30 Kasım 2011 Çarşamba

Hesaplar kapandı...

2011 hesapların görüldüğü yıldı...

Bende birçok kişinin biletini kestim bu sene. Normalde huyum değildir. Kimseyle olan ilişkimi sonlandırmam. Çıktığım kapıları çarpmam yani. Erkeklerden bahsetmiyorum! Aklı bir tek oraya çalışanlar yanlış yorumlamasınlar hemen. Gün olur geri dönmek isteyebilirim diye çıktığım kapıları "ben" çarpmam. Gerekirse karşıdakine çarptırırım ama çarpan ben olmam. Bu bir iletişim taktiği bana göre.

Neyse... Bu senenin son aylarına girerken hayatımda bir ilk yaparak hesapları teker teker kapatma kararı aldım. Gereksiz ve formaliteden olan tüm insanları çıkardım hayatımdan. Politik davrandığım tüm kişilere gerçek düşüncelerimi nazikçe söyledim ve arkamı döndüm.


Daha fazla yalancı, ikiyüzlü, çıkarcı, sahtekar insan görmek istemiyorum çünkü hayatımda! Ne insanlar yok ki bu hayatta... Ne pislikler yok ki... Çıkarı için karısını satacak adamlar var be! İyiniyetli insanları sömüren, iyiniyetini suistimal eden insanlar var! Karşılığını bekleyerek "iyilik" yapanlar var! Karşılığın gelmeyeceğini anlayınca sırtını dönecek kadar pişkin ve arsız olanlar var! Birinden bir şey rica ettiğinde ilgileniyor gibi görünüp sallayanlar var! Ölüm döşeğinde bile seks düşünecek kadar sapık ruhlu faniler var! Amacına ulaşmak için birinin canını acıtmaktan, ah almaktan korkmayanlar var! Kendini çok zeki sanıp, karşıdakini aptal yerine koyarak, gözünün içine baka baka utanmadan yalan söyleyebilenler var!

Ben de herkes gibi bu insanlardan birkaç tane tanıdım işte. Klasik Kraliçe gibi davrandım hepsine. "Bilmezden gelişlerim, aptala yatışlarım karşımdakini kaybetme korkumdan değil, yalan söyleme potansiyeline olan merakımdandır!" Huyumdur, insanların her zaman 2. hatta 3. şansı da hakkettiklerini düşünürüm. (Hoş genelde bu şansları olumlu yönde kullanan görülmemiştir ya) İşte bu insanların tümüne 3 hatta belki 4 şans verdim kendimce. İçimde, hayatımdan çıkardıktan sonra herhangi bir "acaba" bırakmayana kadar denedim hepsini ve anladım ki hiçbirinden bir nane olmaz. Hepsi fasafiso. Hepsi yalan dolan! Anca üfürüyorlar...

Bu bahsettiğim insanlar akranlarım değil ha yanlış anlamayın sakın ola. Belki de birçoğunuzun bile tanıdığı benim diyen, oldum diyen insanlar...

24'ü bitirip 25'e giriş yaparkende az özdür dedim ve çıkardım hepsini tek tek hayatımdan... İyiki de yaptım. Kafam rahat, vicdanım rahat bundan sonra...

Kral der ki: Sen sen ol kendinden başka kimseye güvenme bu hayatta!..

Ana dilinin Türkçe olduğunu unutanlara bedava dil eğitimi

Türk Milleti olarak özentliğe pek bir meraklıyız, asimile olmaya pek eğilimliyiz ya bende bir "iyilik" yapayım dedim özünü unutanlara!      


                      
      CHECK ETMEK:  kasmayın KONTROL ETMEK deyiverin olsun bitsin
      BYE: bay türkçede erkek anlamına gelir. HOŞÇAKAL deyin dedeniz de ne konuştuğunuzu anlasın.
      OMG!: en sevdiklerimden! Sanırsın anasının karnından Amerikan bebesi olarak doğdu. Oh my god bile demeyip Omg(oo-em-ci) diye çığlığı koyuverenler var. E yuh artık AMAN TANRIM onun Türkçesi bilginiz ola!..
       FUCK: Bizim 40 yıllık atadan kalma küfürümüz SİKTİR GİT e n'oldu ya? Bir de çok "edepli" bir toplumuz ya altyazılarda adamların topu topu tek küfürleri olan fuck ı biz kahretsin, lanet olsun diye çeviriyoruz!
       CELEBRITY: ÜNLÜ yani anam babam ünlü, ŞÖHRET
       EX: Yani ESKİ. Kenan Doğulu ex aşkım dedi diye sizin de günlük dilinize sokmanıza gerek yok
       NOP: No dan türemiş HAYIR anlamına gelen bir kelime
       YEAP: Yes ten türemiş EVET anlamına gelen kelime
       TOPIC: Yiyorsa bir babanıza da topic der misiniz? Bakayım o ne anlayacak! Topic KONU BAŞLIĞI demektir.
        SCAN ETMEK: O nedir yaa... Telafuzu bile kötü. TARAMAK taramak!
        LOOSER: Tam Türkçe karşılığı KAYBEDEN olmakla beraber kelimenin tam anlamını vermez. Onun yerine EZİK derseniz daha hoş durabilir.
         FASHION: MODA
         SHIFT: Avmlerde çalışanlar bu kelimeyi çok iyi bilir. VARDİYA demektir.

Daha sayarsam onlarca sayarım. Demeye çalıştığım şu ki; batı özentiliği neticesinde bizim dilimizde tam karşılığı olan kelimeleri unutup batıdan gelen yarım yamalak kelime ve cümlelerle konuşarak "dil kirliliği" yaratıyoruz. Buna elbette ben de dahilim. Bazen bu tip yarı İngilizce yarı Türkçe ne olduğu belli olmayan bir dille konuşan insanlara "Türkçe konuşmakta zorlanıyorsan (!)  İngilizce devam edelim ama tek dil konuşalım. Seç birini" diyesim geliyor!

Bilinçli bireyler olarak kelimelerimizi seçerken daha özenli seçmemiz ve Türkçemize saygı duymamız gerektiği kanaatindeyim. Kelime haznemizi genişletirsek eğer Türkçemiz çok güzel bir dildir. Bu ülkenin genç ve çağdaş bireyleri olarak bize düşen elimizden geldiğince dilimizi doğru kullanmak ve yozlaştırmamaktır.


Kral der ki: Unutmamalıyız ki; "bir toplumu ulus yapan dilidir!"


    
       
    

Aşık değilim, sert seviyorum!

Ana dilim İngilizce olsa en kekeleyeninden OOOHHH MYYY GOOODDD derdim şu anda! Yerli ve yabancı yüzlerce dizi arasından takip edebildiğim, izlerken sıkılmadığım tek dizi olan Gossip Girl'i izliyordum ki; BULDUM! Sorunun ne olduğunu buldum!

Ben bir Blair Woldorf'um. Seçtiğim erkeklerse hep Chuck Bass! Ana dilim İngilizce olsa şu anda da en tizinden bir F*CKKK  derdim ama demiyorum çünkü ana dilim Türkçe ve Türkçemize sadık kalıp bozmuyoruz!

Ben hep zoru seçiyorum. Tamam orda hemfikiriz. Yeni olansa benim bu zoru onarmaya (!) merakım! Tıpkı Blair ve Chuck gibi... Kız hep bir entrika peşinde. Allah huzur vermemiş Blair Woldorf karakterine! Ben de aynen öyle sorunlu ilişkileri kendime göre (!) kıvama getirdikten sonra soğuyorum hep. Daha doğrusu soğumama neden olacak bir şeyler mutlaka yapıyorlar ya da geçmişte yaptıkları gözüme batmaya başlıyor.

Geçenlerde Cevahir Avm'de twitter sağ olsun çocukluk arkadaşlarımla karşılaştım. "Oturmayacağız zamanımız yok" derlerken 2 saat sohbet etmişiz farkında değiliz. Konu başlığımız ilişkilerdi. Aşk, kadın-erkek ilişkileri, evlilik vs. Sohbet ilerledikçe herkes kendiyle yüzleşmeye başladı ve kızlardan biri bana "sen hayatında hiç terkedilmedin mi Allah aşkına?" dedi. "Sen hiç aşk acısı çekmemişsin. Bilmiyorsun gerçek aşkın ne olduğunu" dedi. Dedi ve ben duvara çarptım. O gün bugündür kafam zonkluyor düşünmekten...

Evet ben hiç terkedilmedim. Aşk acısı desen?.. Bilmiyorum... Ağladım çok ağladım. Hep ağlarım ama ben... Dışarda kimseye göstermediğim bir duygusallık vardır içimde. Ağlamak aşk acısına delalet ederse çekmiş olmalıyım değil mi? Ama yoo... Ben hep gururumdan ağladım. Bunu itiraf etmek ağır bir şey belki onurum için ama ben istediğim şeyi elde edemediğim zamanlarda ağlarım. Ne olursa! Çok istediğim bir konuda onay alamazsam reddedilmiş hissederim kendimi. Kin tutamayan bir karakterim olduğu içinde ağlayarak akıtırım içimdeki zehiri...

"Ben hiç terkedilmedim ama ben hep erkekleri onların yaptığı hatalardan dolayı bıraktım" dedim. "Aynı şey değil" dedi. "Ayrılık değil, zor olan terkedilmektir" dedi. "Ayrılan için her şey bitmiştir ki gidiyordur ya da kendini buna hazırlamıştır, acı için önlemini almıştır" dedi. Benim fikrime görede, terkedilmek ya da ayrılık değil zor olan. Zor olan alışkanlıklardan vezgeçememektir! 2 diş fırçasının tek fırçaya düşmesi, yatağın bir tarafının boş kalması, telefonun şarjının bitmemesi, mutluluğunu ya da üzüntünü ilk paylaşacağın kişinin artık o olmaması, bir öpücük yerine artık çalar saatle uyandırılmak...

İlişkilerimdeki tutkuya ve hırçınlıklara bakarsak ortada devlerin aşkı var gibi görünüyor hep. Hiç unutmuyorum bir keresinde hırsımdan evde adamın neyi var neyi yok kesip, parçalayıp camdan aşağı fırlatmıştım. Donu bile marka olan bir tipti. Heralde verdiğim hasar 5000 TL falandı. Sebep mi? Ailesinin yanında başka şehirdeydi, döneceğim dediği günde dönmemişti! :-| Şimdi son ilişkime bakıyorum. "Hayır" cevabı aldığım bir konu olduğu için bıraktım adamı. Bırakırkende gözüm dönmüştü. Evinde neyi var neyi yok yıkıp dökesim geldi ama o kadar iyi bir insan ki kıyamadım... Sadece elime geçen sigaraları, ojemi, t-shirtler falan gibi pek de değerli olmayan ıvır zıvırları suratına fırlattım o kadar. Ha bir de evin anahtarını!

Bugün uyandım ve fark ettim ki; bitmiş!.. İçimde tam anlamıyla bir şeyler bitmiş... Sakin ve huzurluyum. Açıkçası 3 günde böyle olmayı beklemiyordum bu sefer... Mazohistlik diceksiniz ama üzüldüm bu bitmişlik duygusuna...

Bir keresinde bana "nasıl bu kadar çabuk kestirip atabiliyorsun?" demişti. "Kalbimi beynim kontrol ediyor de ondan!" cevabını vermiştim.

Kim bilir belki de arkadaşım haklıdır. Ben hiç gerçek aşkı tatmadım... Biliyorum hepsini sevdim ama belki de hiç aşık olmadım...



Kral der ki: Sizlere verdiğim geçici içsel yolculuğumun rahatsızlığından dolayı özür dilerim. ;) Son 31 gün! ;))

Dostum düşmanımla dost olursa n'olur?

Herkesi bu hayatta seven de var sevmeyen de. Bana göre iyilik ve kötülük kavramları görecelidir. Benim dostum bana göre iyidir ama aynı kişi düşmanına göre kötüdür.

Peki kaç kere sizin başınıza böyle tekerleme gibi durumlar geldi? Düşmanın dostu düşman mıdır? Düşmanın düşmanı dost mudur? Peki dostum düşmanımla dost olursa ne olur?..

Pembe dizi tadında bir çocukluk geçirdim. Entrikalarla dolu bir okulda okudum. Gossip Girl yanımızda halt etmiş. Haliyle bu, dost olma, düşman olma, çift kaşardan tost, az kaşardan dost, çok kaşardan bir halt olmaz durumlarını ergenliğe bile giremeden öğrendim.

Milyon kez tekrarladığım gibi burcum terazi yani adaleti ve dengeyi simgeliyorum. Çocukken bile bacak kadar boyuma bakmadan ezilenin, haksızlığa uğrayanın yanında avukatı gibi dururdum. Boşuna değil herkes "bu kız ya avukat ya politikacı olur" dedi ama yanıldılar. Benden ikisi de olmaz aç kalırım. Avukat olsam, müvekkilim haksız olsa, "sen haksızsın ben seni savunamam" derim. Siyasete hiç girmeyelim zaten. Orda kim dürüst ki (!)

Neyse... Bu konuya çocukluktan takığım. Yakın arkadaşlarım biriyle bozuştuğunda ben de karşıma alırdım o kişiyi çünkü hep söylerdim -hala da söylerim- dostluk benim için her şeyden önemli diye. Ama sonra bir baktım ben biriyle ters düşsem hep yalnızım. Kimse benim yanımda saf tutmuyor. Ben mal gibi kendi kendime düşmanlarla savaşıyorum. Aynı şeyi daha ortaokul yıllarındayken kaç yüz defa yaşamışımdır. Kuzenin akranımdı. Hiç anlaşamazdık. Okulda bir olay oldu mu hiç yanımda durmazdı. Şaşırırdım çünkü ben hep onun arkasını kollardım. Sonra lise olduk. En yakın arkadaşım kardeşim dediğim insan benden ölesiye nefret eden insanlarla samimi oldu. Sustum... (Bu insan hala en yakın arkadaşımdır hatasını anladığında özrünü kabul ettim kardeşimdir!) Üniversite oldu kız kardeşim dediğim başka bir insan aynı şeyi yaptı. Hemde defalarca! Yine sustum... Herkesin doğrusu kendine dedim. İnsanları olduğu gibi kabul etmeyi erken öğrendim. Sonra anlamsız bir kıskançlık yüzünden -evet kız kızı kıskanabiliyor işte zaten bu yüzden kız arkadaşım yok artık- dostluğumuzu(arkadaşlığımızı demiyorum çünkü bundan öteydi, kötü günümde ilk ve tek yanımda olan insandı, asla hakkını yemem) bitirdi kendileri. Yine ve sonsuza dek sustum bu sefer...

Şimdi ama bu kız -artık dost değiliz- gitmiş bula bula kendine yakın arkadaş olarak benim kuzenimi seçmiş. Yahu be kadın bulamadın mı kendine başka arkadaş! O kadar mı yalnız kaldın?! O kadar mı kimsesiz kaldın da gittin benim burnumun dibindeki insanla kaynatıyorsun gece gündüz. Allah bilir konuşacak konu kalmayınca beni de konuşuyorsunuzdur siz. Beni sık sık arayan 1. dereceden kuzenim ne hikmetse birden adımı unutuverdi ya da telefonunu değişti numaram silindi (!) Şimdi ben kime ne diyeyim? Kuzenimin beni satmasına mı içerleyim? Yoksa bu insan aramıza girdi diye mi kızayım?

Anlamadım ki ben ne yapayım?..



Kral der ki: Düşmanından bir kez sakın, dostundan bin kez, dostluğunuz bozulursa bir gün sana nasıl zarar verebileceğini en iyi bilen dostundur!..

29 Kasım 2011 Salı

Yeni ayrılmışlara sahibinden 1 yıl garantili teselli önerileri

Ayrılıklar zor gelmiyor artık bana. Bitti dediğimin ertesi günü hiç yaşanmamış sayıp, silip atabiliyorum her şeyi. Hayatımın tek kişilik B planına geçebiliyorum zorlanmadan. Kalbimi kontrol etmeyi öğrendim sanırım. Ya da Gül'ün dediği gibi "ben gerçekten hiç aşık olmadım!.."

İnsanlar dünyaya mutlu olmak için geliyorlar bence. Acıyı egale etmeyi öğrenmeliyiz. Bende bunu halletmekte sorun yok. Aşk acısından yana sorunu olanlar için aşağıda tavsiyeler yer alıyor. İyi eğlenceler ;)
  1. Artık kendinize daha çok vakit ayırabilirsiniz. Yarım kalan kitapları okumaya, filmleri izlemeye başlayabilirsiniz.
  2. Köpeğinizi ihmal ettiğiniz günlerin acısını çıkarabilirsiniz.
  3. Uzun zamandır işlerinizi mi boşlamıştınız? Sahalara hızlı bir geri dönüş yapabilirsiniz.
  4. Arkadaşlarınızı tekrar eve çağırmaya başlayabilirsiniz. Soğuk günlerde dostlar ve alkolle sıcacık evde oturmak gibisi yok.
  5. Partylere hızla geri dönüş yapabilirsiniz. Bekarsınız ve o "yalan" dünya tam size göre... Ne de olsa kısa bir süre sonra yine bir ilişkinin içinde bulacaksınız kendinizi. Bu molada gece hayatının tadını doyasıya çıkarabilirsiniz.
  6. Her gün kendinizin ne giyineceğim derdi yetmezmiş gibi bir de onunkiyle uğraşmaktan kurtuldunuz artık.
  7. Yılbaşında ona alacağınız hediyenin parası cebinizde kaldı. Kendinizi ödüllendirebilirsiniz ;)
  8. Kendi evinizle onun evi arasında göçebe hayatı yaşamaktan kurtuldunuz.
  9. Çift kişilik yatağınızda çapraz yatabilirsiniz.
  10. Spora ve boşladığınız ne kadar şey varsa hepsine tekrar başlayabilirsiniz.
  11. Haftasonu yaptığınız programlar için artık kimseyi ikna etmek zorunda değilsiniz. Kendi başınıza ne istiyorsanız özgürce yapabilirsiniz.
  12. Onun sevmediği ama sizin sevdiğiniz yemekleri yemeye yeniden başlayabilirsiniz.
  13. Sevgilinizden vize çıkmayan ne kadar halt varsa kendi kendinize schengen verebilirsiniz. Mesela izin vermediği dövmeyi bir an önce gidip yaptırabilirsiniz. ;) Almanıza müsade etmediği ne kadar kıyafet varsa hepsini alabilirsiniz.
  14. İhmal ettiğiniz dostlarınız ya da aileniz varsa zaman kaybetmeden görüşmeye başlayabilirsiniz.
  15. PLANLARINIZI TEK KİŞİLİK YAPIP SADECE KENDİNİZ İÇİN YAŞAYABİLİRSİNİZ!

Unutmayın o sizden daha çok acı çekiyor...

      Kral der ki: Kadınlar aşksız daha güzel, erkekler daha çirkindir...

      28 Kasım 2011 Pazartesi

      Senin de miadın doldu sevgili...

      Şöyle bir dönüp geçmişime bakıyorum; tam 16 yaşımdan beri en büyük idealimin evlenmek olduğunu görüyorum. Yaş oldu 25, üzülmeli mi şimdi halime?

      İlk sevgilim lisedeydi. 3 sene... Çocuktuk ama parmağıma bir yüzük takmıştı. Hatta ben ne olduğunu anlamayıp "bu ne" diye soracak kadar saftım. Kendi aramızda söz diye açıklayınca strese girdim ve "illa bir adı olacaksa bağlılık yüzüğü olsun" diye kestirip attım ve taktım. Sonra onla evleneceğimi düşünmeye başladım saf saf. Yo hayır aslında saf saf değil. O düşündürdü. O soktu aklıma evliliği. Yoksa ben hala annemle babamın kanatları altında pespembe bir dünya içinde yaşıyordum. Kardeşim benimle dalga geçiyordu "gerçekten B'le evleneceğini mi sanıyorsun" diye... Haklı çıktı! Üniversitede ayrı şehirlere düşünce bitti aşkımız. Üzülmemiştim çünkü zamanı gelmişti. Ayrı dünyalara aittik artık...

      Aşk benden uzak artık diyerek 18'den 19'a geçtim. En tutkulu aşkımla tanıştım. 7 saatte kandırıldım. Yine evleneceğimi sandım. 13. günümüzde yüzüğü parmağıma taktım. En fırtınalı ilişkim... Bir 3 sene daha... Aşk, şiddet, ihanet, tutku, gözyaşı, intikam, kıskançlık, hırs... En tehlikeli, en acı ilişkim... Az kalsın üniversiteyi bırakıyordum evlenmek için... O kadar gözüm kör olmuştu. "Evimin kadını çocuklarımın anası" moduna girerek 15 ay asker yolu bekledim yurttan bir adım dışarı çıkmadan. Tüm kızlar "sevgilim askerde" nasıl olsa diye fink atarken ben salak gibi arayacağı saatleri bekleyerek 24 saat yurtta telefonun başında oturdum heyecanla.

      Sonra ne mi oldu?
      Tüm çevrem hatta tüm tanıyanlar ondan nefret ederken ben onun yanında/arkasında durdum. Ona özel değildi. Tüm sevdiklerim için aynısını yaparım ben.

      O mu ne yaptı?
      Benim en kötü günümde yalandan yanımda göründü, kendi eğlencesine gününü gün etmeye baktı. Kendi sorunlarımın yanında onun yalanlarıyla uğraşmak zorunda kaldım. Kestirip atamadım, gururuma yediremedim. "Beni bir üzeni ben üç üzerim" dedim. İlk sevgilimden öğrenmiştim bu lafı. Biliyorum zamanı gelecekti!.. Ama onun da başına bir felaket geldi. Kıyamadım... Yine yanında durdum. Unuttum bana çektirdiklerini. "Sana olan aşkım bitse bile seni bu zor günlerinde bırakmam" dedim. Bırakmadım... 3 senenin sonunda bir gün uyandım, "artık bitti" dedim ve gittim. Zaten içimde hesabını fazlasıyla ödetmiştim ona, daha neyin intikamını alacaktım?..

      Sonra 1 senem ondan kaçarak geçti. Duydum ki kötü şeyler kullanmaya başlamış, yanlış yollara girmiş. "Benim yüzümden değil beni bahane etme" dedim yoluma baktım...

      Aşk yok mantık var!
      Doğru adamları seçemiyorum bari mantık evliliği yapayım dedim. Aylarca beni ikna etmeye çalışan çocukluk arkadaşıma tav oldum. 2. ayımızda tek taşım parmağımdaydı. Pırlanta değil zirkondu. Sahte çöpü kullanmazken bunu taktım gık demeden, anladığımı belli etmeden. Söylemedim bir şey, kırılmasın diye. Zaten paranın bir değeri yoktu ki benim gözümde... Mantığıma uyduğunu sandım. Gerçekten de baya uymuş! Dolandırıldım...

      Sıradan doğmak, sıradan olamamak...
      Çok normal başlayan hayatım pek de normal devam edemedi. Normalliklerin içinde hep anormallikleri ben yaşadım. Tek istediğim sıradan bir hayattı. Bir koca, 2 çocuk, sabahları kocamı işe uğurlamak, akşamları beraber yemek yemek, haftasonları aile ve arkadaş toplantıları... Hepsi bu!

      Tüm bu yaşadıklarımdan sonra kalpsizleşmeye, ruhsuzlaşmaya başladım. Artık her şeyi yüzeysel yaşıyordum. Erkeklerin hiçbir değeri yoktu gözümde. Enteresan olan şu ki; bu tavrım takdir görüyordu hem erkekler hem kadınlarca... Aşka inanmadığımı tekrarladım aylarca...

      Tüm erkek arkadaşlarım bana geri döndü defalarca, defalarca... Güldüm hep içimden... Herkese aynı nakaratı geçtim defalarca. "Sorun sende değil bende." "İlişkimiz bitti ama dostumsun ne zaman istersen arayabilirsin beni." "Beni iyi gününde arama kötü gününde ara ilk ben orda olacağım..."
      Artık oynuyordum ben... Kraliçe olmuştum. Herkes peşimde benim aklım işimde...

      Marilyn Monroe'yu anlamak...
      Zavallı Norma Jean'i anlamaya başlamıştım. Ben de onun gibi zavallıyım. Ben de onun gibi  kahkahalarımla gizliyorum yalnızlığımı. Tek istediği aslında sevgiydi. Anladım ki ben de sevilmeyi seviyordum... Bundandı yanımda hep "çirkin" erkek olması, çünkü ben hiç seçmemiştim hep seçilmiştim. Beni en çok seveni sevmiştim. Beni en çok bekleyene, en ısrarcı olana gitmiştim... 

      Hep evlenmek istedim ama hiç evlenilecek adam seçmedim   
      Arkadaşlarım hep bana "sen ya bir mafyanın karısı ya bir ağanın hanımı olursun" derlerdi. Gülerdim... Prenses lakabını da onlar takmamış mıydı zaten bana?..  

      Hiç düşünmemiştim... Haklılarmış... Hep tehlikeli sularda yüzdüm ben! Hep zor olanı sevdim ben. Mücadelesiz aşka aşk diyemedim ben!.. Çok fazla sır duydum ben... Koca olacak adamlara dönüp bakmadım bile ben.

      Yine yol ayrımı...
      Şimdi yine yol ayrımındayım. Seviyorum, seviliyorum. Hayatımda gördüğüm en mert, en namuslu adamı bırakıyorum. Yine dönüyorum arkamı. Bu defa kader ayırıyor bizi. Hayır aslında kader değil, aynı sonuca farklı yollardan gitmekte ısrarcı olan 2 dikbaşlı!.. Bana kimse söz geçiremezmiş, ne annem ne babam. Ben bir şeyi kafaya koyduktan sonra hiç kimse engel olamazmış bana. Bunları duydum bugün ben!..

      O zaman bırakıyorum seni de sevgili... Yıllar önceki inatçı Kraliçe gibi, amacına ulaşmak için inatçılık edip, kan kusup kızılcık şerbeti içtim dememek için bırakıyorum seni de. Seni değil, kimseyi mutlu etmek için ikna olmadığım bir şeyi yapamam ben! Bu dikbaşlılık değil karakter sahibi olmaktır sevgilim. Benim adımın anlamı itibar edilen... Adımın anlamını yitirmemek için boyun eğmiyorum ve bırakıyorum seni de sevgili...

      Yine anlamıyor bu da ayrılığı diğerleri gibi... Biliyorum ansızın ve dramatiktir benim gidişlerim ama kabulleneceksin sen de sevgili!

      Bir söz vardı: Aslında giden değil kalandır terkeden!.. Ben aslında hiçbirini bırakmak istememiştim beni üzmeselerdi eğer...



      Kral der ki: Sevgi tanımının gerektirdikleri yapılmadığı müddetçe seni seviyorumların bir anlamı olmuyor...

      27 Kasım 2011 Pazar

      2012 gel artık!

      Astrolojik olarak 2011 hem bireyler, hem ülkeler için iyi bir yıl değildi. 2011 mücadelenin ve hesaplaşmaların olduğu bir yıldı. Gerçekten de öyle oldu. Kendi hayatımda da böyle oldu, dünyada da böyle oldu. Birbiri ardına onlarca felaketi hem ülkemizde, hem dünyamızda gördük. Etrafımdaki her insandan da aynı şeyi duydum; zor bir yıldı!

      2012 içinde astrologlar hesapların kapandığı, taşların yerine oturduğu, herkesin düzlüğe çıkacağı bir yıl olacak diyor.

      Son 34 gün!

      31 Aralık'ı en büyük heyecanla bekleyenlerdenim! Takvim her yeni bir gün attıkça iyi şansın bana doğru geldiğini hissediyorum ya da hissettiriyorum kendime :)

      Dün Aralık Vogue'u okudum. Dergi, artık aralık aynın tamamının kutlama içinde geçtiğini savunuyor. :) Buna fakirlik sınırını zorlayan Türk halkı ne kadar katılır tabi bilemem (!)

      Kendi adıma 31 gününde kutlama havasında geçmesine de gerek yok diyebilirim. Hatta 31 Aralık içinden de büyük beklentilerim yok. Sadece şu 2011 bitsin ve 01.01.12 yi göreyim yeter bana.

      Şu Mayaların dünyanın sonunun geleceğini iddia ettiği 2012 lütfen bir an önce gel artık!

      Öyle içimden geldi yazdım... :)

      Herkesin son 34 gününün, başarılar ve mutluluklar için zeminlerin hazırlandığı keyifli günler olarak geçmesi dileğiyle... ;)

      Bazı erkekleri anlamıyorum



      Çocukluğumdan beri erkek arkadaş sayım kız arkadaşlarımdan fazla olmuştur çünkü erkeklerle daha iyi anlaşırım. Topu topu 8-10 tane kız arkadaşım var gerisi hep erkek. Hemcinselerimin muhabbeti hiç ilgimi çekmez. Kuaför, alışveriş, erkek dedikoduları beni her zaman bunaltmıştır. Ayrıca kızların olduğu yerde kıskançlık, kapris, sidik yarıştırma ve tartışma mutlaka olur. Bunların hiçbirine tahammül edemediğim için erkeklerle arkadaşlık etmek daha makul gelir bana.

      Dolayısıyla erkek zihniyetini çocuk yaşlardan kavramaya başladım. Onların beyinlerinin nasıl çalıştığını, kafa yapılarını ve düşünce tarzlarını birçok kıza nazaran daha iyi bilirim.

      Ama işte bazı erkekler var ki onları hiç anlayamıyorum!

      Bir kızla yatabilmek için evlenme vaadiyle gelen erkekler var. Kızları mı çok aptal sanıyorlar yoksa kendileri mi çok aptal anlamıyorum.

      Bir kızı hiç tanımamasına rağmen onun sapığı olan yıllarca peşinde koşan erkekler var. Sonra kızlar paranoyaklaşınca "neden" diyorsunuz. Alın işte neden!

      Bir kızın hayatında biri olduğunu bile bile kendini küçültebilen erkekler var. Bir erkek neden gururunu ayaklar altına alır hiç anlamıyorum.

      Kendilerinin arzuladığı kızlarında kendilerini isteyeceğine %100 emin olan erkekler var. Bu ego nerden geliyor anlamıyorum! Hayır nedense de bunların bu tip duygular/dürtüler içine girdiği hiçbir kız üzerinde amaçlarına ulaştıklarını görmedim bu yaşıma kadar.

      Bir de anlamadığım bir şey var ki o en tuhafıma gideni. Erkekler neden trip atar arkadaş vallahi anlamıyorum. Ben kadının bile kaprislisine tahammül edemezken trip atan, laf sokan erkekler görünce "karı gibi konuşma lan" diyesim geliyor da nezaketi elden bırakmamak için politik davranıyorum ama anlam veremiyorum işte.

      İnsanoğlunun tek eşli yaratıldığına inanmıyorum. Tek eşli yaşamaya çalışmamızın nedeninin "toplum" olma ihtiyacından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Kadınların "anaç" yaratılmasından dolayı erkeklerden daha az aldattığını düşünüyorum. Bu yüzden erkeklerin "her gün pilav yenmez" mantığını, biyolojik sebepten ötürü olduğunu ve karakterinin bu dürtülere engel olmaya yetecek kadar gelişmediğinden aldattıklarını düşündüğüm için aldatanları anlıyorum!

      Ama işte yukarda saydıklarımı bir türlü anlayamıyorum arkadaş! Bir erkeğin niye şizofren gibi davrandığını anlayamıyorum. Kendileriyle yeterince barışık olmayan erkekler belki de böyledir. Sanırım hiç bir zaman da anlayamayacağım...

      Kral der ki: Kızlar kendinden emin ve ısrarcı olmayan erkeklerden hoşlanır. Erkeklerin kulağına küpe ;)

      Yeni gözdem Göze Teras

      Bugün kahvaltıya dayımın eşinin yönlendirmesiyle Sarıyer'deki Göze Teras'a gittik. Kahvaltısına, hizmetine, ortamın sıcaklığına bayıldığım için eve gelir gelmez paylaşmak istedim.

      Beni tanıyanlar bilir; İstinye'de oturmama rağmen Emirgan, Rumeli Hisarı, Bebek gibi yerleri çok fazla sevmem. Sosyete imajı çizmeye çalışan bir grup insanın gittiği pek de anlamları olmayan yerler olarak gelir bana. Kalabalık, park stresi, yol gürültüsü ayrı insan gürültüsü ayrı stres yaratan, içimin bayıldığı, dinleneceğim yere beni yoran mekanlar bence.

      Bu nedenlerden dolayı yemekde de, kahvaltıda da genelde tercihim Sarıyer taraflarındaki restoran ve cafelerden yana oluyor.

      Bugünkü durağımız Göze Teras'ı da çok beğendiğim yerler listesine ekledim. 500 kişilik kapasitesi olan mekan denize sıfır. Kahvaltısı zengin bir açık büfe ve çok lezzetli. Çalışanları güleryüzlü ve temiz. Komple İkea'dan döşendiğini gördüğüm mekanda, kahvaltı sonrası kahvenizi yudumlarken günlük gazeteleri ve kalabalık dergi köşesinden seçtiğiniz dergileri karıştırırken evinizdeki rahatlığı yakalayabildiğinizi söyleyebilirim. Çevrenizde uçuşan martıları ve balık tutan takaları sıcacık bir ortamdan izlemek müthiş keyifli. Kısacası samimi, sıcak, rahat ve huzurlu bir ortamda sınırsız lezzet...

      "Bu kadar övdün kesin sahibini tanıyorsundur ayrıca fiyattan haber ver" diyenler için; sahibini kesinlikle tanımadığımı ve fiyatların emsallerine göre gayet uygun olduğunu söyleyebilirim. Kişi başı açık büfe kahvaltı 25 TL ve önemle hatırlatmak isterim ki birçok açık büfede olduğu gibi burda omlet çeşitleri açık büfenin dışında kalmıyor. Kahvaltıda aklınıza gelebilecek her şey açık büfeye dahil!

      Gittiğim yerlerle ilgili bilgi edinmeyi sevdiğim için sorularıma aldığım cevaplara göre mekanın yemekleri de lezzetli, akşam 11'e kadar açık, alkolsüz bir yer. Kına, nişan, doğum günü gibi kutlama ve özel davetlerde mekanda yapılabiliyor. Mekanın bu tip davetler için çok müsait olduğunu söyleyebilirim. Mekanın genişliği denize paralel olduğu için her noktadan denize sıfırsınız ve masalar koordineli olarak çok çeşitli olarak konumlandırılabiliyor.

      Adresine gelince, bulması çok kolay bir yer; Sarıyer Merkez'de Garanti Bankası'nın hemen arkasında Carrefour'un hemen üstünde. Bir gün yolunuz düşerse Göze Teras'a uğramınızı şiddetle tavsiye ediyorum.

      Herkese iyi pazarlar ;))

      Not: Yazımı yazmadan önce mekanı google ladığımda çok fazla olumsuz yazıyla karşılaşınca çok şaşırdım çünkü ben yazılanlarınn hiçbiriyle karşılaşmadım ki memnun edilmesi kesinlikle kolay insanlardan değilimdir. Yazılan olumsuz şeyler karalama değil de doğruysa mekanın bu eleştirileri dikkate alıp kendine kesinlikle çekidüzen verdiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

      24 Kasım 2011 Perşembe

      Ağıt

      Biliyorum ben bu bekleyişi... 5 sene önce de bekledim böyle.
      Elim kalbimde, gözüm yaşlı, midem düğüm düğüm...
      Yenildik o zaman... Acıyı gördüm. İçim yandı kavruldu...
      Savaş mağlubu insanları gördüm. Yenilginin yükünün ne kadar ağır olduğunu öğrendik.
      Yaşarken ölmeyi gördüm ben... Gülerken ağlamayı... Ölü gibi yaşamayı..
      Yaşamak denirse buna!
      Şimdi yine aynı yerdeyim. Biliyorum deniyor yukardaki beni.
      Ne zaman yıkılacağımı görmek istiyor. Gülüyor belki de...
      Belki de zorluyor beni tek başıma savaşayım diye...
      Alıştığımı zannediyor o... 2 kere aynı şeyi kaldırabileceğimi sanıyor o...
      Sevmiyor mu yoksa beni? Ne günah işlemiş olabilirim ki?..            
      Bugün yine aynı yerdeyim... Tek başıma ve çaresiz...
      Dua etmekten baska bir şans verilmiyor bana.
      Sahi, inaniyor muydum ben sana?
      Bugün yine aynı yerdeyim... Gülmeye mecbur ve tek başıma...
      Zavallı dualarım onunla...
      Allah dağına göre kar verirmiş.
      Dağ olmak isteyen kim, yemyeşil tepe olmak varken?..
      Kılıç kraliçesi olmak isteyen kim, kupa asını bulmak varken?..

      22 Kasım 2011 Salı

      Kırmızı rujdan vazgeçebilir miyim?



      24 yaşımı yeni doldurdum. Hayatımda kırmızıdan başka hiçbir renk ruj sürmedim. Sonuç olarak kırmızı ruj alameti farikam oldu benim. Herkes ağız birliği yapmışcasına "Dior Addict kokladık mı, kırmızı ruj gördük mü hep sen çağrışım yapıyorsun" diyor yıllardır bana. Güzel bir durum bu aslında... Bir şeyle bütünleşmek... 24 yaşından insanların kafasında kendimle ilgili bir tarz oturtmak... Profesyonel yönden bakıldığında çok önemli şeylerdir bunlar.

      Bütün erkek arkadaşlarıma da yıllarca tek bir şey söyledim; "rujuma, kıyafetlerime karışamazsın boşuna yorulma dinlemem!" Çünkü giyimimim, saçım, makyajım beni ben yapan şeyler diye düşündüm hep. Kendine karışılmasına izin veren arkadaşlarıma da kızdım hep. Neden kendilerini böyle ezdiriyorlar diye düşündüm. Kişiliklerinden ödün veriyorlarmış gibi geldi hep.

      Yaklaşık 1 yıldır daha önce kimsenin hakketmediği kadar sevgiyi ve saygıyı hakkeden bir adamla birlikteyim. Tabi ben aptalın teki olduğum için kıymetini daha yeni anlamış durumdayım. Bilemem ömrümü geçireceğim insan o mudur değil midir. Açıkçası hiçbir önemi de yok. Bu ilişkinin de miadı dolarsa bir gün ya da kader bizi ayrı düşürürse herkese dilediğim gibi ona da yolunun açık olmasını, hep mutlu olmasını, iyi gününde değil beni kötü gününde aramasını, ilk benim orda olacağımı söyleyeceğim.

      Her neyse konumuz bu değil... Böyle değerli bir insan benim kırmızı rujuma takmış durumda. Hiçbir şeyime laf etmeyen, tek derdi benim başarım, rahatım ve mutluluğum olan bu insana kırmızı rujum takıntı haline gelmiş durumda. Her gün sabah aynı terane; "sürmesen o ruju olmaz mı?" "Suratın bembeyaz, sürüyorsun bir de o ruju tam parlıyor suratın..."

      Yahu be adam sen biliyor musun ben o görüntüyü yakalayabilmek için yıllardır neler çekiyorum, nelerden fedakarlık ediyorum?! 6 yaşından beri şıpır şıpır suların içinde büyüyen bir çocuk bronz tenli olur haliyle... Büyüyünce beyaz ten, siyah saç, kırmızı ruj takıntısı başlayınca çilem de başladı işte. Orjinal rengime dönebilmek için güneşten azraili görmüş gibi kaçıyorum yıllardır, yaz-kış güneş koruyucuları sürüp gözlüklerle geziyorum, 2 yıldır bronzlaşmayım diye bırak tatili memleketime bile gitmiyorum deniz yüzü görmüyorum, sınırlı sayıda gittiğim plaj günlerimde de köyden indim şehre modunda şemsiyenin altında yere kadar uzanan elbiseler, şapka, gözlük, omuzda havlu gibi korkunç bir modda oturuyorum.

      E sen şimdi kalkmışsın bana sürme o ruju diyorsun. Ben sana kırmızı pantolon giy, kulağına küpe tak desem yapabilir misin? Hayır! Benden niye beni ben yapan bir şeyi değiştirmemi bekliyorsun? Sen beni ilk gördüğünde de kırmızı rujum yok muydu? Sen benimle bir çift olmaya karar verdiğinde de kırmızı rujum yok muydu? Eeee??? Yüzük takmamı sevmiyorsun anladık. Parmağımda her yüzük gördüğünde çıkarıp çöpe atıyorsun (evet gerçekten atıyor!) bir şey demiyorum ama kırmızı ruj başka işte... Böyle konuştuğumda da hoşnutsuzlukla susmana benim gönlüm el vermiyor...

      Twitter'da bu konuyla ilgili erkekler arasında bir yoklama yaptım. Kırmızı ruj şık mı, seksi mi, basit mi, abartı mı, yollu imajı mı çiziyor diye sordum. Çıkan ortak sonuç kırmızı rujun su götürmez seksi bir görüntü yarattığı!

      Şimdi düşünüyorum kırmızı rujdan vazgeçebilir miyim vazgeçemez miyim diye?.. Belki yavaş yavaş... Bilmiyorum ki... im addicted to red lipstick yani başka söze gerek yok... :(



      Kral der ki: Modern, demode, post modern istisnasız tüm erkekler kadınının sadece kendine güzel ve seksi görünmesini isterler.

      20 Kasım 2011 Pazar

      10 adımda depresyondan kurtulun!

      Takipçilerimin bildiği üzere geçen hafta test yapmıştım ve orta seviyede depresyonda çıkmıştım. Geçen hafta içine girdiğim durumun bir gün başıma geleceğini hep biliyordum ben çünkü erteleyip duruyordum içimde uzun yıllardan beri süregelen, biriktirdiğim, gözardı ettiğim ve çözmediğim bazı şeyleri. İçimdeki gerçek istediklerimi bastırıyordum birçok insan gibi.

      Oturdum düşündüm... Okudum... Uzman arkadaşımla görüştüm, fikirlerini aldım... Aynı duruma girmiş, çıkmış arkadaşımdan onun yaşadığı aşamaları paylaşmasını istedim... Kendime sorular sordum... Kendimi analiz ettim... Cevaplar buldum...

      Aslında herkes depresyonda! Nasıl olmasın ki Millennium çağında?..

      Kendimde işe yarayan 10 madde çıkardım ve sizinle paylaşmak istedim. 1 kişiyi bile yazdıklarım düşündürürse ya da 1 kişiye bile yardımcı olursa bunlar, benden mutlusu olmaz.

      1. Mutlaka ama mutlaka nerde mutluysanız orda olun!
      İnsan kendini nerde mutlu ve huzurlu hissediyorsa orda olmalıdır. "Ama şartlar..." demeyin çünkü hayatın şartı yok. Hayat canının istediği gibi oynuyor sizle ama! İzin vermeyin, hayatın 1 adım önüne geçin. Kimsenin şartı kimseden daha iyi değil. Siz gerçekten nerde mutlu olduğunuzu bulun ve oraya doğru bir adım atın yeter!

          2. Kendinizi hiç ama hiçbir şey için mecbur hissetmeyin!

      Evet herkesin sorumlulukları var haklısınız. Herkesin annesine, babasına, kocasına/karısına, evlatlarına, patronuna, çalışanlarına, topluma karşı sorumlulukları var ama bırakın herkesi bir kenara! Evet doğru okudunuz! Bu hayatta biz önce "kendimiz" için yaşıyoruz. Biz mutlu olursak saydığımız bu sorumluluklarımız olan insanlara daha hayırlı ve verimli olmaz mıyız? Olaya bir de bu açıdan bakın. Önce kendi istedikleriniz!

         3. Kendinizi dinleyin

      Hiç kendinizi dinlemeyi denediniz mi? Herkes konuşuyor... Sürekli birileri bir şeyler anlatıyor ve hep dinliyoruz... Televizyonu dinliyoruz, ailemizi dinliyoruz, çocuklarımızı dinliyoruz, iş arkadaşlarımızı dinliyoruz, şarkı sözlerini dinliyoruz... Dinliyoruz da dinliyoruz... Peki kendi içinizde konuşup duran ama kulaklarınızı ona kapadığınız "iç sesinizi" hiç dinliyor musunuz? Dinlemiyorsanız bundan sonra başlayın dinlemeye. O ne anlatıyor? Bütün gün onu da dinlemeye mecbur ettiğiniz tüm seslerden o ne anlıyor? İçinizdeki sizle gerçek siz aynı çizgide(her konuda) olmazsanız hiçbir zamanı huzuru yakalayamazsınız! Ortak paydada buluşmak zorundasınız tıpkı tüm konuşanlarla buluşmak zorunda olduğumuz gibi! Bir sorun bakın neler duyacaksınız!

        4. Yalnız kalın!

      Genelde insanlar dinlenmek istediklerinde sosyalleşirler. Arkadaşlarıyla buluşurlar, tatile giderler, yemeğe giderler, ailecek pikniğe giderler, clublara giderler... Evet ben de bunlardandım ama anladım ki bunu yapmak marifet değilmiş. Bizde tatil, gezme tozmayla özdeşleşmiş. Hanginiz tatilden döndüğünde kendinizi daha zinde ve dinlenmiş hissediyorsunuz? Tatilden döndüğümüzde üstümüze resmen bir tatil yorgunluğu çöker. Hatta birçok zaman pertimiz çıkmış olarak döneriz. Ne dinleniriz, ne kendimizi dinleriz. Artık bundan sonra lütfen biraz yalnız kal ve Dinle'N...

        5. Ağlayın!

      Evet ağlayın. Hülya Avşar'ın dediği gibi "anıra anıra" ağlamanıza gerek yok ama ağlayın içinizi temizleyin. Zaman, mekan, yanınızda kim olduğu fark etmez ağlayın ve rahatlayın. Kimseye güçlü görünmek zorunda değilsiniz. İnsanoğluyuz, yıkılabiliriz. Bundan doğal bir şey olamaz

        6. Mükemmel değilsiniz!

      Hiç kimse mükemmel değildir. Daha önemlisi hiç kimse mükemmel olmak zorunda değildir. Kocanız sizden yatakta istekli bir hatun olmanızı, evi tertemiz yapmanızı, çocukları 4-4 lük yetiştirmenizi, -sanki kendi başınıza yaptınız çocukları da yetiştirmek kadınlar tek başına mesuldur bu da apaytrı bir konu neyse- her daim güzel ve bakımlı olmanızı bekleyebilir. Aileniz sizden en başarılı olmanızı, en iyi okulları kazanmanızı, en gurur duyulan evlat olmanızı bekleyebilir,. Sevgiliniz sizden en sevgi kelebeği, en anlayışlı sevgili olmanızı bekleyebilir. Patronunuz/müdürünüz sizden -sizin görev tanımınızda bile olmayan işler için bile- en iyi performansı bekleyebilir. Kısacası herkes sizden herşeyin "en"ini bekler bizler de hep en olmak için çabalar dururuz. Bırakın "en" olma sevdasını. Hiç kimseyi memnun etmek zorunda değilsiniz. Hiç kimse kusura bakmasın sizin memnuniyetiniz herkesten önce geliyor. Bırakın onlar sizi memnun etmeye çalışsın.


        7.  Önceliklerinizi belirleyin

      Kendinize bir liste yapın ve önceliklerinizi bir kağıda yazın. Listenin uzunluğu önemli değil. Sizin için en önemli şey ne ya da kim? Herkesin öncellikleri farklıdır. Önceliğiniz ailenizse ailenize daha kaliteli zaman ayırmalısınız demektir. Önceliğiniz işinizse işinize yoğunlaşmalısınız demektir çünkü bu aynı zamanda sizi mutlu eden sey demektir. Listenize göre yaşamınızı programlamaya hemen başlamaya ne dersiniz? ;)

        8. Sorumluluklarınızı bir kenara bırakın

      Bir süre hiçbir şey yapmayın. Kendinizi tekrar sahalara dönmeye hazır hissedene kadar kendinize zaman tanıyın. Rahat olun bir süre evinizi temizlemezseniz, derslerinizi boşlarsanız, iş yerinizden izin alırsanız kimse ölmez, batmaz, bitmez. Boşluk tamamen boşluk! Aradığınız huzuru "boşluk"ta bulabilirsiniz.

        9. Size sizden başkası yardımcı olamaz

      Depresyon ilaçlarından, sakinleştiricilerden uzak durun. Hiçbir yararı olmaz. Psikolog ve psikiyatr da ağır bir travma geçirmiyorsanız şımarıklıktan başka bir şey değil benim gözümde. Siz istemedikten sonra kimse sizin sorununuzu çözemez. Grip değil ki bu 8 saatte 1 aferin alınca 3 günde geçsin. Kendinizi bir tek siz çözebilirsiniz. Kendinize bir tek siz yardımcı olabilirsiniz.

        10. Kendi meditasyon yolunuzu keşfedin

      Kendinizi neyin rahatlattığını bulun. Mesela ben yazarak rahatlıyorum. Çok konuşkan bir insan olmama rağmen özelimi ya da problemlerimi kimseyle paylaşmayan bir yapım var çünkü insanların beni sürekli parlayan bir yıldız olarak görmelerini isterim.(bu bir hata örnek almasın kimse yukarda da yazdım kimse mükemmel olmak zorunda değildir) Ben de rahatlama yolu olarak çocukluğumdan beri yazı yolunu tercih ediyorum. Yazdıklarınızı saklamak ya da birilerine okutmak ya da benim gibi binlerce insanla paylaşmak zorunda değilsiniz. Yazın içinizdeki zehiri akıtın sonra yırtın çöpe atın ya da kendinize siz de başka bir meditasyon yolu bulun. Rahatlama yolunuz alkol ve yukarda da belirttiğim gibi yatıştırıcı ilaçlar dışında olmalı çünkü kontrol tamamen sizdeyken rahatlamayı öğrenebilmelisiniz. Belki spor, belki seks, belki yemek yapmak, belki açık havada yürüyüş, belki de sadece oturmak duvara bakmak... Kendinizi neyin rahatlattığını bulun ve bunu her gün yapmaya çalışın.

      Kesinlikle evrene pozitif enerji yollayın o da size yansıtsın, sabahları uyandığınızda güneşi selamlayın, kendinize mantralar belirleyin bunları görünür yerlere asın sürekli tekrarlayın gibi yöntemler önermiyorum. Ben bunları yıllardır yapıyorum işe yarasa bende yarardı. İnsan kendi içinde gerçeklerle yüzleşmedikten sonra evrene sabaha kadar ben iyiyim diye "yalanlar" söylesin. Yukardaki size k*çıyla güler benden söylemesi...


      Kral der ki: Siz kendi içinizde ne kadar mutlu olursanız, kendinizi bulunduğunuz yerlerde ne kadar mutlu ve huzurlu hissederseniz etrafınızdaki insanları da o kadar memnun edersiniz. Kendiniz için yaşamanız bencillik değil olması gerekendir.

      18 Kasım 2011 Cuma

      Twitter arkadaşım (!)

      Bir zamanlar chat vardı. "asl", "f/m" "sweet girl"ler "sweet_boy"lar "darkangel"lar falan :) Aynı dönemde Yonja'da vardı. Bilen bilir. İnternetten "sosyalleşme" işleri bunlarla başladı. O zamanlar gizlenmek modaydı. Herhalde yeni yeni "bu işler" başladığı için insanlar utanıyordu. Bense o zamanlar internetten sosyalleşme olaylarına inanılmaz karşı, yonja hesabı olan kıza "motor", erkeğeyse "abaza" gözüyle bakan bir tiptim.

      Sonra facebook moda oldu. Artık herkes "korkmadan" adını yazmaya başlamıştı. Kimse gizlenmiyordu. İlk zamanlar ona da alışamadım. Bir süre sonra insanların "çocukluk arkadaşlarını buluyorsun. Öyle kız düşürme sitesi değil. Çok düzgün bir platform" demelerine tav oldum ve mail adresimin bekaretini facebookla bozdum. Gayet de sevdim "face"i. Gerçekten de tüm çocukluk arkadaşlarımla bulduk birbirimizi ama sonradan anladık ki çok da gerekli değilmiş çocukluk arkadaşını yıllar sonra bulman. Anladık ki hiç kimse kaybolmuyor ya da ölmüyor. Zaten samimiysen face olmadan da görüşmüşsündür yıllarca ki benim tüm "dostum" dediğim insanlarla -bunlar topu topu 5 kişi- 6 yaşından beri birlikteyim. Facede de hiçbiriyle 1 kere bile konuşmuşluğum yoktur. Neden konuşasın ki? Zaten o senin yakınınsa sık sık telefonla veya yüzyüze "gerçek iletişim" kuruyorsundur, facebooka gerek yoktur.

      Sonra twitter çıktı. Ankara'da bir arkadaşım tam bir "twitmania"ydı. Üye ol da üye ol, gece gündüz başımın etini yedi durdu. "Twitter farklı, blog gibi düşün" "e benim blogum var zaten" diyorum yok efendim twitter farklı diyor. Neyse ona da üye olduk. Başta her twitdaş gibi ben de bir bocaladım "twitter nedir, ne işe yarar, nasıl kullanılır, amaç ne" diye. Sonra alıştım hem de anladım! Anladım ki gerçekten farklıymış (!) Blogumda rahat rahaaaaattt, yaya yaya yazabilme şansıma rağmen twitter denen mecrada duygu ve düşüncelerimi 140 karaktere sığdırmak zorunda olmam bir farklılıkmış! Benim gibi geveze bir insan için takdir edersiniz ki ilk zamanlar bayaaaa bir zor oldu bu iş. Neyse ona da alıştık. İnsan nelere alışmıyor ki (!)

      Twitterla ilişkimin 6.ayından sonra karar verdim ki twitter ünlüler ve firmalar için reklam, tanıtım, pazarlama alanı. Çok da doğru, kullanışlı ve de bedava! Çok mantıklı dedim ama ben ünlü değilim ki! Ne yapayım en twitterı? Yattım, kalktım, bugün hazım sorunu yaşıyorum falan mı yazayım ne yani saçma bir şey biz normal (!) insanlar için dedim.

      Twitter'dan al haberi!
      9. ayımızın sonunda twitter benim haber merkezim olmuştu. Uyanır uyanmaz ilk işim netten gazete okumakken twitterdan haber okumaya başlamıştım. Deprem oluyordu. Daha gazeteler yazmadan twitdaşlardan alıyorduk haberi...

      1. Yıldönümümüz
      1. yılımın sonundaysa fark ettim ki twitter da herkes kendine göre ünlü! Herkes tek kişilik dev kadro burda! Evinde oturan, işsiz güçsüz, sıradan insanların takipçi sayıları 5000lerde. Tabi bakış açım değişti. Biraz daha irdelemeye başlayınca keyif almaya bile başladım. Serbest atış panosu...

      ...

      Hayatımda hiç internetten biriyle tanışmadım ya da en azından ben öyle hatırlıyorum. Yanlışım varsa düzeltin!.. Kendimce "araştırmacı blogger" sıfatını üstlendiğim için her şeye ayrı bir gözler olduğumdan 10000lerce takipçisi olan twitterda "çook" ünlü olan bir karakterle (gerçek adıyla değil twitter hesabı) buluşmayı kabul ettim. Tabi buluşmadan önce aramızda bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Sesi attığı twitlerle bağdaştırılamayacak düzeyde kibar bir erkek. Zaten çok da ciddi bir işe sahip. Hatta enerjisi yüksek bir insan olduğu için 3 iş yaptığını söylüyor. Twitter'a harcadığı mesainin de azımsanamayacak seviyede olduğunu hesaba alırsak tam 4 işi birden var bu twitter fenomeninin! Hatta yakın zamanda dizüstü edebiyattan kitabının çıkacağını da söyledi.
      Sosyal medya? Sosyalleşme medya!
      Birbirini hiç tanımayan, belki de ortak hiçbir noktası olmayan iki insan... Birbirlerinden ilişki anlamında da bir beklentileri olamaz çünkü bilindiği üzere benim başım bağlı. E peki ne yapmaya buluştu bu 2 kişi? Bu arkadaşın twitterdan buluştuğu ilk kişi ben değilmişim. Hatta haftada 1 buluştukları twitter grupları bile varmış. "Peki ne konuşuyorsunuz, ne gerek var arkadaşın mı yok" dedim. "Ben sürekli aynı insanlarla görüşemem sıkılırım, çok yoğun bir iş tempom var İstiklal'e çıkıp mı sosyalleşeyim" dedi. Hatta ve hatta benim yanımda da 2 tane kızdan twitter DM'den (bilmeyenler için dm direct message oluyor birbirlerini karşılıklı takip edenler dmden mesaj atabilirler birbirlerine. Milletin görmesini istemediğiniz şeyleri ordan yazıyorsunuz işte önemli bir halt değil yani) telefonlarını aldı, ikisiyle de benim yanımda telefonda konuştu, hoparlörü de açtı. Yeri geldi gayet de bel altı vurdu. Bende ağzım 1 karış açık izledim ve dinledim. Ona değil kızlara şaşırdım ben. Hem de güldüm. Bütün kızlar mı aynı olur yaa :)  Kaynatmaya okey, iş ciddiye binince "hııımmmm başım ağrıyoooo, bugün çıkamaaamm yaa misafirlerimiz vaaarrrr" Ben bile dinlerken yalanınızı s*kim demedim değil valla :)

      Enerji kaybı mı stres atma yolu mu?Görüşmenin sonunda vardığım noktaysa; gereksiz olduğuydu. Söyledim de... Hatta baya da büyük bir tepkiyle karşılaştım! Saygı duyuyorum... Karakterim gereği kimseyi yargılamam ama bana göre değil internetten arkadaş edinmek, sevgili yapmak ya da moda olan terimle "sosyalleşmek". İnternetten tanıştığınız bir insanla neyi, ne kadar paylaşabilirsiniz ki? Yüzeysel arkadaşlıklara ne gerek var? Günün yorgunluğunu atmak yerine enerji kaybı yaratır bence... İnsan samimi olmadığı insanın yanında gerçek kendini göstermez ki... Derdi varsa gizler, gülmeye, grubu sıkmamaya, insanları sorunlarıyla boğmamaya çalışır. Olabildiğinin en sevimli, en hayran olunası halini sergiler. Bu da insanı rahatlatmaz ekstra yorgunluk bindirir ruhuna...



      Görüşmenin bana kattığıysa bu arkadaş masterını Abd'de yapmış. Aldığı bir eğitimde fotoğraftan karakter okumayı öğrenmiş. İK birimi Amerika'da, bizde olduğu gibi "şuursuzca" işleyen bir birim olmadığı, çok önemli bir departman olduğu için orda tüm ikcılar alıyor bu eğitimi! Benim fotoğraflarımdan beni bana anlattı. Gerçektende söylediklerinin hepsi doğruydu. Alın genişliği, burun dudak aralığı, kafa şekli, kaş aralığı, dudak kalınlığı gibi özeliklere göre okunuyor. Bu beni çok mutlu etti işte bu görüşmede :) Zaten Criminal Minds'ın en büyük fanlarındandım, kendimi ordaki analiz uzmanlarından biriyle konuşuyor gibi hissettim :)

      Bu kişiler gibi vizyonu geniş, enerjisi yüksek insanların enerjilerini bu tip şeylere harcayacaklarına toplum için daha yararlı şeyler yapmaları gerektiği görüşündeyim. (Twitterdan #haydivanadestek "saçmalıklarını" kastetmiyorum)


      Falcı adaylarına not: Acilen ne yapıp edip bu eğitimi almalısınız. Üstüne de geleceğe dair 3-5 yalan sıktınız mı tamamdır sizden iyisi olmaz!





      Kral der ki: Meraklı çok bilmişleredir sözüm; biz de sevgiliden gizli iş yapılmaz! Oki? ;) Hı bir de istisnalar kaideyi bozmaz. Sayılı da olsa mutlaka ki internette tanışıp evlenip mutlu olmuş ya da çok iyi dost olmuş insanlar vardır. Kapiş? =))

      15 Kasım 2011 Salı

      Hey anne!

      Günaydın anne... Günaydın dünyada en çok mutlu olmayı hakkeden, tam zıt karakterim kadın...

      Bana mektup yazmışsın. Salonun ortasına bırakmışsın. Okumadım! Yırttım, çöpe attım!

      Sen kızınla yüz yüze iletişim kurmayı denemezsen ben de burdan yazarım sana cevabımı binlerce insan okur hayatımızı!!

      Ben senden bir milyon yıl uzakta yaşamıyorum ki benimle mektupla iletişim kurmaya çalışasın anne!

      O kadar konuşulmayacak bir kız değilim be anne! Eğri oturup doğru konuşalım; empati gücü yüksek, çözüm odaklı, yapıcı bir konuşma tarzı olan insanım. Bu özelliğim sayesinde ama hep benim istediğim oluyor değil mi? Senin de istediğin bu değil, değil mi? Avcuma girmemek? Çünkü sen annesin ben kızım! Benim boyun eğmem (!) gerekir. İletişim hilelerini (!) sana uygulamamam gerekir?

      Çok mu yoruyorum seni anne? Yıllarca bende bir sorun olduğunu düşündürdünüz durdunuz tüm ailece. Klasik bir karakter olmadığım için "asi" yaftasını yapıştırdınız bana. Dedemden, dayımdan senin kızın olmasaydım beni sevmeyeceklerini bile duydum ben anne. Anneannemin, teyzemin onaylamaz ama benimle münakaşaya girmekten çekindikleri için korkar bakışlarıyla konuşmaya çalışmalarına katlandım ben yıllarca. Asi olmak başka şeydir anne. Ben asi değilim ki. Ben asiliğin yanından bile geçmiyorum. Ben ki kavgadan, tartışmadan, anlaşmazlıklardan en çok nefret eden bir insanken nasıl asi olabilirim anne? Herkesten biri olmamak, kendini özgürce ifade edebilmek, kimseden korkmamak, kalıpları kabul etmemek, doğruluğuna inanmadığı şeyi yapmamak, içinden geldiği gibi yaşamaya çalışmak, mutlu olduğu yerde olmaya çalışmak suç olmamalı be anne. Eski iş yerimde bile bana "sen yönetilmesi zor bir insansın" dediler. Sanki bu bir suçmuş gibi. Ah diyemedim ama işte "keşke bütün çalışanlar benim gibi olsa, siz fikri hür vicdanı hür insanları yönetmeye alışmamışsınız, hep çobanlık (!) yapmışsınız" diye!

      Suç bende değil ki, doğurmamışsın beni de kardeşim gibi ağır bir aslan burcu olarak. Hava burcu olmuşum ben, tüm yıldızlarım hava grubundan benim. Hava grubu sığmaz ki kabına. Havadır durmaz ki kimsenin avcunda!..

      Ben seni anlıyorum. Bana söz geçirememek incitiyor seni böyle. Otorite sağlayamadığını düşünüyorsun bende. Bırak sağlama otorite be anne. En güzeli abla kardeş gibi olmak değil midir anneyle? Bu yüzden tüm arkadaşlarım gıpta etmiyor mu bize? Sen sadece mutlu olmaya bak anne. Benim için senin mutluluğun önce. Beni düşünme, benim için endişelenme... Ben mutluyum böyle... Unutma her şeyin bir zamanı var anne!..

      ...

      Dilerim ben de benim gibi yönetilmesi zor, koyunluğu reddeten, araştırmadan, ikna edilmeden hiçbir şeyi körü körüne kabul etmeyen sağduyulu çocuklar getiririm bu dünyaya... Böyle insanlar lazım bu yurda...





      Kral der ki: Annem seni kızdırmak için pirinç pilavını bana yedirdi! Hı bir de annem rica ediyor lütfen bunu okurken ağlamasın seni çok seviyormuş diye...

      14 Kasım 2011 Pazartesi

      Orta derece depresyonum var a dostlar

      Ben de sonunda depresyonlular kervanına katıldım vatana millete hayırlı olsun. Huhuuu düşmanlaar k*çınıza kına yakın bakııınn benim de zayıflıklarım var. Bayan kahkaha ağlıyor oleeeyyyy!..

      :-| :-| :-|

      Son zamanlarda ben de bir uyku hali aldı başını gidiyor. Günde 12-13 saat uyur oldum. Annemin dedesi (!) gibi (bakınız dedesi diyorum babası değil) akşam ezanıyla yatar sabah ezanıyla kalkar oldum. Arkadaşlarımla buluşuyorum ağzım yırtılacak gibi esneyip duruyorum. Sevgilimle buluşuyorum kafam güzel gibi gözler kayıyor, kafamı masaya düşürmemek için zor tutuyorum. Saatlerin geri alınmasına verdim, yok efendim sonbahar yorgunluğudur dedim, beynim çok yoruluyor ondan dedim ama yok geçmedi. Bir de yetmezmiş gibi üstüne ağlama krizleri eklendi. Yerli yersiz ağlar oldum. Annemle kahve içerken sohbet esnasında birden ağlayan, sevgilisiyle mutlu mesut uyurken uykusundan uyanıp ağlayan, romantik bir yemeğin ortasında hüngür şakır başlayan bir tip düşünün. Olayın ürkütücülük derecesini fark edebiliyor musunuz?

      Benim gibi sosyal bir insan eve kapandı. İnsan yüzü görmek istemiyorum. Telefonum 1 saat sustu mu moralim bozulurken arayanlara beni aramakla çok münasebetsiz bir şey yapmışcasına içimden söver, önemli önemsiz kimsenin telefonunu açmaz hatta komple kapatır oldum. Yataktan 1 bardak su almaya gitmek bana zul gelmeye başladı. Hiçbir sorumluluğunu yerine getirmek istemeyen, enerjisini hiçbir şeye harcamak istemeyen bir insan oluverdim. Beynimi hiçbir şeye yormadığım halde bütün gün izafiyet teorisi üzerine çalışmalar yapmışım gibi bir beyin yorgunluğuyla akşamları yatağa girmeye başladım.


      Google ailemizin terapisti
      Başladım araştırmalarıma benim neyim var diye. Test yaptım. Orta derece depresyonlu çıktım. Hemen uzman psikolog bilgisine sahip beni çok iyi tanıyan çok yakın bir arkadaşımı aradım. Durumu anlattım. "Evet şekerim" dedi. "Depresyondasın. Doktora falan gitme, ilaç da kullanma. Kendini de tutma. Bırak dağınık kalsın. Yılların yorgunluğu çıkıyor. Önemli olanı yapmışsın kabul etmişsin, farkındasın. Geçecek." dedi

      *** (Yazar bu paragrafı toplum baskısından dolayı sildi!)

      Velhasıl dostlar sonunda başıma geleceğini adım gibi bildiğim şey geldi sonunda. Ben ki kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyen, düşmanlarımı göz yaşı dökmek yerine kahkalarımla zehirleyen, "beni kırmak zordur ama beni bir kırarsan ben seni üç kırarım" diyen, kötülüklere prim vermeyip görmezden gelen, kahkahalarıyla meşhur, prenses lakaplı bir insan evladıydım.

      Demek ki neymiişş herkesin bir acı limiti varmışşş... Göz görmüyorum desede gönül gözü görüyor, kapatılmamış hesapları yazıyormuş bir deftere...


      Kral der ki: En büyük travmaları en büyükler yaşar.

      Mutlu ilişki için altın kurallar

      1. Siz 12'de yatıp 7'de kalkarken o, 4'te yatıp öğlen 12'de kalkarsa olmaaazz!
      2. Biriniz haftada 1 tatil yapıp akşam 10'larda 11'lerde eve geliyorken, biriniz 9-5 çalışıyorsa olmazzzz! Olsa da bu ilişkiye aşk değil ev arkadaşlığı denir.
      3. Siz çok titizken o çok dağınık ve pisse olmaazzzz!
      4. Siz gezmeyi tozmayı severken o evde oturmayı seviyorsa olmazzz!
      5. Siz sekse düşkün o değilse olmaaazzz!
      6. Siz sohbet etmeyi seviyor o duvar gibiyse olmaaazzz!
      7. Kıskançlıkla, sık boğaz etmelerle bu işler hiiçç olmaazzz!
      8. Anasının kuzusu kadınla da erkekle de olmaazz!
      9. Uzaktan "esaslı" bir ilişki olmaz arkadaşlar vallahi olmaz!
      10. Aşırı uçlarda farklı dünya görüşlerindeyseniz olmaz oğlu olmaz!
      11. Pintiyle savurgan bir arada hiç olmaz!
      12. İlişkinin sorumlulukları tek bir kişinin omuzlarındaysa olmaz!
      13. Toleranssız, hoşgörüsüz "mutlu" ilişki kesinlikle olmaz!
      Bunlar böyle biline :))


      Kral der ki: Hayat müşterektir. İlişkiler özveri ister, saygı ister.

        Coco gibi, Monroe gibi...

        Herkesin bir hikayesi var bu hayatta. Hikayesi olmayan insan yok. Kimileri kendilerine bazılarını idol benimsemiş, kimileri kendileri tarih yazma peşinde...

        Kim sevmez hayat hikayesi dinlemeyi, biyografi okumayı... "Yaaaa neler neler var işte" der insan. Ders çıkarır akıllıları... "Gaza" getirir hikayeler insanları. Umudunu yitirdiğinde başarı hikayeleri dinlemek ilaç gibi gelir.

        Benim de kahramanlarım var herkes gibi. Marilyn Monroe ve Coco Chanel... Benim kadın kahramanlarım onlar!

        Onlar benim kadınlarım çünkü ben herkes gibi onlara baktığımda başarılı kadınlar görmüyorum. Yaralı ve yorgun yüzler görüyorum. Acısını kahkahasıyla gizleyen Marilyn, gaddarlığıyla bastıran Coco...

        Milyonlarca erkeği peşinden koşturan Norma Jean Baker yani Marilyn Monroe'nun aslında tek bir arayışı vardı; sevgi! Çocukluğundan itibaren hiçbir zaman sahip olamadığı tek şey sevilmek ve birilerine güvenebilmekti...

        Chanel'in 2 C si olan bir ürüne hangi kadın sahip olmak istemez? Ölümüne yakın "her şeye sahip oldum bir tek aile kuramadım" diyerek sıcak bir yuvaya özlemini dile getirmiş olan Gabrielle Bonheur "Coco" Chanel duygusal boşluğunu kalbini nasırlaştırarak gidermeye çalışmıştır.



        Kendimi onlara benzetirim ben. "Sen kimsin ki" diceksiniz belki de. Bilmem belki de haklısınızdır. Sonuçta herkesin bir yarası, acısı yok mudur içinde? Kimi daha çok çalışarak, kimi daha çok yiyerek, kimi kendini alkole, uyuşturucuya, sekse, yalan dolan sahte gece hayatına vererek, kimi daha fazla gülerek, kimi alışveriş yaparak dindirmeye çalışmaz mı acısını?.. Sonuçta ben ne Coco gibi yetimhanede büyüdüm, ne Marilyn gibi psikopat bir anne tarafından büyütüldüm ama bilmem benzetiyorum işte...

        Hep böyle mi olmak zorunda? Hayat hep mücadeleden ibaret mi olmak zorunda? Kalabalıklar içinden sıyrılabilmek için insan hep bir yürek acısı mı almak zorunda? İlla "yırtanların" hep bir dönüm noktası mı olmak zorunda? "Büyük adam" olmak için insan defalarca sırtından vurulmak mı zorunda?Başarının bedeli yalnızlık ve baş ağrısı mı olmak zorunda hep?  İnsan hep bir bedel mi ödemek zorunda? İyi bir işin varsa ailene zaman ayıramazsın, paran vardır huzurun yoktur. Kitleleri peşinden sürükleyen bir otorite olursan özgürlüğü yoktur. Sağlıklı bir yuva kurabilmek için kariyerinden vazgeçmek zorundadır kadın ya da potansiyelinin altında ilerler. Yoğun bir iş tempon varsa sakinleştiriciler en yakın dostundur. Yukardaysan dostun yoktur vs vs...

        Babamın bir lafı vardır; "dibe vurmadan en tepeye çıkamazsın" diye.

        Fizik yasasına göre de öyle değil midir zaten?


        Kral der ki: Zafere giden yolda çekilen çile kutsaldır. Çile çekmiyorsan sıradan olmaya mahkumsun demektir.

        13 Kasım 2011 Pazar

        Durdurun dünyayı inecek var!..

        Ya da vazgeçtim Köse gitsin ben kalayım...

        Her şey ne zaman bu kadar bayağılaştı? Kokuştu? Hafifleşti? Kadınlara ne zaman bu kadar ağır konuşulabilir oldu?

        Erol Köse denilen bir "doktor" var... Duymayan kalmamıştır. Kendini magazin otoritesi ilan etmiş önüne gelene sallıyor. Seda Sayan, Hülya Avşar, Gülben Ergen. Hepsinin geçmişte çekildikleri çıplak fotoğraflarını yayınladı. Hepsine hafif kadın muamelesi yaptı. Hepsi çoluk çocuk sahibi insanlar.

        Yanlış anlaşılmasın ben bu kadınları savunmuyorum. Sadece Türkiye'de değil dünyada geçerli olan kuraldır; bir yerlere geldiysen mutlaka bir bedel ödemişsindir! Ünlülerin hiçbirinin sütten çıkma ak kaşık olmadığını hepimiz biliyoruz ama benim kızdığım; ne gerek var?! Yıllar sonra ne gerek var?

        Köse'yi tanıyan birkaç kişiye sordum "ne ayak" bu adamın twitterda yaptıkları diye. Aldığım cevap: "Kendisi Uzan'a özel jetle 'yolladıklarını' unutmuş galiba!"

        Bir kere, çıplak fotoğraf çekilmek kötü bir şey mi? Ne zaman kötü oldu bu? Hollywood'un tüm Oscar'lı aktrislerinin çıplak fotoğrafları, filmlerinde çıplak sahneleri yok mu? E sen kim oluyorsun da bu pozlarından dolayı bu insanlara pornocu muamelesi yapabiliyorsun? Ki öyle bile olsalar sana ne! Kime ne!

        Kendra Wilkinson! Hugh Hefner'ın eski yavuklusu. Kendisi porno yıldızı olur. Şimdi evli, 1 erkek çocuk annesi ve "çok itibarlı" bir meslek yapıyor muamelesi görüyor tüm magazin otoritelerince. Playboy'a kapak olabilmek için birçok yıldız can atıyor dünyada.

        Kendisini bazı konulardaki dürüstlüğü için takdir ediyorum ama çıplaklık bu kadar "revaçta" ve doğal bir şeyken, "seks satar" taktiğini en çok kendi sanatçılarının promosyanları için kullanıyorken niye bir başkasının çıplaklığı bu kadar rahatsız ediyor kendini sorarım Sayın Köse'ye?


        Kral der ki: İnsanları yargılamak yalnızca Allah'a mahsustur!

        12 Kasım 2011 Cumartesi

        Kötülüğe davet

        Denedim anne denedim
        İyi olmayı denedim
        Kötü olmamak için çabaladım
        İnat ettim hayata tüm pisliklere rağmen
        Oyunu kuralına göre oynamamakta direttim
        Kaybettim ben anne
        İnadımdan kaybettim...
        Bu dünya kötülerin dünyası anladım
        Ait olmak istemedim bu dünyaya
        "İyiler kazanır kötülükler kazınır" yalanına inanmak istedim
        Ayrık otu gibi hissettim kendimi                                         
        Ne yapacağımı bilemedim
        Saf denme riskini göze alarak
        İnandım her söze gözlerinin içine bakmadan
        Aptal olmuşum farkına varmadım                                  
        Kandırıldım defalarca
        Yine olsa yine yaparım
        "Ben iyi bir insanım" dedim ısrarla
        İnat ettim kısaca
        Hata ettim anladım sonunda
        Yol ayrımındayım ben anne
        Zafere giden her yol mübah dediler
        Öldürmeden yaşayamazsın dediler
        Dünya çıkar dünyasıymış
        Aptal olma aç gözünü dediler
        Melekler kalbimde
        Şeytanlar fikrimde
        Hangisini seçeyim sence?..

        Bir erkeğin sizi gerçekten sevdiğini ve benimsediğini nasıl anlarsınız?

        1. Tüm saçmalıklarınıza tahammül ediyorsa
        2. Regl döneminizde de akşamları sizde kalmaya geliyorsa ya da kendine davet ediyorsa (!)
        3. Evinin yedek anahtarını size verdiyse
        4. Yaptığınız yemeklerin "berbat" olduğunu yüzünüze açık açık söylemeye başladıysa
        5. Hamile olma riskiniz varsa ve bunu onla paylaştığınızda kamyon çarpmış gibi bir surat yerine sevinçli bir yüz görüyorsanız
        6. Sizi ailesiyle tanıştırdıysa
        7. "İşi bittikten" sonra k*çını dönüp yatmıyorsa
        8. Siz ağlarken kaçmıyorsa ya da susmanızı acılar içinde kıvranarak beklemek yerine sorununuzu anlamaya çalışıyorsa
        9. Sizle görüşmeyi bir görev olarak görmüyorsa (yani ben haftaiçi full çalışıyorum anca haftasonları görüşebiliriz gibi dangalakça cümleler işitmiyorsanız)
        10. İş yerine ziyarete gittiğinizde strese girmiyorsa
        11. Anası, babası, danası sizin yanınızda aradığında "şşş şuuşş sessiz ol" gibi cümleler söylemiyorsa
        12. Kendisi hiç haz etmediği halde sırf siz seviyorsunuz diye "herhangi" ufacıkta olsa bir şeyi kabul ediyorsa
        13. "Çok kıymetli" arkadaşlarıyla bir araya geleceğiniz zamanlarda güzel ve bakımlı olmanızı vurgulayıp durmuyorsa
        14. Sizi elinden geldiğince koruyup kollamaya çalışıyorsa (o arayan kim, nerdeydin, kimleydin, saat kaç gibi böğürtülerden bahsetmiyorum!)
        15. Evinde eşyalarınızı bırakmanızda herhangi bir sakınca görmüyorsa, bu onda stres yaratmıyorsa
        16. En önemlisi de, siz yokken çekinmeden sizi sevdiğini söyleyebiliyorsa, size her koşulda arka çıkıyorsa, size en ufak laf ettirmiyorsa
        BİLİN Kİ SEVİLİYORSUNUZ... =)         



        Evet kızlar artık gerçekleri öğrendiğinize göre kendinizi daha fazla "ama"larla kandırmayın isterseniz ve "doğru" adamlarla mutlu olmaya bakın ;))






        Kral der ki: Erkekler karmaşık yaratıklar değildir. Sevgilinizin ne ima ettiğini anlamak için 4-5 kız saatlerce bir konuyu masaya yatırmanıza gerek yok. Ne söylediyse odur. Altında bir şey aramayın!..

        Sorunumun ne olduğunu buldum!

        Sadece 10 aydır İstanbul'da yaşamama rağmen, 7 ceddi gözlerini burada açmışcasına, haza İstanbul hanımefendisi modunda, kazan-kepçe misali, 2 gün boyunca misafirlere rüzgar fırtına dinlemeden İstanbul'u gezdirmenin bedeli olarak bayramın 4.gününe hasta olarak açtım gözlerimi.

        Oldu cumartesi hala daha sümüklü sümüklü yatmaktayım. E 2 gündür evde tek başınayı çevirdiğim için haliyle düşünecek çok fazla vakit oldu. Kendi kendime depresyona girdim çıktım. Düşündüm düşündüm, ağladım zırladım, yattım kalktım. BULDUM!

        Benim sorunum istikrarsızlık! Maymun iştahlı bir insan olduğum için bir şeyde doyuma ulaştığım an sıkıntılar basıyor beni. Bir şeyi başardıktan ya da elde ettikten sonra o şeyin değeri kalmıyor gözümde. Hemen yeni bir hedefe, yeni bir mücadeleye odaklanıyorum istemsizce. Stabil kalamıyorum. Ondandır belki sürekli aynı yerlere gitmeyi sevmeyişim, bir giysiyi 3 kereden fazla giyemeyişim, aynı anda 3 kitap birden okumam, hep yeni ve taze olanı arayışım, mutlu giden ilişkileri nedensiz bitirişim, başından sonu tahmin edilebilir filmleri izleyemeyişim, bilinmeyenleri keşfetmeye açlığım...

        Annemdi sanırım, biri küçükken bana hep söylerdi başladığın hangi işi bitirdiğini gördük ki diye. :-| Çok sosyal bir çocuktum. Bir ton kursum, sporum, eğitimlerim, bir şeylerim olurdu hep. Hep ama hep yarım kaldı. Artistik ritmik cimnastik yaptım yıllarca, tam Türkiye yarışmalarına katılacak düzeye geldim, okulumuzun yeni binasında cimnastik salonu olmayışını uzaktaki yere de gidemeyeceğimi bahane ettim bıraktım. Dans grubumuz vardı, birkaç yıl sonra dağıldık. Piyano kursuna başladım 1 ay sonra bıraktım. Kickboxa başladım, siyah kuşak olmamın ertesi günü bıraktım. Lise sonda dersaneye başladım 2 ay sonra "gereksiz" dedim bıraktım. Fizik kursuna başladım afakanlar bastı bıraktım. Fen lisesinde okuyordum. Tüm lise hayatımı acaba süper liseye mi geçsem diyerek geçirdim durdum, geçiş yapamadan ÖSS'ye girdim de bırakmadım. Bir tiyatro sıkmadı beni. Hep sevdim okul yıllarımda tiyatroda oynadığım karakterleri, saatlerce süren çalışmaları., başka bir insanı sanki o insanmışcasına sergilemeye çalışmayı. 2 yıllık moda okulunda 1.yılın sonunda "ben aldım burdan alacağımı" dedim 1 yıllık sertifika aldım bıraktım. 2 defa İtalyanca kursuna başladım ikisinde de 1.kuru bitirdikten sonra bıraktım. Ankara'da moda okurken işe başladım. Bir ilki başararak 6 aylık yönetici adaylığı programını tamamlamadan 2 ayda yönetici oldum. Oldum olmasına da hevesim kaçtı 1 yıl zor dayandım. Evlenecektim. Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim. Kabul görmeyen bir ilişkiyi 3 yılda ne zorluklarla kabul ettirdim herkese. Bir gün uyandım ben gidiyorum dedim gittim. Az kalsın evleneceğim diye üniversiteyi de bırakıyordum da babam "okulunu bitir sonra ne yaparsan yap" diye resti çekince bırakamadım bitirdim. :-| Yıllarca saçımı toplamda kaç renge boyattığımı, kaç defa rejime ve spora başlayıp bıraktığımı söylemeyeceğim bile.
        Ankara'da okudum sonra döndüm memleketim Mersin'e. Sonra dedim yok ben geri gideceğim Ankara'ya sonra dedim dar geliyor bura bana ben taşınıyorum İstanbul'a. Şimdi İstanbul'dayım buralarda basıyor beni ara sıra. Nereye gitsem hep bir arayış içindeyim ne aradığımı bilmeden. Bu da beni istikrarsız yapıyor istemeden.

        Ayhh yazınca biraz ürkütücü göründü gözüme. Çok mu ağır depresyondaymışım ne? :D ;))

        Yazık, canım annem "artık sen ne yaparsan şaşırtmazsın" beni diyor. Allah onu yanımdan eksik etmesin. Zaten o olmasa n'olurdu benim halim düşünemiyorum bile...

        Ohhhh psikologlara gidip bir ton para bayılıp anlatıp rahatlayacağım şeylere bedava yazdım burda rahatladım. Ohhhhhh :))

        Sorunumun ne olduğunu buldum bulmasına da nasıl çözeceğim onu bilmiyorum hala. Ya da bu çözülmesi gereken bir şey mi? Belki de bu bir sorun bile değildir ne dersiniz?..



        Kral der ki: Yapıştığım yataktan beni kazımak için işini gücünü bırakıp ansızın gelen, kendi gözyaşlarım içinde beni boğulmaktan kurtaran... Sen sevilmeyeceksin de kim sevilecek...

        11 Kasım 2011 Cuma

        Aşk, mazohist mi sadist mi?

        Canın acımasın diye susuyorum farketmiyorsun
        Seni kırmamak için arkamı dönüyorum anlamıyorsun
        Şımarıklık sanıyorsun yaptıklarımı kırgınlıklarımı bilmeden
        Zehirimi sana akıtmamak için ortadan kayboluyorum
        Sanıyorsun bir şey çeviriyorum
        Seni zehirlememek için kendimi zehirliyorum haberin yok
        Nefretimi kusarsam seni dağıtacağımı bildiğim için...
        İkimizde biliyoruz sözlerimin kızgın demirden de yakıcı olduğunu
        Konuşursam izi kalır korkuyorum
        Sen de iz bırakmamak için ben ağlıyorum
        Bilirsin, ya kusacağım öfkemi kelimelerle
        Ya gözlerimden süzülecek kızgın şelale misali
        Ağlarken kendimden eksiltiyorum sen tam kal diye
        Çekip gitmelerimin sebebi bundan işte
        Ben aşka inanmam sevgilim
        Yanma diye çeviriyorum seni kısık ateşte
        Döndüğümde bulamazsam seni yerinde
        Öncekiler gibi yakarım seni de cehennemde
        Bu sözlerimde böyle biline
        Kendi kendime eğleniyorum işte :D























        Kral der ki: Aşk meşk yalan tek gerçek zaman...

        11.11.11 ben hala bekarım...

        Takvimler 2008'i gösterirken saftirik Kraliçe'nin duvarında 08.08.08 de nişan, 09.09.09 da düğün yapacağı yazıyordu.

        Büyük bir düğün... Peri masalı gibi... Herşey örflere adetlere göre layıkıyla... Düğünümün nerde olacağından giyeceğim gelinliğe kadar herşey kafamda hazırdı... Prensesler gibiydim hayallerimde...

        Kimle mi?

        Tabi ki "meçhul" sevgiliyle! Kim olduğu önemli değildi. Sadece yuva kurmaktı önemli olan. Anne olma isteğiydi önemli olan... Her şeyi yaşıtlarımdan erken yaptığım gibi bunu da diğerlerinden önce yapabilmekti tek derdim. Hayatı kaçırmamak, erken yaşta anne olmak, aile kurabilmekti önemli olan.

        Geçti 2008... En yakın arkadaşımın abisi evlendi 08.08.08 de. O gün benim olmalıydı ama neyse sorun değil nişan süremi kısa tutarım dedim. Evrene 09.09.09 için mesajlar göndermeye devam etti saftirik Kraliçe...

        2009'da geçti mi!.. İçten içe bir telaş sarmaya başladı mı? Kış gelini olmak istemiyorum. 10.10.10 son şansım sıcak havalarda evlenebilmek için. Tam gaz evrenceğizime mesajlar göndermeye devam ettim durdum...

        Yok ı-ıhh... 10.10.10'u da devirdik... Nerdeyse yanlış olduğunu adım gibi bildiğim insanlarla herşeyi erken yapma telaşımdan evleniyordum da "evren" beni korudu şükür.

        E devir değişti, Çelik zaten değişmişti, e artık ben de değiştim! Zaten evliliğe de inancım kalmadı. Değişti düşünceler... "Büyük düğün mü? Aman Allah korusun! Boşa stres, boşa para. Milleti ben mi eğlendireceğim canım?.. Kariyer kariyer en iyisi kariyer. Aşk meşk zaten yalan dolan geçeceksin onları. İşine gücüne bak kızım boşver evliliği deli misin derdin ne?" diyerek girdik 2011'e...

        Sonra dank etmeye başladı bende bir şeyler. Belki de her 'kaybeden' gibi "Allah beni, benim kendimi sevdiğimden daha çok seviyor, beni hatalardan koruyor" demelere başladım. Kaderci oldum yani bir nevi. Yani büyüdüm. Fark ettim ki ben evliliği hep "tek kişilik" düşündüm yıllarca. Oysa evlilik 2 kişiliktir. Tıpkı seks gibi. Sadece kendini düşünürsen dakikalık zevkten öteye gitmez, sadece karşındakini düşünürsen de kendini kullanılmış hissedersin. Çift kişilik hareket edersen tarif edilmez bir doyuma ulaşırsın. İşte aynen evlilikte böyle. Benim hayallerimde hep "ben" vardım. "Benim" düğünüm, "benim" çocuğum, "benim" oturacağım ev... Karşımda "kim" olduğu önemli değildi önemli olan "evlilik müessesine" adım atmaktı. "Bekara koca boşamak" kolay derler. Ne kadar doğru... Davulun sesi hep uzaktan "hoş" geliyor... Oysa ne kadar zor "gerçek" bir evlilik yaratabilmek, sürdürebilmek...

        2011... Hayatımın en "lanet" senesi... İçsel dönüş yaşadığım, kendimle hesaplaştığım, içimdeki defterleri kapattığım, hesapları kestiğim sene... Kalbimi körelttiğim, aklımı bilediğim, güçlü "rolümü" gerçeğe dönüştürdüğüm yıl...

        11.11.11... Valla da billa da 11.11.11 için evlilikle ilgili hiçbir hayal kurmadım. Zaten "evrene" inancımı da yitirdim. Varsa yoksa "Murphy'i" tanıyorum artık ben!


        Kral der ki: Önemli olan atılan 2 imza, giyilen beyaz gelinlik, yapılan düğün değil. Önemli olan doğru kişiyle hayatlarımızı birleştirip, doğru kişiden çocuk sahibi olup, mutlu, huzurlu ve sağlıklı aile kurmaktır...

        6 Kasım 2011 Pazar

        Yine mi "bamyaaa?"

        Yine bayram, yine sessiz bir İstanbul...

        Şu anda ben sessiz, sakin, huzur içinde denizi izlerken bir sürü hayvan vahşice katlediliyor. İçim almıyor. Hiçbir zaman sevemedim bu bayramı...

        Küçükken kurbanlarımız babaannemin bahçesinde kesilirdi. Hatırlıyorum, kardeşimle babama nasılda yalvarırdık "baba bizi götür, izlemek istiyoruz" diye. Nadirdir izlediğimiz. O kadar içim acırdı ki... Çocuk aklım almazdı. Hayvan nasılda kaçmaya çalışırdı. O can verişi... Titreyişi... Öldükten sonra sinirlerin yine hayvanı titretmeye devam etmesi... O koku... Hayvanın yaydığı o sıcaklık... Bir de alnımızın ortasına hayvan kanından bir parmak koyardı babaannem. Ne içinse?..

        Tüm şehri kan kokusu saracak yine! Babaannem hep "4 gün kurban bayramından sonra Allah mutlaka yağmur yağdırır" derdi."Yaz olsa bile!" "Kanların temizlenmesi için!" Evet doğru gerçekten hep Kurban Bayramları güneşli geçer, sonrasında da bir yağmur... Tabiki de mutlaka bunun bilimsel bir açıklaması vardır!..

        Hiçbir zaman sevmedim kurban eti yemeyi. Az önce canlı gördüğüm o hayvanın şimdi benim ağzımdan mideme doğru gidecek olmasını... Kokar kurban eti... Farklı kokar...

        Aslında ikiyüzlülük benimkisi!.. Vejeteryan değilim. Etin her türlüsünü çok severim. Sevilmez mi acılı kebaplar, pirzolalar, kuşbaşılar, sac tavalar... Ama işte kurban bayramında sevmiyorum yemeyi... Çünkü inanmıyorum usulünce kesildiğine. O hayvanlar acı çekmeden öldürülmeli! Kaç kişi biliyor doğru kurban kesme yöntemini? Gerçi yıllarca bayramlarda babaanneme "babaanne mangaaaaallll" diye az söylenmedim. O "kokan" eti yemek istediğimden değil benim için bir vesile olmasındandı mangal isteklerim. Tüm ailenin bir arada olması için. İnanılmaz keyifliydi bence. Amcamlar, halamlar, tüm kuzenler... Bayanlar koşuşturur dururdu... Biz çocuklar izlerdik... Erkeklerin her biri bir köşede... Mutlu aile... Güzel bir sofra... Gülen yüzler... Güzel günler...

        Şimdi herkes ayrı yerde...

        ...

        Barbar Türkler! Vahşi Müslümanlar!.. Bu yüzden adımız çıkmış dünyada! Bu akşam tüm dünya TVlerinde dönecek bizim hayvanları "katletme" görüntülerimiz yine! O yüzden istenmiyoruz işte!

        Keşke "Sayın" Boşbakanımız Van depremi bahanesiyle 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunu iptal ettiği gibi Kurban Bayramını da pas geçseydi!.. Ne güzel olurdu değil mi?..

        4 Kasım 2011 Cuma

        Kilo vermenin "denenmiş!" , garanti altın kuralları!

        Pazarlama taktiklerinde 1. sırayı "seks satar" çekiyorsa 2. sırayı da kesinlikle "diyet satar" çekiyordur.

        Artık zayıflamayla ilgili sırlar duymaktan hepimize "öghh" geldi. Sırların sırlık bir hali kalmadı, kimse de zayıflayamadı. Diyet hikayelerindeki primi fark eden "cin" pazarlamacılar da diyet "safsatalarını" katmerlediler de katmerlediler, yağlayıp ballayıp bir güzel bize yutturdular. Bizzat "şahsen" kendim de bu tuzaklara düşenlerden oldum defalarca. Eee ne de olsa kadınız değil mi? Güzellik hepimiz için önemli. E doğuştan da bazı ırklar gibi şanslı değiliz. Popolar büyümeye, memeler sarkmaya müsait. E bizde ne yapacağız? Ne satarlarsa alacağız, ne yalan söylerlerse inanacağız. İçimizi rahatlatıp mantıları, börekleri yemeye devam edeceğiz.

        Moda okulunda bir öğretmenim vardı sürekli rejim yapan kilolu bir bayandı. 1 hafta aç gezer (ya da bizi buna inandırıyordu) sonra gelir "ayyy çocuklar dün gece dayanamadım 1 tencere makarna yaptım yedim" derdi. Sonrada kendini rahatlatmak için "amaaann n'olcak haftada 1 sadece" derdi. E tabi canım n'olcak haftada 1 tencere makarna, 1 kere mantı, 1 kere kebap, 1 kere baklava... N'olcak canım haftada 1 değil mi?.. Zihniyet biz Türk insanlarında bu işte... :)

        Ebru Şallı'nın, Tülin Şahin'in falan zayıflama "sırlarına" inanmayı bırakın artık arkadaşlar. Onlar doğuştan şanslı gruptalar, kabul edin bunu! Eğer ki "su içse yarayanlar" grubundaysanız, hiçbir zaman 34 beden olmayı başaramamış, genetik özellikten ötürü yuvarlak hatlı, yemek yemek en büyük 3 "zevki" arasında olan, klasik bir Türk kadınını, beni dinleyin.

        Bendeniz 1.65 boyunda, ideal kilosu 54-55 olan, şimdiye kadar tartıda en düşük 52 en yüksek 62 rakamını gören, dolabında 3 beden mevcut olan, "camış" gibi yedin cümlesini literatüre kazandıran, spor geçmişi olmasına rağmen vücudunda gram kas taşımayan, selülit kremlerine orta okulda başlamış, 3 gün dolu dolu yese anında karnı "pörtleyen" sizin gibi bir insan evladıyım.

        Herkes zayıflamakla ilgili bir şeyler söylediyse ben de eksik kalmamalıyım diyerek birkaç şey paylaşmak istedim. Ne de olsa A'dan Z'ye tüm besinlerin enerji değerlerini, tüm selülit ve sıkılaştırma krem markalarını, bütün ünlü diyetleri ezbere bilen benim. E bana da bir iki satır bir şey söylemek düşer heralde...

        O zaman iyi dinleyin!

        1. Yok Ender Saraç, yok İbrahim Saraçoğlu, yok Taylan Kümeli hiçbirinin verdiği diyet listelerini uygulamayın. Herkesin bünyesi farklı çalışır. Herkesin metabolizması farklıdır. Bana iyi gelen sana iyi gelmez, sana iyi gelen bana iyi gelmez. Kendi vücudunuzu ve işleyiş sistemini en iyi siz tanırsınız. Örnek: Kuru kayısı bağırsak çalıştırır diyorlar. Kuru kayısının gaz yapmaktan başka hiçbir işe yaramadığını söyleyenler parmak kaldırsın lütfen!!!
        2. Su faydalıdır faydalı olmasına da azı karar çoğu zarardır. Çok su içerseniz ve terleme ya da idrar yoluyla atamıyorsanız vücudunuzda şişkinlik olur. Vücudunuzun ne kadara ihtiyacı olduğuna yine siz karar vereceksiniz.
        3. Kimi suyu soğuk iç mide onu vücut ısısına getirebilmek için enerji harcar (yani kalori yakar) der, kimi ılık suya limon damlat iç der, kimi kaynar su iç der. Yahu geçin bunları için de canınız nasıl istiyorsa öyle için.
        4. Su zayıflatmaz! Ama su tok tutar. Yemeklerden önce 1 bardak su içerseniz daha az yemek yersiniz çünkü midenizi şişirmiş olursunuz. Yemeklerden sonra su içenlerdenseniz bir an önce bu alışkanlığı bırakmalısınız çünü bu sefer midede yemek varken mide şişer yani karnınız büyür, rahatsız olursunuz.
        5. Suyla ilgili bir başka önemli konu da, her su iyi değildir! Mesela metal oranı fazla olan su sivilcelenme yapar. İçtiğiniz suyun içeriğini okuyun. İçtiğiniz su doğal kaynak suyu olmalı, renki şeffaf, kokusuz, tadı tatlı, phı 7,5-8 arasında, sertliği 150-300 mg/l olmalıdır. Ayrıca hepimiz mecburiyetten içiyoruz ama damacanadan hatta pet şişeden bile su içmek sağlıklı değildir. Mümkün olsa da keşke testi ya da cam şişelerden içebilsek.
        6. Spor, spor, spor diye -kusura bakmasın kimse- "çemkiriyorlar." Spor zayıflatmaz arkadaşlar. Spor sağlıklı yaşam için yapılır. Vücudu sıkılaştırır, kan dolaşımını hızlandırır, insanı zinde tutar. Açık havada yapılan spor ciğerlerimizin oksijenle dolmasını sağlar. Aynı zamanda spor vücudu şişirir. Eğer ki spor sonrası esnetme hareketleri yapmazsanız kaslar boşalmaz şişlik sizi rahatsız eder. Spora başlamadan nasıl ki vücudu açmak için esnetme hareketleri yapılıyorsa spor sonrasıda vücudu kapamak için belli hareketler yapılmalıdır. Yarım saatlik yürüyüş sonrası esnetme hareketi yapıp vücudunu rahatlatmayan bayan giysin bakalım o dar topuklu ayakkabılarını giyebiliyorsa! Ayrıca spor iştahı açar. Spora başlayıpta kilo alanların az olmadığını düşünüyorum. Ne dersiniz? Yani anlayacağınız "bilirkişiye" danışmadan "zayıflayacağım" diye spor yapmaya kalkarsanız sonu "hüsranoğluhüsran" olabilir.
        7. En zevkli spor seks mi dedi biri? Ama açıklamayı unuttu heralde hangi pozisyonların spor yerine geçebileceğini. "Malak" gibi yatarak misyoner pozisyonundaki 10 dakikalık seksle kimse zayıflayamaz. Terleten, birçok kasları çalıştıran pozisyonlarda seks yapılırsa spor yerine geçer.
        8. Kalori hesabı yapmayın. Önemli olan yediğinizin kalorisi değil. Miktarı ve yediğiniz saat. Gündüz istediğinizi yiyin ama hava kararınca ağzınıza lokma koymacaksınız bu kadar basit! Aç yat tok kalk!
        9. Kendini diyetisyen ve beslenme uzmanı adledenlere en azından bir noktada katılıyorum. O da kahvaltı! Kahvaltı çok ama çok önemli. Kahvaltı ettiğinde gün içinde daha çok yediğini, öğlen çok daha çabuk acıktığını söyleyen birçok kişi çıkacaktır ama kendinizi kahvaltı etmeye alıştırın çünkü kahvaltı ederseniz bağırsaklarınız düzene girer, vücut uyanır yeni bir güne başladığını anlar. Reflü, gastrit, ülser gibi sorunların önüne geçmedeki 1. kuraldır.
        10. Yeşilçay için. Tok tutuyor ama abartmayın çok içerseniz tansiyonu düşürür. Unutmayın bütün otlar aynı zamanda birer uyuşturucu maddesidir. İyi yönde mi kötü yönde mi yararlanacağımız tamamen kendi insiyatifimizdedir.
        11. Hiiiiiiççç sıvı tüketin, merdiven çıkın, 1 durak önce inin yürüyün, sebzeyi haşlayarak yiyin, kızartma yemeyin, tuz tüketmeyin, şeker en büyük düşmanınız, dondurulmuş gıdadan fast fooddan uzak durun, aç yaşayın güzel görünün demiyorum! Vücudunuzu tanıyın, her konuşana kulak asmayın, her söyleneni denemeyin, kendi kendinizin dokturu olun diyorum! Doktora bile gittiğimizde bize neyimiz olduğunu sorar. Biz kendimizi tanımazsak ordinaryüs profesör bile bize çare olmaz. Deneme yanılma kurbanı oluruz.
        Benim bu konuyla ilgili nacizane söyleyeceklerim bunlardır. Ben doktor değilim, bu işin eğitimini almadım. Sadece bilinçli olmaya çalışan bir tüketici, sağlıklı yaşamaya çalışan, okuyup araştıran bir insanım. Bunu yazmaktaki amacım bu işteki para tuzağını görüp biraz bilinçlenmeyi sağlamaktı.

        Ne olursa olsun en önemlisi insanın kendini sevmesi. Bedeninin değil, ruhunun ve vicdanının hafif olması. Gerisi teferruat!..


        3 Kasım 2011 Perşembe

        Rihanna kime benziyor?

        Rihanna'nın yeni video çektiği şarkısı "we found love" ı dinlemeye başladığım an tını çok tanıdık geldi. 30 sn geçmeden buldum nerden tanıdık geldiğini. Shakira'nın "don't bother" şarkısında 3.05 sn de ki "fısıldaşmaları" aynı değil mi? Ama tabi Rihanna'nın şarkısında "fısır fısır" konuşması bitince anlaşılıyor ki her gördüğümüz ak sakallıyı dedemiz sanmamamız gerekiyor. :))

        Yine kendini aşan bir Rihanna... Bu defa "keş!" ;)  İyi seyirler... :)




        Bu da Shakira'nın Don't bother'ı