Şöyle bir dönüp geçmişime bakıyorum; tam 16 yaşımdan beri en büyük idealimin evlenmek olduğunu görüyorum. Yaş oldu 25, üzülmeli mi şimdi halime?
Sonra ne mi oldu?
Tüm çevrem hatta tüm tanıyanlar ondan nefret ederken ben onun yanında/arkasında durdum. Ona özel değildi. Tüm sevdiklerim için aynısını yaparım ben.
O mu ne yaptı?
Benim en kötü günümde yalandan yanımda göründü, kendi eğlencesine gününü gün etmeye baktı. Kendi sorunlarımın yanında onun yalanlarıyla uğraşmak zorunda kaldım. Kestirip atamadım, gururuma yediremedim. "Beni bir üzeni ben üç üzerim" dedim. İlk sevgilimden öğrenmiştim bu lafı. Biliyorum zamanı gelecekti!.. Ama onun da başına bir felaket geldi. Kıyamadım... Yine yanında durdum. Unuttum bana çektirdiklerini. "Sana olan aşkım bitse bile seni bu zor günlerinde bırakmam" dedim. Bırakmadım... 3 senenin sonunda bir gün uyandım, "artık bitti" dedim ve gittim. Zaten içimde hesabını fazlasıyla ödetmiştim ona, daha neyin intikamını alacaktım?..
Sonra 1 senem ondan kaçarak geçti. Duydum ki kötü şeyler kullanmaya başlamış, yanlış yollara girmiş. "Benim yüzümden değil beni bahane etme" dedim yoluma baktım...
Aşk yok mantık var!
Doğru adamları seçemiyorum bari mantık evliliği yapayım dedim. Aylarca beni ikna etmeye çalışan çocukluk arkadaşıma tav oldum. 2. ayımızda tek taşım parmağımdaydı. Pırlanta değil zirkondu. Sahte çöpü kullanmazken bunu taktım gık demeden, anladığımı belli etmeden. Söylemedim bir şey, kırılmasın diye. Zaten paranın bir değeri yoktu ki benim gözümde... Mantığıma uyduğunu sandım. Gerçekten de baya uymuş! Dolandırıldım...
Sıradan doğmak, sıradan olamamak...
Çok normal başlayan hayatım pek de normal devam edemedi. Normalliklerin içinde hep anormallikleri ben yaşadım. Tek istediğim sıradan bir hayattı. Bir koca, 2 çocuk, sabahları kocamı işe uğurlamak, akşamları beraber yemek yemek, haftasonları aile ve arkadaş toplantıları... Hepsi bu!
Tüm bu yaşadıklarımdan sonra kalpsizleşmeye, ruhsuzlaşmaya başladım. Artık her şeyi yüzeysel yaşıyordum. Erkeklerin hiçbir değeri yoktu gözümde. Enteresan olan şu ki; bu tavrım takdir görüyordu hem erkekler hem kadınlarca... Aşka inanmadığımı tekrarladım aylarca...
Tüm erkek arkadaşlarım bana geri döndü defalarca, defalarca... Güldüm hep içimden... Herkese aynı nakaratı geçtim defalarca. "Sorun sende değil bende." "İlişkimiz bitti ama dostumsun ne zaman istersen arayabilirsin beni." "Beni iyi gününde arama kötü gününde ara ilk ben orda olacağım..."
Artık oynuyordum ben... Kraliçe olmuştum. Herkes peşimde benim aklım işimde...
Marilyn Monroe'yu anlamak...

Hep evlenmek istedim ama hiç evlenilecek adam seçmedim
Arkadaşlarım hep bana "sen ya bir mafyanın karısı ya bir ağanın hanımı olursun" derlerdi. Gülerdim... Prenses lakabını da onlar takmamış mıydı zaten bana?..
Yine yol ayrımı...

O zaman bırakıyorum seni de sevgili... Yıllar önceki inatçı Kraliçe gibi, amacına ulaşmak için inatçılık edip, kan kusup kızılcık şerbeti içtim dememek için bırakıyorum seni de. Seni değil, kimseyi mutlu etmek için ikna olmadığım bir şeyi yapamam ben! Bu dikbaşlılık değil karakter sahibi olmaktır sevgilim. Benim adımın anlamı itibar edilen... Adımın anlamını yitirmemek için boyun eğmiyorum ve bırakıyorum seni de sevgili...
Kral der ki: Sevgi tanımının gerektirdikleri yapılmadığı müddetçe seni seviyorumların bir anlamı olmuyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder