tip yarı İngilizce yarı Türkçe ne olduğu belli olmayan bir dille konuşan insanlara "Türkçe konuşmakta zorlanıyorsan (!) İngilizce devam edelim ama tek dil konuşalım. Seç birini" diyesim geliyor!
Bilinçli bireyler olarak kelimelerimizi seçerken daha özenli seçmemiz ve Türkçemize saygı duymamız gerektiği kanaatindeyim. Kelime haznemizi genişletirsek eğer Türkçemiz çok güzel bir dildir. Bu ülkenin genç ve çağdaş bireyleri olarak bize düşen elimizden geldiğince dilimizi doğru kullanmak ve yozlaştırmamaktır.
Kral der ki: Unutmamalıyız ki; "bir toplumu ulus yapan dilidir!"
Aşık değilim, sert seviyorum!
Ana dilim İngilizce olsa en kekeleyeninden OOOHHH MYYY GOOODDD derdim şu anda! Yerli ve yabancı yüzlerce dizi arasından takip edebildiğim, izlerken sıkılmadığım tek dizi olan Gossip Girl'i izliyordum ki; BULDUM! Sorunun ne olduğunu buldum!
Ben bir Blair Woldorf'um. Seçtiğim erkeklerse hep Chuck Bass! Ana dilim İngilizce olsa şu anda da en tizinden bir F*CKKK derdim ama demiyorum çünkü ana dilim Türkçe ve Türkçemize sadık kalıp bozmuyoruz!
Ben hep zoru seçiyorum. Tamam orda hemfikiriz. Yeni olansa benim bu zoru onarmaya (!) merakım! Tıpkı Blair ve Chuck gibi... Kız hep bir entrika peşinde. Allah huzur vermemiş Blair Woldorf karakterine! Ben de aynen öyle sorunlu ilişkileri kendime göre (!) kıvama getirdikten sonra soğuyorum hep. Daha doğrusu soğumama neden olacak bir şeyler mutlaka yapıyorlar ya da geçmişte yaptıkları gözüme batmaya başlıyor.
Geçenlerde Cevahir Avm'de twitter sağ olsun çocukluk arkadaşlarımla karşılaştım. "Oturmayacağız zamanımız yok" derlerken 2 saat sohbet etmişiz farkında değiliz. Konu başlığımız ilişkilerdi. Aşk, kadın-erkek ilişkileri, evlilik vs. Sohbet ilerledikçe herkes kendiyle yüzleşmeye başladı ve kızlardan biri bana "sen hayatında hiç terkedilmedin mi Allah aşkına?" dedi. "Sen hiç aşk acısı çekmemişsin. Bilmiyorsun gerçek aşkın ne olduğunu" dedi. Dedi ve ben duvara çarptım. O gün bugündür kafam zonkluyor düşünmekten...
Evet ben hiç terkedilmedim. Aşk acısı desen?.. Bilmiyorum... Ağladım çok ağladım. Hep ağlarım ama ben... Dışarda kimseye göstermediğim bir duygusallık vardır içimde. Ağlamak aşk acısına delalet ederse çekmiş olmalıyım değil mi? Ama yoo... Ben hep gururumdan ağladım. Bunu itiraf etmek ağır bir şey belki onurum için ama ben istediğim şeyi elde edemediğim zamanlarda ağlarım. Ne olursa! Çok istediğim bir konuda onay alamazsam reddedilmiş hissederim kendimi. Kin tutamayan bir karakterim olduğu içinde ağlayarak akıtırım içimdeki zehiri...
"Ben hiç terkedilmedim ama ben hep erkekleri onların yaptığı hatalardan dolayı bıraktım" dedim. "Aynı şey değil" dedi. "Ayrılık değil, zor olan terkedilmektir" dedi. "Ayrılan için her şey bitmiştir ki gidiyordur ya da kendini buna hazırlamıştır, acı için önlemini almıştır" dedi. Benim fikrime görede, terkedilmek ya da ayrılık değil zor olan. Zor olan alışkanlıklardan vezgeçememektir! 2 diş fırçasının tek fırçaya düşmesi, yatağın bir tarafının boş kalması, telefonun şarjının bitmemesi, mutluluğunu ya da üzüntünü ilk paylaşacağın kişinin artık o olmaması, bir öpücük yerine artık çalar saatle uyandırılmak...
İlişkilerimdeki tutkuya ve hırçınlıklara bakarsak ortada devlerin aşkı var gibi görünüyor hep. Hiç unutmuyorum bir keresinde hırsımdan evde adamın neyi var neyi yok kesip, parçalayıp camdan aşağı fırlatmıştım. Donu bile marka olan bir tipti. Heralde verdiğim hasar 5000 TL falandı. Sebep mi? Ailesinin yanında başka şehirdeydi, döneceğim dediği günde dönmemişti! :-| Şimdi son ilişkime bakıyorum. "Hayır" cevabı aldığım bir konu olduğu için bıraktım adamı. Bırakırkende gözüm dönmüştü. Evinde neyi var neyi yok yıkıp dökesim geldi ama o kadar iyi bir insan ki kıyamadım... Sadece elime geçen sigaraları, ojemi, t-shirtler falan gibi pek de değerli olmayan ıvır zıvırları suratına fırlattım o kadar. Ha bir de evin anahtarını!
Bugün uyandım ve fark ettim ki; bitmiş!.. İçimde tam anlamıyla bir şeyler bitmiş... Sakin ve huzurluyum. Açıkçası 3 günde böyle olmayı beklemiyordum bu sefer... Mazohistlik diceksiniz ama üzüldüm bu bitmişlik duygusuna...
Bir keresinde bana "nasıl bu kadar çabuk kestirip atabiliyorsun?" demişti. "Kalbimi beynim kontrol ediyor de ondan!" cevabını vermiştim.
Kim bilir belki de arkadaşım haklıdır. Ben hiç gerçek aşkı tatmadım... Biliyorum hepsini sevdim ama belki de hiç aşık olmadım...
Kral der ki: Sizlere verdiğim geçici içsel yolculuğumun rahatsızlığından dolayı özür dilerim. ;) Son 31 gün! ;))
Ben bir Blair Woldorf'um. Seçtiğim erkeklerse hep Chuck Bass! Ana dilim İngilizce olsa şu anda da en tizinden bir F*CKKK derdim ama demiyorum çünkü ana dilim Türkçe ve Türkçemize sadık kalıp bozmuyoruz!
Ben hep zoru seçiyorum. Tamam orda hemfikiriz. Yeni olansa benim bu zoru onarmaya (!) merakım! Tıpkı Blair ve Chuck gibi... Kız hep bir entrika peşinde. Allah huzur vermemiş Blair Woldorf karakterine! Ben de aynen öyle sorunlu ilişkileri kendime göre (!) kıvama getirdikten sonra soğuyorum hep. Daha doğrusu soğumama neden olacak bir şeyler mutlaka yapıyorlar ya da geçmişte yaptıkları gözüme batmaya başlıyor.
Geçenlerde Cevahir Avm'de twitter sağ olsun çocukluk arkadaşlarımla karşılaştım. "Oturmayacağız zamanımız yok" derlerken 2 saat sohbet etmişiz farkında değiliz. Konu başlığımız ilişkilerdi. Aşk, kadın-erkek ilişkileri, evlilik vs. Sohbet ilerledikçe herkes kendiyle yüzleşmeye başladı ve kızlardan biri bana "sen hayatında hiç terkedilmedin mi Allah aşkına?" dedi. "Sen hiç aşk acısı çekmemişsin. Bilmiyorsun gerçek aşkın ne olduğunu" dedi. Dedi ve ben duvara çarptım. O gün bugündür kafam zonkluyor düşünmekten...
Evet ben hiç terkedilmedim. Aşk acısı desen?.. Bilmiyorum... Ağladım çok ağladım. Hep ağlarım ama ben... Dışarda kimseye göstermediğim bir duygusallık vardır içimde. Ağlamak aşk acısına delalet ederse çekmiş olmalıyım değil mi? Ama yoo... Ben hep gururumdan ağladım. Bunu itiraf etmek ağır bir şey belki onurum için ama ben istediğim şeyi elde edemediğim zamanlarda ağlarım. Ne olursa! Çok istediğim bir konuda onay alamazsam reddedilmiş hissederim kendimi. Kin tutamayan bir karakterim olduğu içinde ağlayarak akıtırım içimdeki zehiri...
"Ben hiç terkedilmedim ama ben hep erkekleri onların yaptığı hatalardan dolayı bıraktım" dedim. "Aynı şey değil" dedi. "Ayrılık değil, zor olan terkedilmektir" dedi. "Ayrılan için her şey bitmiştir ki gidiyordur ya da kendini buna hazırlamıştır, acı için önlemini almıştır" dedi. Benim fikrime görede, terkedilmek ya da ayrılık değil zor olan. Zor olan alışkanlıklardan vezgeçememektir! 2 diş fırçasının tek fırçaya düşmesi, yatağın bir tarafının boş kalması, telefonun şarjının bitmemesi, mutluluğunu ya da üzüntünü ilk paylaşacağın kişinin artık o olmaması, bir öpücük yerine artık çalar saatle uyandırılmak...
İlişkilerimdeki tutkuya ve hırçınlıklara bakarsak ortada devlerin aşkı var gibi görünüyor hep. Hiç unutmuyorum bir keresinde hırsımdan evde adamın neyi var neyi yok kesip, parçalayıp camdan aşağı fırlatmıştım. Donu bile marka olan bir tipti. Heralde verdiğim hasar 5000 TL falandı. Sebep mi? Ailesinin yanında başka şehirdeydi, döneceğim dediği günde dönmemişti! :-| Şimdi son ilişkime bakıyorum. "Hayır" cevabı aldığım bir konu olduğu için bıraktım adamı. Bırakırkende gözüm dönmüştü. Evinde neyi var neyi yok yıkıp dökesim geldi ama o kadar iyi bir insan ki kıyamadım... Sadece elime geçen sigaraları, ojemi, t-shirtler falan gibi pek de değerli olmayan ıvır zıvırları suratına fırlattım o kadar. Ha bir de evin anahtarını!
Bugün uyandım ve fark ettim ki; bitmiş!.. İçimde tam anlamıyla bir şeyler bitmiş... Sakin ve huzurluyum. Açıkçası 3 günde böyle olmayı beklemiyordum bu sefer... Mazohistlik diceksiniz ama üzüldüm bu bitmişlik duygusuna...
Bir keresinde bana "nasıl bu kadar çabuk kestirip atabiliyorsun?" demişti. "Kalbimi beynim kontrol ediyor de ondan!" cevabını vermiştim.
Kim bilir belki de arkadaşım haklıdır. Ben hiç gerçek aşkı tatmadım... Biliyorum hepsini sevdim ama belki de hiç aşık olmadım...
Kral der ki: Sizlere verdiğim geçici içsel yolculuğumun rahatsızlığından dolayı özür dilerim. ;) Son 31 gün! ;))
Dostum düşmanımla dost olursa n'olur?
Herkesi bu hayatta seven de var sevmeyen de. Bana göre iyilik ve kötülük kavramları görecelidir. Benim dostum bana göre iyidir ama aynı kişi düşmanına göre kötüdür.
Peki kaç kere sizin başınıza böyle tekerleme gibi durumlar geldi? Düşmanın dostu düşman mıdır? Düşmanın düşmanı dost mudur? Peki dostum düşmanımla dost olursa ne olur?..
Pembe dizi tadında bir çocukluk geçirdim. Entrikalarla dolu bir okulda okudum. Gossip Girl yanımızda halt etmiş. Haliyle bu, dost olma, düşman olma, çift kaşardan tost, az kaşardan dost, çok kaşardan bir halt olmaz durumlarını ergenliğe bile giremeden öğrendim.
Milyon kez tekrarladığım gibi burcum terazi yani adaleti ve dengeyi simgeliyorum. Çocukken bile bacak kadar boyuma bakmadan ezilenin, haksızlığa uğrayanın yanında avukatı gibi dururdum. Boşuna değil herkes "bu kız ya avukat ya politikacı olur" dedi ama yanıldılar. Benden ikisi de olmaz aç kalırım. Avukat olsam, müvekkilim haksız olsa, "sen haksızsın ben seni savunamam" derim. Siyasete hiç girmeyelim zaten. Orda kim dürüst ki (!)
Neyse... Bu konuya çocukluktan takığım. Yakın arkadaşlarım biriyle bozuştuğunda ben de karşıma alırdım o kişiyi çünkü hep söylerdim -hala da söylerim- dostluk benim için her şeyden önemli diye. Ama sonra bir baktım ben biriyle ters düşsem hep yalnızım. Kimse benim yanımda saf tutmuyor. Ben mal gibi kendi kendime düşmanlarla savaşıyorum. Aynı şeyi daha ortaokul yıllarındayken kaç yüz defa yaşamışımdır. Kuzenin akranımdı. Hiç anlaşamazdık. Okulda bir olay oldu mu hiç yanımda durmazdı. Şaşırırdım çünkü ben hep onun arkasını kollardım. Sonra lise olduk. En yakın arkadaşım kardeşim dediğim insan benden ölesiye nefret eden insanlarla samimi oldu. Sustum... (Bu insan hala en yakın arkadaşımdır hatasını anladığında özrünü kabul ettim kardeşimdir!) Üniversite oldu kız kardeşim dediğim başka bir insan aynı şeyi yaptı. Hemde defalarca! Yine sustum... Herkesin doğrusu kendine dedim. İnsanları olduğu gibi kabul etmeyi erken öğrendim. Sonra anlamsız bir kıskançlık yüzünden -evet kız kızı kıskanabiliyor işte zaten bu yüzden kız arkadaşım yok artık- dostluğumuzu(arkadaşlığımızı demiyorum çünkü bundan öteydi, kötü günümde ilk ve tek yanımda olan insandı, asla hakkını yemem) bitirdi kendileri. Yine ve sonsuza dek sustum bu sefer...
Şimdi ama bu kız -artık dost değiliz- gitmiş bula bula kendine yakın arkadaş olarak benim kuzenimi seçmiş. Yahu be kadın bulamadın mı kendine başka arkadaş! O kadar mı yalnız kaldın?! O kadar mı kimsesiz kaldın da gittin benim burnumun dibindeki insanla kaynatıyorsun gece gündüz. Allah bilir konuşacak konu kalmayınca beni de konuşuyorsunuzdur siz. Beni sık sık arayan 1. dereceden kuzenim ne hikmetse birden adımı unutuverdi ya da telefonunu değişti numaram silindi (!) Şimdi ben kime ne diyeyim? Kuzenimin beni satmasına mı içerleyim? Yoksa bu insan aramıza girdi diye mi kızayım?
Anlamadım ki ben ne yapayım?..
Kral der ki: Düşmanından bir kez sakın, dostundan bin kez, dostluğunuz bozulursa bir gün sana nasıl zarar verebileceğini en iyi bilen dostundur!..
Peki kaç kere sizin başınıza böyle tekerleme gibi durumlar geldi? Düşmanın dostu düşman mıdır? Düşmanın düşmanı dost mudur? Peki dostum düşmanımla dost olursa ne olur?..
Pembe dizi tadında bir çocukluk geçirdim. Entrikalarla dolu bir okulda okudum. Gossip Girl yanımızda halt etmiş. Haliyle bu, dost olma, düşman olma, çift kaşardan tost, az kaşardan dost, çok kaşardan bir halt olmaz durumlarını ergenliğe bile giremeden öğrendim.
Milyon kez tekrarladığım gibi burcum terazi yani adaleti ve dengeyi simgeliyorum. Çocukken bile bacak kadar boyuma bakmadan ezilenin, haksızlığa uğrayanın yanında avukatı gibi dururdum. Boşuna değil herkes "bu kız ya avukat ya politikacı olur" dedi ama yanıldılar. Benden ikisi de olmaz aç kalırım. Avukat olsam, müvekkilim haksız olsa, "sen haksızsın ben seni savunamam" derim. Siyasete hiç girmeyelim zaten. Orda kim dürüst ki (!)
Neyse... Bu konuya çocukluktan takığım. Yakın arkadaşlarım biriyle bozuştuğunda ben de karşıma alırdım o kişiyi çünkü hep söylerdim -hala da söylerim- dostluk benim için her şeyden önemli diye. Ama sonra bir baktım ben biriyle ters düşsem hep yalnızım. Kimse benim yanımda saf tutmuyor. Ben mal gibi kendi kendime düşmanlarla savaşıyorum. Aynı şeyi daha ortaokul yıllarındayken kaç yüz defa yaşamışımdır. Kuzenin akranımdı. Hiç anlaşamazdık. Okulda bir olay oldu mu hiç yanımda durmazdı. Şaşırırdım çünkü ben hep onun arkasını kollardım. Sonra lise olduk. En yakın arkadaşım kardeşim dediğim insan benden ölesiye nefret eden insanlarla samimi oldu. Sustum... (Bu insan hala en yakın arkadaşımdır hatasını anladığında özrünü kabul ettim kardeşimdir!) Üniversite oldu kız kardeşim dediğim başka bir insan aynı şeyi yaptı. Hemde defalarca! Yine sustum... Herkesin doğrusu kendine dedim. İnsanları olduğu gibi kabul etmeyi erken öğrendim. Sonra anlamsız bir kıskançlık yüzünden -evet kız kızı kıskanabiliyor işte zaten bu yüzden kız arkadaşım yok artık- dostluğumuzu(arkadaşlığımızı demiyorum çünkü bundan öteydi, kötü günümde ilk ve tek yanımda olan insandı, asla hakkını yemem) bitirdi kendileri. Yine ve sonsuza dek sustum bu sefer...
Şimdi ama bu kız -artık dost değiliz- gitmiş bula bula kendine yakın arkadaş olarak benim kuzenimi seçmiş. Yahu be kadın bulamadın mı kendine başka arkadaş! O kadar mı yalnız kaldın?! O kadar mı kimsesiz kaldın da gittin benim burnumun dibindeki insanla kaynatıyorsun gece gündüz. Allah bilir konuşacak konu kalmayınca beni de konuşuyorsunuzdur siz. Beni sık sık arayan 1. dereceden kuzenim ne hikmetse birden adımı unutuverdi ya da telefonunu değişti numaram silindi (!) Şimdi ben kime ne diyeyim? Kuzenimin beni satmasına mı içerleyim? Yoksa bu insan aramıza girdi diye mi kızayım?
Anlamadım ki ben ne yapayım?..
Kral der ki: Düşmanından bir kez sakın, dostundan bin kez, dostluğunuz bozulursa bir gün sana nasıl zarar verebileceğini en iyi bilen dostundur!..
29 Kasım 2011 Salı
Yeni ayrılmışlara sahibinden 1 yıl garantili teselli önerileri
Ayrılıklar zor gelmiyor artık bana. Bitti dediğimin ertesi günü hiç yaşanmamış sayıp, silip atabiliyorum her şeyi. Hayatımın tek kişilik B planına geçebiliyorum zorlanmadan. Kalbimi kontrol etmeyi öğrendim sanırım. Ya da Gül'ün dediği gibi "ben gerçekten hiç aşık olmadım!.."
İnsanlar dünyaya mutlu olmak için geliyorlar bence. Acıyı egale etmeyi öğrenmeliyiz. Bende bunu halletmekte sorun yok. Aşk acısından yana sorunu olanlar için aşağıda tavsiyeler yer alıyor. İyi eğlenceler ;)
Unutmayın o sizden daha çok acı çekiyor...
İnsanlar dünyaya mutlu olmak için geliyorlar bence. Acıyı egale etmeyi öğrenmeliyiz. Bende bunu halletmekte sorun yok. Aşk acısından yana sorunu olanlar için aşağıda tavsiyeler yer alıyor. İyi eğlenceler ;)
- Artık kendinize daha çok vakit ayırabilirsiniz. Yarım kalan kitapları okumaya, filmleri izlemeye başlayabilirsiniz.
- Köpeğinizi ihmal ettiğiniz günlerin acısını çıkarabilirsiniz.
- Uzun zamandır işlerinizi mi boşlamıştınız? Sahalara hızlı bir geri dönüş yapabilirsiniz.
- Arkadaşlarınızı tekrar eve çağırmaya başlayabilirsiniz. Soğuk günlerde dostlar ve alkolle sıcacık evde oturmak gibisi yok.
- Partylere hızla geri dönüş yapabilirsiniz. Bekarsınız ve o "yalan" dünya tam size göre... Ne de olsa kısa bir süre sonra yine bir ilişkinin içinde bulacaksınız kendinizi. Bu molada gece hayatının tadını doyasıya çıkarabilirsiniz.
- Her gün kendinizin ne giyineceğim derdi yetmezmiş gibi bir de onunkiyle uğraşmaktan kurtuldunuz artık.
- Yılbaşında ona alacağınız hediyenin parası cebinizde kaldı. Kendinizi ödüllendirebilirsiniz ;)
- Kendi evinizle onun evi arasında göçebe hayatı yaşamaktan kurtuldunuz.
- Çift kişilik yatağınızda çapraz yatabilirsiniz.
- Spora ve boşladığınız ne kadar şey varsa hepsine tekrar başlayabilirsiniz.
- Haftasonu yaptığınız programlar için artık kimseyi ikna etmek zorunda değilsiniz. Kendi başınıza ne istiyorsanız özgürce yapabilirsiniz.
- Onun sevmediği ama sizin sevdiğiniz yemekleri yemeye yeniden başlayabilirsiniz.
- Sevgilinizden vize çıkmayan ne kadar halt varsa kendi kendinize schengen verebilirsiniz. Mesela izin vermediği dövmeyi bir an önce gidip yaptırabilirsiniz. ;) Almanıza müsade etmediği ne kadar kıyafet varsa hepsini alabilirsiniz.
- İhmal ettiğiniz dostlarınız ya da aileniz varsa zaman kaybetmeden görüşmeye başlayabilirsiniz.
- PLANLARINIZI TEK KİŞİLİK YAPIP SADECE KENDİNİZ İÇİN YAŞAYABİLİRSİNİZ!
Unutmayın o sizden daha çok acı çekiyor...
28 Kasım 2011 Pazartesi
Senin de miadın doldu sevgili...
Şöyle bir dönüp geçmişime bakıyorum; tam 16 yaşımdan beri en büyük idealimin evlenmek olduğunu görüyorum. Yaş oldu 25, üzülmeli mi şimdi halime?
Sonra ne mi oldu?
Tüm çevrem hatta tüm tanıyanlar ondan nefret ederken ben onun yanında/arkasında durdum. Ona özel değildi. Tüm sevdiklerim için aynısını yaparım ben.
O mu ne yaptı?
Benim en kötü günümde yalandan yanımda göründü, kendi eğlencesine gününü gün etmeye baktı. Kendi sorunlarımın yanında onun yalanlarıyla uğraşmak zorunda kaldım. Kestirip atamadım, gururuma yediremedim. "Beni bir üzeni ben üç üzerim" dedim. İlk sevgilimden öğrenmiştim bu lafı. Biliyorum zamanı gelecekti!.. Ama onun da başına bir felaket geldi. Kıyamadım... Yine yanında durdum. Unuttum bana çektirdiklerini. "Sana olan aşkım bitse bile seni bu zor günlerinde bırakmam" dedim. Bırakmadım... 3 senenin sonunda bir gün uyandım, "artık bitti" dedim ve gittim. Zaten içimde hesabını fazlasıyla ödetmiştim ona, daha neyin intikamını alacaktım?..
Sonra 1 senem ondan kaçarak geçti. Duydum ki kötü şeyler kullanmaya başlamış, yanlış yollara girmiş. "Benim yüzümden değil beni bahane etme" dedim yoluma baktım...
Aşk yok mantık var!
Doğru adamları seçemiyorum bari mantık evliliği yapayım dedim. Aylarca beni ikna etmeye çalışan çocukluk arkadaşıma tav oldum. 2. ayımızda tek taşım parmağımdaydı. Pırlanta değil zirkondu. Sahte çöpü kullanmazken bunu taktım gık demeden, anladığımı belli etmeden. Söylemedim bir şey, kırılmasın diye. Zaten paranın bir değeri yoktu ki benim gözümde... Mantığıma uyduğunu sandım. Gerçekten de baya uymuş! Dolandırıldım...
Sıradan doğmak, sıradan olamamak...
Çok normal başlayan hayatım pek de normal devam edemedi. Normalliklerin içinde hep anormallikleri ben yaşadım. Tek istediğim sıradan bir hayattı. Bir koca, 2 çocuk, sabahları kocamı işe uğurlamak, akşamları beraber yemek yemek, haftasonları aile ve arkadaş toplantıları... Hepsi bu!
Tüm bu yaşadıklarımdan sonra kalpsizleşmeye, ruhsuzlaşmaya başladım. Artık her şeyi yüzeysel yaşıyordum. Erkeklerin hiçbir değeri yoktu gözümde. Enteresan olan şu ki; bu tavrım takdir görüyordu hem erkekler hem kadınlarca... Aşka inanmadığımı tekrarladım aylarca...
Tüm erkek arkadaşlarım bana geri döndü defalarca, defalarca... Güldüm hep içimden... Herkese aynı nakaratı geçtim defalarca. "Sorun sende değil bende." "İlişkimiz bitti ama dostumsun ne zaman istersen arayabilirsin beni." "Beni iyi gününde arama kötü gününde ara ilk ben orda olacağım..."
Artık oynuyordum ben... Kraliçe olmuştum. Herkes peşimde benim aklım işimde...
Marilyn Monroe'yu anlamak...

Hep evlenmek istedim ama hiç evlenilecek adam seçmedim
Arkadaşlarım hep bana "sen ya bir mafyanın karısı ya bir ağanın hanımı olursun" derlerdi. Gülerdim... Prenses lakabını da onlar takmamış mıydı zaten bana?..
Yine yol ayrımı...

O zaman bırakıyorum seni de sevgili... Yıllar önceki inatçı Kraliçe gibi, amacına ulaşmak için inatçılık edip, kan kusup kızılcık şerbeti içtim dememek için bırakıyorum seni de. Seni değil, kimseyi mutlu etmek için ikna olmadığım bir şeyi yapamam ben! Bu dikbaşlılık değil karakter sahibi olmaktır sevgilim. Benim adımın anlamı itibar edilen... Adımın anlamını yitirmemek için boyun eğmiyorum ve bırakıyorum seni de sevgili...
Kral der ki: Sevgi tanımının gerektirdikleri yapılmadığı müddetçe seni seviyorumların bir anlamı olmuyor...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)