28 Kasım 2011 Pazartesi

Senin de miadın doldu sevgili...

Şöyle bir dönüp geçmişime bakıyorum; tam 16 yaşımdan beri en büyük idealimin evlenmek olduğunu görüyorum. Yaş oldu 25, üzülmeli mi şimdi halime?

İlk sevgilim lisedeydi. 3 sene... Çocuktuk ama parmağıma bir yüzük takmıştı. Hatta ben ne olduğunu anlamayıp "bu ne" diye soracak kadar saftım. Kendi aramızda söz diye açıklayınca strese girdim ve "illa bir adı olacaksa bağlılık yüzüğü olsun" diye kestirip attım ve taktım. Sonra onla evleneceğimi düşünmeye başladım saf saf. Yo hayır aslında saf saf değil. O düşündürdü. O soktu aklıma evliliği. Yoksa ben hala annemle babamın kanatları altında pespembe bir dünya içinde yaşıyordum. Kardeşim benimle dalga geçiyordu "gerçekten B'le evleneceğini mi sanıyorsun" diye... Haklı çıktı! Üniversitede ayrı şehirlere düşünce bitti aşkımız. Üzülmemiştim çünkü zamanı gelmişti. Ayrı dünyalara aittik artık...

Aşk benden uzak artık diyerek 18'den 19'a geçtim. En tutkulu aşkımla tanıştım. 7 saatte kandırıldım. Yine evleneceğimi sandım. 13. günümüzde yüzüğü parmağıma taktım. En fırtınalı ilişkim... Bir 3 sene daha... Aşk, şiddet, ihanet, tutku, gözyaşı, intikam, kıskançlık, hırs... En tehlikeli, en acı ilişkim... Az kalsın üniversiteyi bırakıyordum evlenmek için... O kadar gözüm kör olmuştu. "Evimin kadını çocuklarımın anası" moduna girerek 15 ay asker yolu bekledim yurttan bir adım dışarı çıkmadan. Tüm kızlar "sevgilim askerde" nasıl olsa diye fink atarken ben salak gibi arayacağı saatleri bekleyerek 24 saat yurtta telefonun başında oturdum heyecanla.

Sonra ne mi oldu?
Tüm çevrem hatta tüm tanıyanlar ondan nefret ederken ben onun yanında/arkasında durdum. Ona özel değildi. Tüm sevdiklerim için aynısını yaparım ben.

O mu ne yaptı?
Benim en kötü günümde yalandan yanımda göründü, kendi eğlencesine gününü gün etmeye baktı. Kendi sorunlarımın yanında onun yalanlarıyla uğraşmak zorunda kaldım. Kestirip atamadım, gururuma yediremedim. "Beni bir üzeni ben üç üzerim" dedim. İlk sevgilimden öğrenmiştim bu lafı. Biliyorum zamanı gelecekti!.. Ama onun da başına bir felaket geldi. Kıyamadım... Yine yanında durdum. Unuttum bana çektirdiklerini. "Sana olan aşkım bitse bile seni bu zor günlerinde bırakmam" dedim. Bırakmadım... 3 senenin sonunda bir gün uyandım, "artık bitti" dedim ve gittim. Zaten içimde hesabını fazlasıyla ödetmiştim ona, daha neyin intikamını alacaktım?..

Sonra 1 senem ondan kaçarak geçti. Duydum ki kötü şeyler kullanmaya başlamış, yanlış yollara girmiş. "Benim yüzümden değil beni bahane etme" dedim yoluma baktım...

Aşk yok mantık var!
Doğru adamları seçemiyorum bari mantık evliliği yapayım dedim. Aylarca beni ikna etmeye çalışan çocukluk arkadaşıma tav oldum. 2. ayımızda tek taşım parmağımdaydı. Pırlanta değil zirkondu. Sahte çöpü kullanmazken bunu taktım gık demeden, anladığımı belli etmeden. Söylemedim bir şey, kırılmasın diye. Zaten paranın bir değeri yoktu ki benim gözümde... Mantığıma uyduğunu sandım. Gerçekten de baya uymuş! Dolandırıldım...

Sıradan doğmak, sıradan olamamak...
Çok normal başlayan hayatım pek de normal devam edemedi. Normalliklerin içinde hep anormallikleri ben yaşadım. Tek istediğim sıradan bir hayattı. Bir koca, 2 çocuk, sabahları kocamı işe uğurlamak, akşamları beraber yemek yemek, haftasonları aile ve arkadaş toplantıları... Hepsi bu!

Tüm bu yaşadıklarımdan sonra kalpsizleşmeye, ruhsuzlaşmaya başladım. Artık her şeyi yüzeysel yaşıyordum. Erkeklerin hiçbir değeri yoktu gözümde. Enteresan olan şu ki; bu tavrım takdir görüyordu hem erkekler hem kadınlarca... Aşka inanmadığımı tekrarladım aylarca...

Tüm erkek arkadaşlarım bana geri döndü defalarca, defalarca... Güldüm hep içimden... Herkese aynı nakaratı geçtim defalarca. "Sorun sende değil bende." "İlişkimiz bitti ama dostumsun ne zaman istersen arayabilirsin beni." "Beni iyi gününde arama kötü gününde ara ilk ben orda olacağım..."
Artık oynuyordum ben... Kraliçe olmuştum. Herkes peşimde benim aklım işimde...

Marilyn Monroe'yu anlamak...
Zavallı Norma Jean'i anlamaya başlamıştım. Ben de onun gibi zavallıyım. Ben de onun gibi  kahkahalarımla gizliyorum yalnızlığımı. Tek istediği aslında sevgiydi. Anladım ki ben de sevilmeyi seviyordum... Bundandı yanımda hep "çirkin" erkek olması, çünkü ben hiç seçmemiştim hep seçilmiştim. Beni en çok seveni sevmiştim. Beni en çok bekleyene, en ısrarcı olana gitmiştim... 

Hep evlenmek istedim ama hiç evlenilecek adam seçmedim   
Arkadaşlarım hep bana "sen ya bir mafyanın karısı ya bir ağanın hanımı olursun" derlerdi. Gülerdim... Prenses lakabını da onlar takmamış mıydı zaten bana?..  

Hiç düşünmemiştim... Haklılarmış... Hep tehlikeli sularda yüzdüm ben! Hep zor olanı sevdim ben. Mücadelesiz aşka aşk diyemedim ben!.. Çok fazla sır duydum ben... Koca olacak adamlara dönüp bakmadım bile ben.

Yine yol ayrımı...
Şimdi yine yol ayrımındayım. Seviyorum, seviliyorum. Hayatımda gördüğüm en mert, en namuslu adamı bırakıyorum. Yine dönüyorum arkamı. Bu defa kader ayırıyor bizi. Hayır aslında kader değil, aynı sonuca farklı yollardan gitmekte ısrarcı olan 2 dikbaşlı!.. Bana kimse söz geçiremezmiş, ne annem ne babam. Ben bir şeyi kafaya koyduktan sonra hiç kimse engel olamazmış bana. Bunları duydum bugün ben!..

O zaman bırakıyorum seni de sevgili... Yıllar önceki inatçı Kraliçe gibi, amacına ulaşmak için inatçılık edip, kan kusup kızılcık şerbeti içtim dememek için bırakıyorum seni de. Seni değil, kimseyi mutlu etmek için ikna olmadığım bir şeyi yapamam ben! Bu dikbaşlılık değil karakter sahibi olmaktır sevgilim. Benim adımın anlamı itibar edilen... Adımın anlamını yitirmemek için boyun eğmiyorum ve bırakıyorum seni de sevgili...

Yine anlamıyor bu da ayrılığı diğerleri gibi... Biliyorum ansızın ve dramatiktir benim gidişlerim ama kabulleneceksin sen de sevgili!

Bir söz vardı: Aslında giden değil kalandır terkeden!.. Ben aslında hiçbirini bırakmak istememiştim beni üzmeselerdi eğer...



Kral der ki: Sevgi tanımının gerektirdikleri yapılmadığı müddetçe seni seviyorumların bir anlamı olmuyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder